Farkında değilim, şehit dememişim

MEKİYE Diyarbakırlı bir kız.

Dokuz çocuklu bir ailenin çocuğu.

Haberin Devamı

Star TV’de yayınlanan “Star Akademi” yarışmasına katılıyor.

Yarışmanın jüri üyesiyim.

Seçmeler yapılırken, ona “Hadi bize Kürtçe bir şarkı söyle” dedim.

O kadar güzel söylüyordu ki, dayanamayıp kestim.

“İşte anadil budur. Şarkıyı en iyi söylediğin dildir” dedim.

Programın o bölümü canlı değildi.

Yayıncı arkadaşlar sözlerimi yayınlayıp yayınlamamayı tartıştılar ve yayınladılar.

* * *

Önceki akşam, “Star Akademi”nin üçüncü bölümü yayınlandı. Bu defa canlı yayındı.

Mekiye kendisine çok yakışan sarı bir elbise giymişti. Çok güzel bir şarkı söyledi.

Kısa bir konuşma yaptı. “Diyarbakır’ı çok özledim, oradaki arkadaşlarıma selam söylüyorum” dedi.

Salondaki seyircilerden birinin elinde Türk bayrağı, bir başkasının elinde de Azerbaycan bayrağı vardı.

Herkes Mekiye’yi alkışladı, o da çocuksu bir mutlulukla kazananlar bölümüne geçti.

Yarışmanın girişinde Silvan’da ölen askerlerimiz için bir konuşma yaptım. Farkında değilim, ölen 13 askerimiz için hep “çocuklarımız” demişim. Yani “şehit” kelimesini kullanmamışım.

Bazı eleştiriler geldi, “Niye şehit kelimesini kullanmıyorsun” dediler.

Fark ettim ki; ben şehit kelimesini kullanmıyorum.

Bunu öyle düşünerek, tasarlayarak yapmıyorum. İçimden öyle geliyor.

Çünkü, “çocuk” kelimesi içimdeki hüznü, acıyı, “şehit” kelimesinden daha güçlü şekilde ifade ediyor.

“Canım ne fark eder” de demiyorum. Çünkü, “şehit” kelimesinde, o ölümün anlamını yücelten bir özellik var.

Samimi olarak söylüyorum. İçimdeki “ben”, çocuk ölümünü, en yüce değerler için bile olsa, daha üst bir mertebeye çıkaramıyor.

Çünkü, bir çocuğun ölümü bana göre, ıstırabın en üst mertebesidir.

Ve ne yazık ki, ölenlerin çoğu çocuk.

Yani, “şehit” dersem; o kelime içimdeki acıyı büyütmeyecek.

Eğer ölümde de bir rütbe, paye arıyorsak; o 13 çocuk zaten hüznümün ve ıstırabımın en üst mertebesinde...

Medyada meydan dayağı yemek

AKŞAM Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya, dün bir gözlemini anlattı.

Geçen cuma akşamı, “Aynur” konserine gitmiş. İzlenimlerini de pazar günü gazetesinde yazdı.

Birinci şarkı bütün dinleyicilerden alkış almış. İkinci şarkı da öyle...

Sıra üçüncü şarkıya geldiğinde, içinden “Keşke Türkçe bir şeyler de söylese” duygusu geçmiş.

Konsere gidenlerin çoğunda bu duygunun hâkim olduğunu ya okudum, ya da bizzat orada olanlardan dinledim.

Küçükkaya gerisini şöyle anlatıyor:

“Medyada birçok kişi beni eleştirdi. Ama okurlardan gelen mesajların yüzde 90’ı yazdıklarımı destekliyordu.”

“Aynur” konserini yazanlar ikiye ayrılmış durumda.

BİR; konsere gidip, oradaki hislerini yazanlar.

İKİ; konsere gitmeyip, dışarıdan tepkisini yazanlar.

Konsere giderler, hislerini yukardakine benzer duygularla anlatıyorlar.

Çoğu, orada gösterilen tepkileri de tasvip etmiyor.

Yani, sahneye fırlatılan yastığı, İstiklal Marşı’nı tasvip edene en azından ben rastlamadım.

Buna karşılık konsere gitmeyen birçok köşe yazarı kesin inançlı.

Bırakın orada tepki gösterenleri; içlerinden geçen bu insani duyguyu anlatanlara bile “faşist” muamelesi yapıyorlar.

İtirazım yok. “Basın özgürlüğü” der geçebilirim. Ama olayın şu toplumsal boyutuna da bakmak gerekmiyor mu?

Güneydoğu’da bir “Kürt sorunu” yok. Artık, “özerklik beyannamesi” yayınlayacak kadar büyük özgüven duygusuna gelmiş bir bölgeden söz ediyoruz.

Dolayısıyla bugünden sonra asıl “yönetilmesi” gereken bölgeler, Güneydoğu’nun nispeten homojen coğrafyası değil, geride kalan bölgeleridir.

O bölgelerde yaşayan insanların duygularını, tepkilerini zerre kadar anlamaya çalışmadan hemen “faşist” diye damgalarsak, o “faşistlerin” sayısı azalmaz, tam aksine artar.

Unutmayalım;

(*) Türkiye’de, adında “milliyetçi” kelimesi olan MHP, yüzde 12 oy aldı.

(*) Başbakan Erdoğan son seçim kampanyasını, “milliyetçi” duyguları daha dikkate alan bir strateji ile götürdü.

(*) AK Parti ve CHP içinde de “milliyetçi” duyguları taşıyan küçümsenmeyecek sayıda insan var.

Kürt sorunu, bu insanların duyguları hiç dikkate alınmadan çözülebilecekse, ne âlâ.

Ama önümüze gelene “faşist” etiketi yapıştıra yapıştıra, “sıkıştırılmış” bir Türk duygusu yaratırsak, hepimiz bunun altında kalırız.

Evet, haklısınız, bu tepkilere “anlayış” göstermeyelim. Günün moda deyimi ile “sıfır tolerans” gösterelim.

Bunu yaparken şunu da unutmayalım: “Anlamaya çalışmak”, “Anlayış göstermemenin” ille de zıddı değildir.

Bugün Türkiye’de giderek büyüyen bir “Türk sorunu” ortaya çıkmaktadır ve bunu iyi tahlil edip yönetemezsek, sonucu iyi olmaz.

Yazarın Tüm Yazıları