İçimizden biri bizi gözetliyor

BU yıl gecikmiş ilkbaharı Urla’da açtık.

Tansu, ben ve Paris yıllarımızdan üç arkadaşımız Urla’da bir hafta sonu geçirdik.

Aramızda Urla’ya “Beyaz Türklerin başkenti” diyoruz.
Görüntü “Big Chill” filmindeki gibiydi.
Biz filmdeki arkadaş grubundan daha şanslıydık, intihar etmiş bir arkadaşın cenazesi için bir araya gelmiş değildik.
İkinci günün sonunda fark ettik ki, arkasından konuşacağımız çok başka şeyler de varmış.
Otuz yıllık arkadaşlık, bir ömür tüketemeyeceğimiz, epey ortak hatıra bırakmış.
Buna karşılık son 10 yıl en az onun kadar tartışacak mesele getirmiş.
Tartışacak ve kolayca anlaşmaya varılacak meseleler değil.
* * *
Üç günlük komünal hayatımız sırasında tablo şöyleydi:
Tansu malum...
Her zamanki gibi... Tavizsiz ve birçok kadın gibi liberallere ateş püskürüyor.
Ben malum. Hangi gün nerede duracağı belli olmayan bir fikir avaresi.
Figen Batur, eskiden liberallere yakındı, şimdi daha mesafeli.
Orhan Pamuk konusunda Tansu ile hiç anlaşamıyor. Bazı “eski dostlara” kızgınlık konusunda ise aynı fikirdeler.
Canan Uğur her zamanki gibi aramızdaki en sakinimiz.
Şimdiye kadar kimse onun fikirlerini ateşli bir hitabetle anlatmaya çalışırken görmedi.
Liberallere yakın, ama birçok konuda eleştirel.
Aydın Uğur’a gelince, işte sorun orada çıkıyor.
Aydın, malum, Bilgi Üniversitesi’nin eski rektörü. Başka bir şey söylemeye gerek var mı bilmem.
* * *
Tahmin edeceğiniz gibi, en büyük sorun referandum konusunda patladı.
Aydın galiba, “Yetmez ama evetçi”.
Ya da söylediklerine bakıp, ona bunu yakıştırdık.
Tansu ve Figen, artık “evetçilerle” bir araya gelemiyor. Açıkça söylüyorlar. Sinirleri kaldırmıyormuş.
Yine de “Yetmez ama evetçiler” konusunda katlanabilecekleri üç-beş kişiden biri Aydın.
Aydın üç gün boyunca akıllı oldu.
Fazla konuşmadı, tartışmalara katılmadı.
Galip gelemeyeceği bir tartışmaya girmenin manasının olmadığını bilecek kadar zeki bir arkadaştır.
Bense her zamanki gibi çok konuştum.
Toplasan incir çekirdeğini dolduracak şeyler değildi.
Bazen, konuşma bakımından, giderek Çetin Altan’a benzediğim hissine kapılıyorum.
Şimdiye kadar kimse yüzüme vurmadı. Sadece bir his...
Aydın’ı kızdırmak için, Ergenekon davası soruşturmasını yürüten polisleri hicveden “Çakallarla Dans” filminin DVD’sini koydum.
Otuz yıl bana şunu öğretti. Tartışmada Tansu’yu yenmek, Aydın’ı sinirlendirmek mümkün değildir.
Zaten onuncu dakikada hepimiz uyumuştuk.
Aynı kişinin telefon konuşmasını dinleyen iki polisten biri, bunu “basit bir İddaa” yolsuzluğu olarak algılarken, öteki “Kesinlikle bir darbe çetesi” diyormuş. O bölüme gelemedik.
Dolayısıyla hangi polisin tezinin ağır bastığını öğrenemedik.
Sonradan filmi izlemiş bir arkadaşım imdada yetişti.
Tahmin edeceğiniz gibi, “Bu darbe çetesidir” diyen polis kazanmış.
Peki işin aslı...
İşin aslı şu ki, olay gerçekten halı sahada top oynayan bir mahalle mafyasının basit iddia üçkâğıtçılığıymış..
* * *
Bundan bir yıl önce olsaydı, komünal hafta sonumuz, daha 24’ncü saatinde kavga ile biterdi.
Bu defa öyle olmadı.
Çünkü, en liberallerimiz bile artık eleştirel olmaya başlamış.
Hayat hepimizi değiştiriyor.
Arkamızı dayadığımız dostluk, en büyük fikir çatışmalarından bile çok daha kıymetli ve biz bunun kıymetini öğrenmişiz.
Üç günlük tatilden dönerken, beşimiz de şunun bilincindeydik.
Ne AKP, ne ileri demokrasi, ne CHP, ne Ergenekon, ne şu ne de bu hayatımızın geriye kalan kısmından ve dostluğumuzdan daha önemliydi.
Diyeceğim, fevkalade faydalı bir üç gün oldu.
Hepimiz akıllı olduk.
Yazarın Tüm Yazıları