Öksüz ayı Meyvan’ın hikayesi

Bilmem izleyebildiniz mi, J.J. Annoud’nun Ayı (L’ours) adlı belgesel filmi geçenlerde bir TV kanalında yayınlandı. Hani hatırlarsınız belki, yıllar önce sinemalarda da gösterildiğinde ben de dahil pek çok kişi, bir ayının insana insanlık dersi vermesi karşısında, gözyaşlarına boğulmuştu.

Bu film 4 Ekim Hayvan Hakları Günü öncesinde çok yerinde bir seçimdi ama ne yazık ki gazetelerin TV sayfalarında pek söz edilmedi, yer verilmedi. Filmde ayıları acımasızca katleden o vahşi insanın bile aklını başına getiren o müthiş sahnenin dışında, aslında dünyanın tek gerçeğinin doğanın dengesi olduğunu görmek ve ona saygı duymak gerektiği de öğretiliyor. Bu birçok ödül almış filmi tekrar izleme fırsatını veren, bana hatırlatan Sevgili İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Başkanı Avukat Ahmet Kemal Şenpolat’a binlerce teşekkür. Ayrıca yine onun sayesinde bu aşağıda okuyacağınız inanılmaz güzellikteki öykü de elime geçti. Bu da bir ayının öyküsü. Dünyada insanlara neden hálá güvendiğimi, neden hálá her türlü olumsuzluğa karşın insanları tüm kalbimle sevmekten vazgeçmediğimi açıklayan bir öykü. Benim gibi gözyaşlarıyla okuyacağınızdan eminim. Öykünün sahibi Gamze Erkök’ün eline, yüreğine sağlık...

1990 ilkbaharı Hakkari Yüksekova’ya yemyeşil doğmuştu. Tabiat o bahar insafa gelmiş, üstünde ot bitmeyen kayalıklar yeşille kaplanmıştı. İki aylık bir ayı yavrusu, korkuyla başını inden dışarı uzattı. Gece yine ortalık cehennem yerine dönmüştü. Vızır vızır kurşunlar, bombalar, havan topları... Annesi ve babası dışarı çıkmasına izin vermiyorlardı, ‘kim vurduya’ gitmesin diye. Oysa o kelebek kovalamak, çimlerde yuvarlanmak, derelerde yıkanmak istiyordu. Fakat dışarıda bağrış, çağrış, kan ve ölüm kokusu ile savaş vardı. Baba avdan çoğunlukla eli boş geliyordu.

Bal getirmesi beklenen baba o gün bir türlü dönmemişti. Hiç bu kadar geç kalmaz, hele karanlıktan önce mutlaka dönerdi. O gece bir gariplik olacağı belliydi. Birden kıyamet koptu. Tüfek sesleri, bağrış, çağrış kıyametle inden içeri yüzleri poşulu, elleri tüfekli üç adam daldı. Göz gözü görmeyen küçücük inde 6 canlı da sadece ‘korkunun kokusunu’ duydular. Karanlığı annenin yavrularını korumak için çıkarttığı müthiş homurtu yırttı. Sonrası... Tüfeğin ardı kesilmeyen takırtısıyla taranan in, anne ayının içler acısı çığlığı, dışardan askerlerin attığı el bombası, kan kokusu, çığlıklar, inlemeler...

Gün ağardığında inin dibine sıkışmış iki aylık yavru ayı, dehşetle paramparça olmuş annesine, annesinin kucağında kanlar içindeki kardeşine ve ölü üç adama bakıyordu. Şefkatle kucağına aldı yavru ayıyı Mehmet. Terhisine altı gün kalmıştı. ‘Eee, küçük kız, şu altı günü de Allah sağ salim geçirmemize izin verirse seni Ankaralı yapalım’ dedi. Adını, Kürtçe ‘Öksüz Kız Çocuğu’ anlamına gelen Meyvan koydu.

