Doğu’dan bakınca Batılı Batı’dan bakınca Doğulu

"Üstümüzden Bir Kuş Geçer" diye bir şarkıyla daha albümleri çıkmadan radyoları fethettiler.

Grubun en yaşlısıyla en genci arasında tam 14 yaş fark var. Doğudan bakınca Batılı, Batı’dan bakınca Doğulu olduklarını söylüyorlar ama onlara göre, elektrogitarla türkü söylemek rock değil. Onlar "Yüksek Sadakat" ve şarkılarıyla insanlara "İşte bu bir Türk grubudur, Türk rock’ı da olsa olsa böyle bir şeydir" dedirtmek istiyorlar. Grup elemanlarıyla Yüksek Sadakat’i ve aynı adı taşıyan ilk albümlerini konuştuk.

Grubun şarkı yazarı ve kurucusu olarak sana sorayım Kutlu; Yüksek Sadakat fikri nasıl oluştu?

- Grup fikri 10 yıl öncesine dayanıyor. Devamlı şarkı yazıyordum ve bir şekilde bunu paylaşmak istiyordum. Soru /images/100/0x0/55eb2683f018fbb8f8ae90ddşuydu; bu işi kendim mi götüreceğim yoksa bir grup çatısı altında mı var olacağız. İşi kendim yürütseydim, Bülent Ortaçgil gibi bir resim ortaya çıkabilirdi. Bir grup olarak götürsek ve ben söylemeye kalksam Bulutsuzluk Özlemi’ne benzeyebilirdik.

Biraz daha açar mısın?

- Ben şarkılarımın iyi olduğuna inandığım için, bu şarkıların iyi bir solistle ve grupla daha etkili olacağını düşündüm. Öte yandan hem iyi performe eden, hem karizmatik bir grup kurmak güç, iyi solist bulmak ondan daha güç. Bu çabam sekiz yıl sürdü. Bu dönem içinde çok sayıda müzisyen geldi geçti. Ancak sanırım 1999’da benim evde başlayan macera en olgun haline bundan iki yıl önce solistimiz Cemil’in gruba katılmasıyla ulaşmış oldu. Grubun kısa tarihçesi bu. Şöyle de söylenebilir, 10-15 civarında solistimiz oldu, her enstrümanda en az 2iki tane iyi müzisyen emek vermiştir. Toplamına baktığın zaman 30 kişinin emeği var Yüksek Sadakat’in arkasında.

GERÇEK ROCK YAPIYORUZ

Peki Yüksek Sadakat’i bir rock grubu olarak nasıl tarif edebiliriz?

- Yüksek Sadakat şu grubun çizgisindedir, öbürünün devamıdır diye bir şey söyleyemem. Mutlaka etkilenimler var; ama dominant bir etki yok. Hiçbir grup ya da tarzdan, Yüksek Sadakat’i temsil edebilecek bir şey çıkmıyor. Ben bizi birkaç şarkıyla tarif edebiliyorum. O şarkıların verdiği hisle tarif edebiliyorum, bunu da sırf o etkilenim meselesi insanların kafasında somutlaşsın diye yapıyorum. Mesela bir tanesi Sting’in "Desert Rose"u; diğeri Steve Miller Band’in "Serenade"ı; başka biri de Dave Matthews Band’in "Last Stop" parçası. Bu şarkılar batılı müzisyenlerin doğuya bakışlarının yarattığı bir fon aslında. Tekil örneklerdir, bir kereliğine mahsusturlar. Çünkü onların genetik haznelerinde bu müziği devam ettirecek bir birikim yok. Bu müzik, genetik olarak içinizde varsa devam edebilir sadece. Bizim müziğimizde aslolan, biz bunu sürekli, bilerek, isteyerek ve samimi olarak yapmaya çalışmamız.

Türkiye’de bunu yapabilen başka grup yok mu diyorsunuz?

- Doğudan yola çıkarak bir tavır yaratmaya çalışan Türk müzik gruplarında bu çok net yok. Çünkü orada da bu sefer rock dediğiniz hadisenin bir takım yapısal özelliklerini çok fazla yıpratıyorlar ve iş elektrogitarla türkü söylemek gibi bir noktaya gidebiliyor. Bu sefer yapılan müzik rock’n’roll olmuyor. Yüksek Sadakat’in yaptığı, kesinlikle ve kesinlikle rock. Fakat bunun içinde sadece Türklerin yapabileceği bir genetik bir kod var. Bu da tümüyle bizim kendi içimize dönüp, kendi içsel yolculuğumuzla ulaşabildiğimiz bir yer sanki.

