Düne kadar Gezi sadece parktı

“GEZİ” önceki güne kadar, sadece bir parkın adıydı..

Haberin Devamı

Dünden itibaren, Türkiye’de yükselen bir itirazın sembolüdür.

* * *
  
“Gezi” düne kadar sadece bir parkın adıydı.
Dünden itibaren, “Türkiye’nin Tahrir’i” değilse de miladıdır...
“İstediğimi yaparım, istediğimi keserim” diyen bir zihniyete kafa tutmanın sıfır yılıdır önceki gece...

* * *
  
Gezi, düne kadar sadece bir parkın ismiydi.
Dünden itibaren, sindirilmiş iş dünyasından ilk itirazların yükseldiği yerdir.
Şu isimleri aklınızda tutun.
Silk and Cashmere, Henry...
Boyner...
“Biz oraya yapılacak AVM’de işyeri açmayız”
diyebilen bu şirketleri unutmayın.
Hoyratça köklenmiş ağaçların, yıkılmış duvarlar altında kalmış insanların, biber gazı sisinde kararmış arazinin üzerinde kurulacak AVM’nin daha şimdiden mundar olduğu yerdir.

* * *
  
Gezi, düne kadar sadece bir parkın ismiydi.
Dünden itibaren, kibrin, kendini milli iradenin tamamı sayanların duvara ilk tosladığı yerin adıdır.
Çoğunlukçu bir kibrin Akhilleus topuğudur...

* * *

Haberin Devamı

Gezi, düne kadar sadece bir parkın adıydı.
Dünden itibaren, biber gazının havasının kaçtığı yerdir.
Kırmızılı bir kadının biber gazının rütbelerini söktüğü yerdir.

* * *
  
Gezi, düne kadar sadece bir parkın adıydı.
Dünden itibaren, yeni ve gerçek bir demokrasi maratonunun start aldığı yerdir.

* * *
  
Gezi, düne kadar sadece bir parkın adıydı.
Dünden itibaren, Türkiye’nin üzerindeki korku perdesinin yırtıldığı yerin adıdır.
Korku imparatorluğu polisinin, biber gazının, copunun ve maskeli süvarilerinin ilk yenilgisini aldığı cephenin adıdır.
O genç insanlar, o kırmızılı kadın oradan sürülse de, kepçeler, buldozerler çınar ağaçlarını gölgeleriyle birlikte kurutsalar da...
Bu demokrasi Gezisi hiçbir zaman unutulmayacaktır.
Bir meydanın hatırlanması için adının ille de “Tahrir” olması gerekmez...

SABAH KAHVEMİN ARABİKASI KAÇINCA

“Karşımda Ahmet’le Mehmet vardı.
Ne siyaset konuşuyorduk, ne uzay. Ne Oblomov, ne Putin...
Sadece kahkahalarla gülüyorduk. Zamanın ne içindeydik, ne de dışında, sadece çınarların gölgeliği altındaydık.”
Kötü bir gece geçirmiş, yalnız ve mutsuz bir cumaya uyanmıştım.
Sabah ezanları birbiri ardına geliyordu, ama hiçbirinin eski keyfi yoktu.
Yıllardır mutluluğun rayihası diye anlattığım, hissettiğim sabah kahvesi, ilk defa yabancı bir şeydi bana.
Öksüz bir kahveydi... Arabikası kaçmıştı...
Taftalı bir yatakta uyanmıştım. Kendi yattığım taraf bile bozulmamıştı.
Farkında değildim, ruhunu teslim etmiş bir beden gecelemişti o yatakta...
İşte böyle bir anda Çetin Altan’ın dünkü yazısını okumaya başladım.

Haberin Devamı

* * *
  
Oğulları Ahmet’le Mehmet ve kızı Zeynep onu alıp dışarı çıkarmışlar.
Kalça ameliyatı geçirmiş. Çocukları kaç zamandır “Hadi dışarı çıkalım baba” diyormuş.
“Bu kez İblis’in bacağını kırdık” diyor.
Çetin Altan o, cebelleşmek için şeytan kelimesi yetmez ona, büyük harfle yazılan bir İblis lazım bacağını kırmak için...
Ona o yakışır...
Göztepe’nin arka taraflarında, “Sahrayıcedit” havzasında, bir Antep restoranın bahçesine gitmişler.
“Günün ve gündemin dışına çıkmışlar, felekten bir gün çalmışlar...”
“Açık saçık fıkralar anlatmışlar...”
Sadece çınarların gölgesi altındaymışlar...

* * *
  
Arabikası kaçırılmış, ruhu boşaltılmış sabah kahvemin kurşuni tadı, damağımdaki bütün mutlu sabahların üzerine hoyrat çarpılar atmıştı.
Gazeteler yatağımın kenarında duruyordu.
Daha okumadan hepsini satır satır ezbere biliyordum.
Biber gazının, sarin gazlarına karıştığı zehirli hava, gökyüzünü alelade bir atmosfere çevirmişti.
Artık, iki kadeh içen insana ayyaş muamelesi yapılan...
Akdeniz’in başladı başlayacak sokak keyfini evlerin içine tıkmaya çalışan...
Kuran ayetlerinde en büyük günah diye sayılan kibrin, en büyük insanlık meziyeti haline getirildiği...
Ego’nun, milli iradenin tamamını fethettiği...
Yaşama heyecanlarımızın, hayat tarzlarımızın fena halde köşeye sıkıştırıldığı bir ülkede yaşamaya başladığımızı iliklerimde hissettim.

Haberin Devamı

* * *
  
Hayat tuhaf bir şeydir.
Ben sabah boğuntumla uğraşırken, genç insanlar Gezi Parkı’nda biber gazı boğuntusuyla savaşıyordu.
Dayak yiyorlardı, yılmıyorlardı.
İçimde bir isyan, büyüyor da büyüyordu.
Açık penceremden, çok eskilerde kalmış tanıdık bir ses geliyordu:
“Venceremos...”

* * *
  
Böyle anlarda, 1960’lı yıllarımdan beri dinlediğim Walker Brothers’ın “Make it easy on yourself” şarkısı imdadıma yetişir.
“Hayatı iyi tarafından al...”
Bu sözler bana iyi gelir.
Ayakta duracak mecalim, direnecek gücüm ve cesaretim kalmasa bile, hiç olmazsa dizlerimin üzerine çöküp kafa tutmaya devam ederim.
Ve bu, sürünmekten ve sürüngenleşmekten iyi bir şeydir...
Hiç olmazsa iman tazelersiniz...
“Dönecektir sabah kahvesinin arabikası, yine dağınık yataklarımıza...”

Yazarın Tüm Yazıları