‘Algı restorasyonu’na ihtiyaç var

DIŞIŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu yurtdışı temsilciliklerinden bir rapor istiyor.

Haberin Devamı

Raporun konusu:
“Gezi olaylarının yarattığı Türkiye algısı”
Haber doğruysa önemli bir çabadır bu...
Hatta gecikmiştir.
Neden mi?
Yaklaşık 1 haftadır Avrupa’dayım. Almanya merkezli Güney Avrupa’yı da kapsayan bir atmosferi izliyorum. Elbette yurtdışındaki diplomatlarımızın gerçeği yazacağını biliyorum.
Ama ben yine de bir gazeteci olarak buradaki havayı aktarmak istiyorum.
Münih, Hamburg, Köln ve Frankfurt’taydım.
Sonra biraz daha Akdeniz’e doğru Güney Avrupa...
Siyasetçilerle, gazetecilerle, yorumcularla, işadamlarıyla, taksicilerle konuşma fırsatım oldu.
Sırasıyla gidersem:
-Gezi olayları burada kesinlikle bir çevre meselesi olarak algılanmamış. Büyük çoğunluk bunun bir insan hakları meselesi olduğuna inanıyor.
-Bu görüntüler ve manşetler Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olan bir lobi için inanılmaz bir materyal olmuş. Türkiye’nin Avrupa medyasıyla olan ilişkisi ciddi şekilde hasar almış.
-Bunca yıldır açılan fasıllar, müzakereler, yatırımlar bu fırsatı kullanan lobi tarafından ciddi şekilde yaralanıyor.
-Kimle konuşsanız, Türkiye’nin antidemokratik, totaliter bir yapıya doğru gittiği konusunda sorular soruyor ve istedikleri cevapları almaya çalışıyor.
-Türkiye’nin Avrupa’daki lobisi ise bu medyatik bombardıman karşısında tıkanıp kalmış.
-AB içindeki Türkiye karşıtı lobi, önümüzdeki tüm toplantılara, müzakerelere psikolojik ambargo koymaya hazırlanıyor. Dahası bu durum belli ki görüşmelerde açıktan olmasa da örtülü bir pazarlık konusu yapılabilir.
-Az sayıdaki siyasetçi ve gazeteci ise, Türkiye’ye bu şekilde ipleri koparan bir üslupla yaklaşılmasının yanlış olduğunu savunuyor. Onların bu görüşünün temeli ise şu: “Türkiye’yle ipleri koparırsak, bu hem Türkiye hem de AB için iyi olmaz. Türkiye AB’yle Ortadoğu ve Müslüman dünyası arasında önemli ve demokratik bir köprüdür. Bir olaya bakarak bu kadar ağır bir şekilde yargılamak yanlış olur.”
Bu görüşü ben de sıkça dile getirdim. Ki böyle bakılması gerektiğine inanıyorum.
AB üyeliğinin Türkiye’ye bir ‘havuç ya da sopa’ sığlığında sunulması yanlıştır.
Türkiye bu ‘üyelik tehdidi’ ile daha da içine kapanabilir...

İMAJ YÖNETİMİ

Son 1 haftada izlediğim gazete manşetleri, radyo yorumları inanılır gibi değil.
Öylesine sert ki...
Sıkça sorulan soru ise şu:
“Peki bundan sonra ne olur?”
Gördüğüm şudur: Türkiye belirli bir disiplin içinde, bir “algı restorasyonu”na gitmelidir.
Kendi içinde sorunları çözen, Kürt meselesinde ciddi bir “barış süreci” başlatan bir ülke olarak, hak ve özgürlükler konusunda azami ölçüde, birinci sınıf demokrasi hedefini dünyaya anlatan bir sürece başlamalıdır. Elbette “Neden CNN 8 saat kesintisiz yayın yapmıştır?” diye sorabilirsiniz...
İlk başta orantısız güç kullanılması, çadırların yakılması yanlış olmuştur. Ama sonra ısrarla Taksim’i işgal edenlere başka türlü ne yapılabilirdi” diye de sorabilirsiniz...
Türkiye’nin son dönemdeki başarılarını kıskanan, Kürt meselesini çözme sürecinden ve ekonomik başarısından rahatsız olanların bir kampanya başlattığını da düşünebilirsiniz...
Ama bütün bu gerekçeler içeride yalnızca sizin inandığınız şeyler olarak kalır...
Çünkü dış medyanın Avrupa’da yarattığı algı öyle değil.
Böyle giderseniz, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” nakaratına saplanıp kalırsınız.

FASIL ZİNCİRİ, SABIR ZİNCİRİ

VE eğer o nakaratın tek sesli kaderine saplanmak istemiyorsak, bir an önce, “biz ve onlar” jargonundan çıkıp, AB yolundaki Türkiye’nin tam demokrasi hattında bu yoluna devam ettiğini gösteren bir “algı restorasyonu” için bir çaba olması gerekiyor...
Ve  özellikle diplomatlarımızın özgürce çalışabilmesi için onların tecrübelerine ve “diplomatik zekalârı”na güvenen bir sürecin başlatılması gerekiyor.
Ve daha önemlisi, AB Bakanlığı’nın yıllardır ördüğü diplomatik ilişkiler var...
Türkiye AB’ye giriş isteğini zaten AB Bakanlığı kurarak perçinlemiştir. Dışişlerinin önemli ve tecrübeli ismi Volkan Bozkır, şimdi Haluk Ilıcak, Burak Erdemir, Ahmet Yücel ciddi şekilde çalıştılar, çalışıyorlar.
Bitmeyen bir “fasıl zinciri”ne karşı “sabır zinciri” kurdular.
Ve Egemen Bağış...
Bakmayın siz o sert açıklamalarına... En sakin müzakerecidir aslında. Esprisi de kuvvetlidir.
Ama olay geldi, AB müzakeresini aştı, siyasetçilerin “egemenlik müzakeresi”ne dönüştü...
İçişleri ile dışişleri “iç-dış” oldu...
İşte buradan çıkmak lazım...
Almanya’nın da Türk Büyükelçisi’ni çağırıp “sert uyarı” yerine, “anlayış beklendiği”ni ileten bir tutuma girmesi lazım...
Evet, işte bu nedenle Davutoğlu’nun gecikmiş de olsa bu talebini önemsiyorum...
Çünkü benim Avrupa’da gördüğüm “Türkiye algısı”, orantısız bir güçle kötüleştiriliyor.
Dünya yeniden bir “ekonomik çalkantı”ya girerken...
En son yapılan 3. havaalanı ihalesinden tutun milyarlarca dolarlık yatırım ve ihalelere kadar onca yatırımı böyle bir “Türkiye algısı”nda yönetmek
çok zor olur...

Yazarın Tüm Yazıları