Türk rock’ını temsil etmek gibi bir kaygınız da var o zaman...

- Biz müzik yaparken kendimize iki soru sorduk. Birincisi; "bizim müziğimiz nasıl olacak?" Birinci öncelik samimi olmasıydı; yani bu samimiyet; "böyle yaparsak satar, böyle yapmazsak satmaz, böyle yaparsak şuraya gider, böyle yaparsak buraya gider" gibi bir kaygı barındırmayan, sadece bu beş kişi bir araya geldiğinde beşinin de hoşuna gidebilecek ve "evet ya, biz buyuz" diyebileceğimiz bir müzikti. İkincisi soru ise; "bu müziği dünyanın herhangi bir yerinde birisi dinlediği zaman, bunu Türkler çalmış diyebilir mi?" Bunun olması için özel çaba gösterdik. Yani müziğimizi; Doğu’dan bakınca Batılı, Batı’dan bakınca Doğulu diye tarif etmemizin arkasında yatan çaba bizatihi budur. Kendini; yaşadığın kültürden, topraklardan, genetik birikimden, gelenekten ayırdığın zaman aslında gerçekle bütün bağlarını koparmış oluyorsun. "İşte bu bir Türk grubudur ve Türk rock’ı da böyle bir şeydir dedirtebilir miyiz insanlara?" asıl kaygımız bu.

Yüksek Sadakat’ta üç zor işin üstesinden gelmeye çalışmışsınız; kendi müziğinizi yapıyorsunuz, grup duruşu içinde olmaya, belki ondan da önemlisi grup müziği yapmaya çalışıyorsunuz. Kutlu grubun kurucusu olarak ne diyeceksin?

- Grubu hasbelkader ben kurduğum için bu konudaki bazı standartları koymak da bana düştü haliyle. Daha ilk günden itibaren gruba gelen her yeni müzisyene şöyle bir şey söylerim: "Seninle birlikte bu grup tekrar kuruldu, sen bugün buraya kenarda durup öbürlerinin ne yaptığını izleyen ve ona göre pozisyon alacak bir adam olarak değil, fikirlerinle birlikte geldin ve diğerleri burada ne kadar konuşma hakkına sahipse sen de o kadar konuşma hakkına sahipsin." Bizde, çok yorulma pahasına bile taviz verilmeyen tek şey var: Stüdyoya girildiği zaman aklınıza gelen en saçma fikri bile sonuna kadar söyleyebilirsiniz. Orada o prova kesilip, o saçma gözüken fikir için en azından bir yarım saat uğraşılır, olup olmayacağına bakılır. Bu, bizim grubumuzun alameti farikası, olmazsa olmazı, değişmeyecek ilk maddesi...

TAS VE SU İLİŞKİSİ

Grup olabilmek için bu yeterli mi peki?


- Her grubun değişik kimyası olabilir. Bizim grubumuzun kimyası da şu; bir kişi şarkı yazıyor sonra hep birlikte o şarkıları hayata geçiriyorlar. Bu, elemanların grupla olan bağlantılarını güçlü tutabilmek, varlıklarına anlam kazandırmak için, bir ön şart. Bir müzisyeni üç kez refüze ederseniz dördüncüsünde ’bana ne ya, ben fikir mikir vermiyorum’ der, bir süre sonra kendi dahiyane fikirlerinizle dımdızlak kalırsınız ortada. Müzik yapmak biraz resim yapmak gibi; yani "renkleri ben düşündüm, fırçayı da başka birisi tutsun" olmaz resimde. Düşünürsün, hayalinde canlandırırsın, nihayetinde resmini yaparsın. Biz de grup olarak böyle yapıyoruz. Çoğu grubun sıkıntısı budur; "kimin fikirleri önde olacak vs". Bu bizde yok.

Bu albümün, Türkçe müziğe burun kıvıran kitleyi etkileyeceğine inanıyor musunuz?

