Parmağı aÄŸza götürmek seksi midir

Önceki gün Kelebek’te fotoğrafları vardı. İpek Tuzcuoğlu ve Murat Boz, InStyle Dergisi’nin geleneksel "Şimdi neler seksi?" dosyası için poz vermişler.

Nasıl bir tesadüfse artık, her ikisi de hemen hemen aynı şekilde parmaklarını hafifçe araladıkları dudaklarının arasına götürmüş.

Tamam, Murat Boz aÄŸzına götürdüğü parmağını hart diye ısırıyormuÅŸ gibi konumlandırmış.         Â

İpek Tuzcuoğlu ise daha kibar. Isırmamış parmağını, orada bırakmış işte.

Her ikisi de -bir fotoğrafçı yönlendirmesi yoksa eğer- belli ki parmak olayının hálá seksi olabileceğini düşünmüş.

Evet öyledir, bu türden çok poz görmüşüzdür. Fi tarihlerinde.

Belki onlar da hafızalarında yer ettiğinden gayri ihtiyari parmakları ağızlarına gitmiştir.

Ama işte bu çok eski, altı dolmakalemle çizilmiş bir seksapellik.

Erol Atar zamanından kalma. Yani: Dudağı hafif arala, gözleri hafifçe kısarak buğulu bak, parmağını aralanan dudağa yerleştir ve karşındakine şunu (en seksi bebek benim, ama beni elde edemezsin, ho ho ho) hissettir...

Peki ÅŸimdi neler seksi

n Öncelikle Asmalımescit’teki Saf’ın ilginç kokteylleri. Hepsini Kaliforniya’dan kopup gelen -bir tür David Beckham- Joe McCanta hazırlıyor. Gerçekten sempatik Joe bu işi biliyor. Mesela geçenlerde hazırladığı şu karışım nefisti: Rakı/armutlu Absolut Apeach ve fesleğen.

n Ghetto’nun üçüncü katında açılarak yine yeniden arz-ı endam eden Godet.

n Pek yakında, muhtemelen kasım ortası gibi açılacak, Sürmeli’nin tepesindeki Blanco’nun alt katındaki şehrin en yeni diskosu: 25 Saniye (asansörle mekana çıkış 25 saniye sürdüğü için adı böyle konmuş). Mekanın, Dans’a rakip olması muhtemel.

n En cüretkar dizi Nip/Tuck’ın yeni sezon bölümlerini seyretmek (bir muhafazakar TV eleştirmenine inat).

n Facebook’ta geçirilen zamana acımak. Poke’ların, birbirine sanal içki göndermenin manasızlığını nihayet kavramak. Bu sitenin bir tür halkla ilişkiler faaliyeti olduğunu unutmamak.

n "Naber, nasılsın" gibi sıradan/rutin bir soruya, "İyiyim, sağol, ya sen?" demek yerine istisnasız; artık gerçeği söylemek. Misal: "Bir gün iyi bir gün kötü, yani tonum gri. Ya sen?"

Persepolis’teki şahane büyükanne

Fatih Akın’ın filminden sonra son günlerde izlediğim en iyi ikinci film Persepolis’ti.

Bir animasyon Persepolis. Ama o bildik animasyonlardan (Buz Devri, penguenli olanlar filan) gibi değil. Gösterişsiz, siyah beyaz, basit çizgileri olan bir animasyon bu.

Belki de gözü yormadığı için bu kadar etkili.

Konusunu duymuÅŸsunuzdur.

İran’ın 70’li yıllardan bu yana olan değişimi, eğitimli/modern bir ailenin üzerinden anlatılıyor.

Gerçek bir hayat hikayesi filmdeki. Zaten filmin yönetmenlerinden biri, hikayenin baş kahramanı olan o genç kız. Yani Marjane Satrapi.

Bu film dolayısıyla ülkesine girişi yasaklanan, halen Fransa’da yaşayan Satrapi, Altyazı Dergisi’ne verdiği röportajında şöyle demiş, çok hoşuma gitti:

"Ben sorular soruyorum. Sanatçı sorular sorar. Cevaplar vermiyorum çoğunlukla.

Yargılayıcı değildir benim işlerim. Bir taraftaki insanlar bütünüyle kötüdür, diğerleri iyidir diye bir şey olmaz ki. Dünyanın resmi böyle değil çünkü. Bu soruları sormanız, söz konusu ettiğiniz şeye değer verdiğinizi gösterir. Değer vermiyor olsam niye uğraşayım..."

Filmde tıpkı yanıtındaki gibi davranmış Satrapi. Ne İran’ı -her şeye rağmen- berbat/kötü bir ülke olarak göstermiş ne de İran’dan kaçıp gittiği Batı’yı, yani Viyana’yı şahane/müthiş medeni.

Bir taraf tamamen iyi, bir taraf tamamen kötü dememiş. Ki bu seyirci için iyi bir şey.

Karar vermek için.

Bir başka iyi şey de Satrapi’nin büyükannesi. İzleyince hak vereceksiniz, öyle bir büyükanne ki bu, onca "örtülü" ve baskıcı yaşama rağmen inci kolyesinden/piposundan/fikirlerinden taviz vermeyen cool bir büyükanne. Tam bir idol yani.
Yazarın Tüm Yazıları