Nilgün Tekfidan Gümüş
Nilgün Tekfidan Gümüş
Nilgün Tekfidan GümüşYazarın Tüm Yazıları

Anahtar kelime

MERHABA. Yazmak bizim işin en keyifli yanıdır.

Aslında ben hep yazdım, hep buralardaydım. Hürriyet’in mutfağındaki editörlerden biri olarak. Mutfak işim yine sürecek. Haftada bir gün de bu sütunda görünür olacağım.
Şüphe yok ki, tarihe not düşülen iki haftayı geride bıraktık. Binin üzerinde Filistinli mahkûm karşılığında İsrailli rehine Gilad Şalit, 1941 gün sonra ailesine kavuşurken, birkaç gün sonra Libya’yı 42 yıllık bir demir yumrukla yöneten Muammer Kaddafi, dünyanın gözleri önünde dövülerek linç edildi. Bu arada İspanya’dan Bask’ın bağımsızlığını isteyen terör örgütü ETA silah bıraktığını açıkladı. Türkiye’nin gündemi ise içleri burktu. Şehitlere ağıt yakan yüreğimiz, Van’daki, Erciş’teki depremle yerle bir oldu. Üzüldük, kahrolduk.

BUGÜN. Yarım asırlık bir hikâyeyle yola koyulacağım. Aslında ucundan köşesinden çoğumuzun dahil olduğu bir yolculuğun öyküsü bu. Türk-Alman İşgücü Anlaşması’nın imzalanmasının 50’nci yılı. Hani 31 Ekim 1961’de Almanya’nın eski başkenti Bonn yakınlarındaki Bad Godesberg’deki Türk Büyükelçiliği’nde imzalanan ve Sirkeci garında sabırsızca dumanlar üfüren kara trene kalkış düdüğünü çalan anlaşma. Bu uzlaşma sayesinde tam 50 yıl önce Alman işverenler, Türkiye’ye gelip işçi seçmeye başladı.

SONRA. Türk filmlerindeki malum hikâye. Karaköy’de kurulan Alman büroları. Sağlam raporu alabilmek için sıraya dizilen, dişlerine kadar sayılan Anadolu insanları. Gelen müjdeli haberle, İkinci Dünya Savaşı sırasında yerle bir olan Almanya’yı yeniden şahlandırmak için yola çıkan sevinçli, meraklı aynı zamanda hüzünlü, buruk, dar gelirli göçerler. Çoğunun hayali aynı. Para biriktirip memlekete dönmek. Aslında Almanya’da da hesap buydu. Törenle karşıladıkları göçmenlere, “Gastarbeiter” dediler.

MİSAFİR İŞÇİ. Günümüze kadar süren entegrasyon, uyum tartışmalarını tetikleyen kırılma noktası da bu oldu zaten. Almanlar için Türkler, “Gastarbeiter”di.
Ucuz işçiydi Türkler. Almanca öğretmek ise maliyet meselesiydi. İşte tren tam da burada kaçtı. Oysa zamanıydı tam. Ne cep telefonları, ne video çalarlar, ne uydu kanalları, ne internet icat edilmişti, ankesörlü telefonla memleketi düşürmek bile mucize sayılırdı. Aksine Türklerin, içine kapanmasına, dökük mahallelerde gettolar kurmasına göz yumuldu. Küçük Türkiyeler kurdular. Memleketten evlendiler. Çat pat Almanca eğitime yetmedi. Üniversite kapısından girebilen Türkler sayılı kaldı.

HEMŞEHRİ. 1984’e gelindiğinde ise hesaplar alt üst oldu. Misafir Türkler geri döndü, ev sahibi olmaya niyetli yüz binlercesi geride kaldı. Almanya bu kez “Auslaendische Mitbürger” (Yabancı kökenli hemşehri) diye anmaya başladı onları. Ne demekse?
Bu arada birinci kuşak girişimcilerden cesaret bulan ikinci, üçüncü kuşak, tüm zorluklara rağmen hayatın içine dalmayı denedi. Başarılı da oldular. Türkiye’den işçi alımı durduruldu, ama Türk nüfusu büyümeye devam etti. Bugün Almanya’da 2,7 milyon Türkiyeli, 80 bin Türk asıllı girişimci bulunuyor. 400 bin kişiye iş imkânı sağlıyorlar. Yıllık ciroları da tahminen 35 milyar euro. Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen “Integration” sancıları sürüyor.

GÖÇ. Olgunluk çağında. Ancak Türk deyince, en çok konuşulan yine entegrasyon. Uyumsuzluk devam ediyor. Kültür, dil, din farkı araya mesafeler koydu. Artık el ele verip bunu aşma zamanı.
Anahtar kelime ise Almancadır. Bizzat Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un “İslam Almanya’nın bir parçasıdır” dediği bir dönemde Türkler hem kültürlerini koruyabilir, hem de çocuklarını Almancaya teşvik edebilir. Türkler, kendini daha iyi ifade ettikçe, yerel seçimlerde oy hakkı, istihdamda fırsat eşitliği, çifte vatandaşlık gibi meselelerde de ilerleme kendiliğinden gelir. “Türkler Almanya’nın başarısı öyküsünün bir parçasıdır” diyen Alman yetkililer de ayrımcılığa prim vermemelidir. Uyumun lisanı birdir.
Yazarın Tüm Yazıları