- Popüler müzik Türkiye’de bir türlü derinleşemediği ve finalde hep göbek atmaya indirgindeği için o kaygının haklı bir boyutu var. Oysa popüler müzik en yenilikçi şeyleri de barındırır içinde, en eğlenceye dönük şeyleri de. Elinizdeki tas ne kadarsa nehirden de o kadar su alabilirsiniz. Bizim tasımızın büyüklüğü ve derinliğiyle doğru orantılı olarak da şarkılarımızın büyüklüğü, derinliği ortaya çıkacak. Ne kadar olur, onu zaman gösterecek.

CEMİL DEMİRBAKAN: TÜRKİYE’NİN EN İDDİALI VOKALLERİNDEN BİRİYİM

Cemil, sen hem Doğu hem Batı gırtlağında çok rahat gidip gelebiliyorsun. Türkiye’de iyi erkek solist çok kolay yetişmiyor. İddialı mısın, kendini bir solist olarak nerede görüyorsun?

- Bu tür sorulara cevap verirken "ben" kelimesini çok fazla kullanmaktan hoşlanmayan bir insanım. Ama bu soruyu sorduğun için naçizane cevap vermek zorundayım. Kendimi Türkiye’nin en iddialı erkek vokallerinden biri olarak görüyorum. Sadece yakın geçmiş içinde değil, bütün segmentler içinde.

Sen kimleri beğeniyorsun solist olarak?

- Bence İbrahim Tatlıses Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi vokallerinden biridir. Detonasyonu yoktur, dört dörtlük okur, şarkının duygusunu karşısındaki insana doğru aktarır. Belki ses rengi olarak ona yakın insanlar vardır; ama duygu olarak çok az insan vardır Türkiye’de onun gibi. Yorumcu olarak, klasiklerden Fatih Erkoç’u beğenirim. Müslüm Gürses’i beğenirim. Klip çekeceğimiz ’Üstümüzden Bir Kuş Geçer’ şarkısı volüm olarak benim okuduğum en iddiasız şarkıdır, ama duygu olarak insanlara hemen geçti. Albümde çok daha iddialı şarkılar var, çok daha yukarılara çıktığım şarkılar var. Ama gerçekten ben de dinlediğim zaman bu şarkı olmuş diyorum.

ÇIKIŞ ŞARKISINI BİZ SEÇMEDİK

"Üstümüzden Bir Kuş Geçer" şarkısı daha albüm yayınlanmadan radyolardan çok istek aldı. Sizin de çıkış şarkısı olarak adayınız bu şarkı mıydı?

- Biz onu çıkış şarkısı olarak düşünmüyorduk açıkçası. Kafile ve İhtimaller Denizi arasında gidip geliyorduk. Teknik ve piyasa standardıyla bakınca, bütün albüm içerisinde belki de en radyo dostu diyebileceğimiz şarkı bu. O anlamda radyocular refleks olarak ona yönelmiş olabilirler. Bu da doğal.

Peki neden bu kadar çok sevildi sizce?


- Şarkının kendine has samimiyetinin arkasında yatan unsur hayatlarımızda hep yapmak istediğimiz bir şeye parmak basıyor olması. Biz beyaz yakalı insanlarız. Cemil, endüstri mühendisi; Kutlu gazeteci, diğerleri öğretmen. Biz beyaz yakalılar, hayatımızın bir yerinde bu şehri, sevdiğimiz insanla birlikte terk edeceğiz. Muhtemelen güneye gidip kendimize bir ev yapacağız biriktirdiğimiz paralarla. Öte yandan bir üniversite öğrencisi bir mail atmış şöyle diyor: "Az sonra sınava gireceğim, şimdi şarkıyı dinledim radyoda. Ah şu sınavlar bitse de bu şehirden gidebilsem." Yani gitmek, kaçmak, kalabalığı geride bırakmak hepimizin hayali aslında. Şarkı da o hali anlatıyor.

Şarkıda Hüsnü Şenlendirici’nin inanılmaz bir klarnet solosu var...

- Ara vermiştik, miks çalışmaları nedeniyle kafamız da şişmişti açıkçası. Hüsnü Şenlendirici 4-5 kere çalıp bitirdi işi. O an tam olarak algılayamadık. Ertesi gün gelince dinledik hep beraber. "Adam ne çalmış ya!" dedik. Ne kadar güzel bir solo olduğunu bir gün sonra fark ettik. Dinliyor, hissediyor, işin içine nüfuz ettiği için bu kadar iyi çalabiliyor.
Yazarın Tüm Yazıları