Tarihi uyarı

(Bu mektup 20.2.2003 tarihinde Meclis Başkanı Bülent Arınç'a gönderilmiştir.)

SAYIN Başkan,

TÜRKİYE, uluslararası hukuk meşruiyeti temelinden yoksun, zorunlu ve haklı olmadığı ve olamayacağı açık ve bütün bunlara rağmen 'Saldıracağım, savaşacığım' diyebilen ABD ve İngiltere'nin kendi halkları dahil bütün bir dünyanın hayır dediği bir savaş cinayetine adım adım sürükleniyor.

Bu sürecin bir parçası olmaktan başka bir anlamı bulunmayan, modernizasyon maskesi altında üs ve limanlarımızın bir yabancı devletin güçlerine açılması amacına dönük hükümet tezkeresi de Anayasa'nın 92. maddesi hükmü karşısında işleme konulmamalı ve TBMM gündemine alınmamalıydı. Uluslararası hukukun meşru saydığı haller şartı o tezkerede de aranmalıydı. Zira, modernizasyon gerekçesinin arkasındaki gerçek nedir ve alelacele niçin modernizasyon sorusuna verilecek namuslu cevap açıktır. ABD'nin Irak savaşı konjonktörü olmasaydı üs ve limanlarımızın modernizasyonu söz konusu olacak mıydı? Elbette hayır.

HAYIR DEMELİYİZ

Sayın Başkan,

Bugün getirildiğimiz nokta şudur; TBMM'den Anayasa'nın 92. maddesine göre 'yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi'ni talep edecek hükümet tezkeresi konusu gündemde ve bunun bir an önce yapılması için açık ve ağır baskılar altındayız. Buna hayır demeliyiz, diyebilmeliyiz, diyebiliriz.

Siyasi iktidar bu sürecin başında buna hayır demeliydi. Bu yapılmadı. Türk milleti bunu bekliyordu, ancak buna layıktı ve yeniden Müdafaa-i Hukuk demek olacak böyle bir ulusal direncin -dış borçlar dahil- bütün bedelini yaratmaya ve ödemeye hazırdı.

Bu yapılmadı ve beklenen tezkere konusu, bir dolar pazarlığı diplomasisine indirgendi. Onuru derinden yaralanmış bir insan olarak bu manzaranın sorumlularına hatırlatmak isterim ki, zilletin sonu yoktur.

MİLLETLERARASI HUKUK

Sayın Başkan,

Irak savaşı karşısında, ulusal varlığımızın ve bütünlüğümüzün ve üniter devlet yapımızın korunması ve yanı başımızda kabul edemeyeceğimiz oluşumlara izin verilmemesi için elbet bütün önlemler alınmalıdır: Kendimiz için, kendi irademizle, kendi gücümüzle.

Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ise asla imkán tanımamalıyız. Bu konuda beklenen hükümet talebinin, Anayasa'nın 92. maddesine aykırı olacağı açıktır. Zira yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin talebi ve yetkisi, ancak Milletlerarası Hukuk'un meşru saydığı hallerde mümkündür. Ve teklif edilebilmesi bile o şarta bağlıdır.

Böyle bir meşruiyet halinin bulunmadığını ise bütün dünya biliyor.

TARİHSEL GÖREV

Sayın Başkan,

İşte bu noktada TBMM'nin eski bir üyesi ve eski bir başkanvekili olarak sizi tarihsel bir göreve saygı ile davet ediyorum:

Böyle bir tezkereyi reddediniz ve gündeme aldırmayınız.

Tarih ve Türk milleti sizden bunu bekliyor.

Aziz Atatürk'ün eşsiz önderliğinde, emperyalizme karşı tarihte ilk ulusal bağımsızlık savaşını yapan ve yaratan birinci TBMM'nin tam bağımsızlıkçı ruhu sizden bunu bekliyor.

Ve ABD bir gün BM Güvenlik Konseyi'nden kendi emeline uygun yeni bir karar istihsali marifetini gösterse bile tarih ve Türk milleti, TBMM'den bunu bekliyor.

CEBREN VE HİLE İLE...

Sayın Başkan,

Öğretici niteliği derin bir hatıramı bu vesile ile arz etmeme müsaadelerinizi rica ediyorum:

48 yıl önce kaymakamlık kursunda idim. Bir meslek büyüğümüz bir gün şu unutulmaz sözleri söyledi:

‘‘Kaymakam görev yaptığı yerde günlük işler için her an lazımdır. Ama tarihsel anlamda ve önemde ise bir veya iki kez lazım olur. Önemli olan işte o tarih anında o lüzuma cevap verebilmektir.’’

Siz de bugün işte öyle bir tarih anını yaşıyorsunuz Sayın Başkan...

Bugünün gazeteleri İskenderun Limanı'na sözde modernizasyon teknisyenlerinin değil ağır savaş araçlarının sokulduğunu haber verirken Atatürk'ün ‘‘Cebren ve hile ile...’’ diye başlayan sözleri, ‘‘Vatanın bütün kaleleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş olsa bile’’ diye başlayan sözleri vatanın bütün ufuklarında yankılar yapıyor.

VİCDANLAR RAHAT MI?

Sayın Başkan,

Size bu mektubumu sadece bu düşüncelerimi sunmak ihtiyacı ile yazıyor değilim. Şunun için de:

Atatürk 24-25 Ekim 1919 gecesi Amasya'da gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın'a şunları söyledi:

‘‘Umumi şerefsizliğin enkazı altında şunun, bunun şahsi şerefi de parça parça olur.’’

Bu büyük sözden çıkardığım ebedi ders şudur:

Kötü ve onursuz bir gidişte hiç sorumlulukları olmayan insanların bile, eğer namus yolunda kendilerine düşeni yapmamışlarsa vicdanları rahat olamaz, olmamalıdır.

Dramlarla yüklü tarih yollarında insanların susmak ve hareketsiz kalmak gibi bir özgürlükleri yoktur. Tarih o koşullarda insanlara tek tek, vicdan rahatlığı ve aldatıcı teselliler imkánını bahşetmiyor.

Bu mektubumla ben de kendime düşeni yapmaya çalıştım.

Saygılarımla

Mustafa Kemal PALOĞLU eski Sıvas Milletvekili, eski TBMM Başkan Vekili.

Habil ve Kabil


KUR'AN'da Maide suresinde Habil ve Kabil kardeşler arasındaki anlaşmazlık, Allah'a sunulan bir kurban olayı etrafında cereyan eder. Kötülüğün simgesi şeytanın tetikçiliğini yaptığı için kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kardeşi Habil'i öldürür.

Kuran, tüm insanlık macerasını özetleyen Habil ve Kabil olayına şu noktayı koyuyor:

‘‘Kim bir cana kıymamış veya yeryüzünde fesat çıkarmamış bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu yaşatırsa, bütün insanları yaşatmış gibi olur.’’ (Maide: 32)

İslami hassasiyeti olduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının Kabil'in izinden giden Sezar ve firavunların çizgisine değil, Habil'i örnek alan Mahatma Gandi'lerin çizgisine davet ediyorum.

İsmail NACAR-ANKARA
Yazarın Tüm Yazıları