Altı gün sonra hain pusu yolda yakaladı Mehmet’i. Barikat kurulmuş, asker taşıyan otobüs ve eskortluk eden cemseden on Mehmetçik şehit olmuştu. Ertesi gün buldular hálá yanan otobüsün bagajının en dibinde tir tir titreyen Meyvan’ı. Mehmet’in cebinden çıkan, anasına yazdığı mektup bir vasiyetti aslında: ‘Canım anam, ölürsem ağlama sakın. Senin bana verdiğin en büyük servet insanlık. Sana emanetimdir Hakkari dağlarının küçük öksüzü Meyvan.’

Yaşlı kadın ne yapacağını, ne diyeceğini bilemedi. Oğlu şehit olmuş, ondan yadigar hayatında hiç görmediği bir ‘canavar yavrusu’ kalmıştı. Geceler boyu birbirlerine sımsıkı sarıldılar. Yaşlı kadın oğluna, Meyvan da anasına ağladı. Hemen biter mi kötü kader öyle? Meyvan’ı yeni annesinin gecekondusunun bahçesinden çingeneler çalıverdiler bir gün. Kızgın sac üstünde dans ettirmeye çalıştılar. Bir ay sürdü bu işkence.

Bir gün derneğe gelen bir telefonla haberdar oldum Meyvan’dan. Batıkent’e gittiğimde çöp bidonuna zıplamaya çalışan ve boyu yetişmeyen ponpon kulaklı küçük ayı yavrusunu gördüğümde aşık oldum. İçimi dağlayan hayat hikayesini öğrenince iyice bağlandım. O kadar küçük ve savunmasızdı ki; günlerce ‘Panda Bebek’ gibi kucağımda gezdi. Parmaklarımı emiyor, geceleri uyurken sürekli sayıklıyor ve kabus görüyor, ağlayarak uyanıyordu.

Bir gün bir punduna getirip kafesinden kaçmış ve köye gitmiş. Fırının camına burnunu dayamış, sıcak ekmekleri seyrediyormuş... Bir baktım önde Meyvan; arkasında eli kazmalı, kürekli, tüfekli köy ahalisi ‘Köye canavar indi’ diye küçücük kızı kovalıyorlar. Koşup kendini kucağıma attı. Altı yaşındayken de bir sabah ‘Uuu, uuu’ diyerek sırtını döndü ve bana omzunun arkasını gösterdi. Dikkatlice bakınca kurumuş kanı gördüm. Muayenede bir takım sapık ruhlular tarafından kafesine ateş edilip vurulduğunu anladık. Allah’tan saçmalar yağ dokusuna isabet etmiş ve alınmasına gerek yokmuş. Altı yıldır vücudunda saçmalarla yaşıyor.

O günden sonra da insanlara güvenini tümüyle yitirdi küçük öksüz kız Meyvan. Hálá neden esir olduğunu, insanların kendisini neden sevmediklerini, neden ona zarar vermek istediklerini anlayamadan yaşıyor. Oysa o kadar güzel ve sevimli ki. Biraz tombul, diğer boz ayılardan farklı olarak ‘sarışın.’ Röfleli gibi tüyleri, iri düğme gibi ışıl ışıl gözleri ve onu daha da sevimli yapan kocaman ponpon kulakları var. Doğaya bırakılması artık imkansız, çünkü avlanması, kendini koruması annesi tarafından öğretilmediği için, bundan sonra mümkün değil.

Meyvan, bana ve pek çok kişiye aslında ‘ayı’ kelimesinin hakaret olamayacağını öğretti.

Gamze Erkök, Hayvanları Koruma Derneği (HAYKOD)

NOT
: HAYKOD’un çalışmalarını desteklemek için Garanti Bankası Hayvanları Koruma Hesabı, Bahçelievler Ankara Şubesi, Hesap No: 17 629 9445’ye makbuz karşılığında bağış yapabilirsiniz.
Yazarın Tüm Yazıları