Kadınlar düş kurarsa

Güncelleme Tarihi:

Kadınlar düş kurarsa
Oluşturulma Tarihi: Haziran 13, 2011 00:00

Hep bir hayal olarak akıllarında duran, zaman zaman sohbetlerde “keşke”lerle önlerine düşen ama bir türlü olmayan, geciken bir düştü onlarınki. İstiyorlardı ki feminist düşünceye dair sözler çoğalsın, daha çok kadın kendi hikayesini anlatsın, yayınevlerinin ilgi göstermediği kadın sözleri kitaba dönüşsün, feminist yayınevleri var olsun.

Neyse ki feminist hareket bu ülkede sadece istemenin yetmeyeceğini öğretmişti onlara. “Kadın başlarına” mücadele etmenin, düş kurmanın, söz söylemenin ne demek olduğunu da çok iyi biliyorlardı. Ve sonunda “keşke” demeyi bırakıp yıllardır biriktirdiklerini bir araya getirdiler ve Ekim ayında kurdular kendi yayınevlerini. İçlerinden birinin düşüne giren ismi verdiler ona: Ayizi!

Düş kurmaktan hiçbir zaman yorulmamış üç kadın, Aksu Bora, İlknur Üstün ve Selma Acuner Ayizi Yayınevi’ni anlattı.

Neden ‘Ayizi’?

İlknur Üstün: Esas sebep, yıllar önce Aksu’nun gördüğü bir rüya! Yayınevinin ismi bu olsun dedi, biz de rüyasını gördüğüne göre, vardır bir hikmeti diye düşündük ve kabul ettik.
Selma Acuner: Hem ay, dünyadaki dişil ögeyle, suyla ilişkilidir. Onun izini yayınevinde taşımak fikri hoşumuza da gitti doğrusu. Onun izinden gitmek de.

“Ayizi’ni kendi okumak istediğimiz kitapları yayımlamak için kurduk” diyorsunuz. Nedir bu kitaplar?
Aksu Bora: Çok şey. Bu sözün sebebi, bize gelen dosyaları yayımlamaktan çok -bunu tabii ki yapacağız-, kitaplar tasarlamak, bunlar için yazarlar bulmak, onlarla birlikte çalışmak gibi niyetlerimizin olması. Memleket bilgisinin kadın gözüyle, feminist bir ışıkta toplanıp değerlendirilmesi, paylaşılması öncelikli derdimiz. Bunu yapan kadınlarla birlikte çalışmak istiyoruz, ki ilk kitabımız olan Makbul Anneler Müstakbel Vatandaşlar da böyle bir kitap zaten.

YAZILMAYAN HİKAYELER

İlknur Üstün: Sonra, kadınların yazmaya değer bulmadıkları ama anlattıkları hikayeler var, bunları yayımlamak istiyoruz. Kadınların yazıyla ilişkilerini kolaylaştırabilirsek müthiş şeyler olabileceğini hissediyoruz.
Selma Acuner: Güzel hikayeler, romanlar yazan ama yayıncı bulamayan kadınlarla çalışacağız. Çekmecelerden neler çıkıyor bilseniz! Saklanıp gününü bekleyen bütün bu “çekmece edebiyatı”, bizim okumayı çok isteyeceğimiz metinleri de içeriyor.

Çıkar ya bazen karşımıza; bazı kadın yazarlar onlara yalnızca yazar dememizi istediklerini, asıl ayrımcılığın ‘kadın’ denmesinde yattığını söylerler. Bir yazarın cinsiyetini vurgulamak sizce de ayrımcılık yapmak mı demektir?
Aksu Bora: “Bana kadın demeyin” diyen birine ille de kadın demek biraz saçma görünüyor, değil mi? Ama o birine bazen hatırlatmak istiyor insan: Adamlar birbirlerinin gözüne bakarak konuşurlarken ve senin sözünü bir türlü duymazlarken, hatta bir toplantıda sanki sen hiç konuşmamışsın gibi, sözünün bitmesini bekleyip kaldıkları yerden devam ettiklerinde, sana “kadın” demiş olmuyorlar mı? Diyeceğim, cinsiyeti vurgulayan biz değiliz, ayrımcılık yapanlar. Yani ayrımcılık bir sonuç değil, neden?

İlknur Üstün: Bir de bizim açımızdan şu önemli: “Ben hiçbir grubun, hiçbir ‘ailenin’ üyesi değilim” demek bir yazara ne kadar yakışırsa, “ben siyahım” demek de o kadar yakışır. Hele gerçekten siyahsa!

YALNIZCA KADIN YAZARLAR

Kitapları neye göre seçeceksiniz? Yalnızca kadın yazarların kitapları mı yayımlanacak?
İlknur Üstün: Pek çok ölçütümüz var. Hani, çifte standart bile değil, çoklu standart! “Bize biraz acayip görünüyor ama enteresan bak bu söylediği” diyebildiğimiz bir kitabı da basarız, “ahh, ne güzel söylemiş”i de; “bak, bunu hiç bilmiyordum”u da, “kalbime işledi”yi de, “hah, zaten biz de böyle düşünüyorduk”u da... Arada istisnalar olabilir ama evet, yalnızca kadın yazarların kitapları yayınlanacak.

“Keşke ilk biz yayımlasaydık” dediğiniz kitaplar var mı?
Aksu Bora: Olmaz mı! Oya Baydar ve Melek Ulagay’ın Bir Dönem, İki Kadın/Birbirimizin Aynasında kitabını biz basmalıydık mesela! Ama biz öyle “tüh tüh” diyecek kadınlar değiliz, harekete geçeriz. “Biz bassaydık” diye düşündüğümüz bir-iki kitabın peşine düştük bile. Yayıncılarının kıymetini bilmediği, baskısı tükenmiş, aslında bugün de ışıldayacak birkaç kitap...

Dört ayda dört kitap

AYİZİ Yayınevi Mart’tan beri dört kitap yayımladı. İlk kitapları Sevi Bayraktar’ın Gazi Mahallesi’nde yaptığı, sertifikalı anne olmak nasıl bir şey sorusu etrafında örülmüş etnografik çalışması Makbul Anneler Müstakbel Vatandaşlar’dı.
Hemen ardından 1970’lerin sonu, bir iç Ege kasabasından dört hikayeden oluşan Yeşim Erdem imzalı Filedelfiya Hikayeleri ve Meral Akbaş’ın 1981-82 Mamak cezaevi kadınlar koğuşunu anlatan Biz Bir Orduya Kafa Tuttuk Arkadaş: Mamak Kitabı geldi.
Geçtiğimiz günlerde ise feminist kitaplığa yeni bir kitap daha kazandırdılar: Kankurtaran. Hande Ortaç’ın kitabı gündeliğin, sıradanın çok boyutluluğunu gösteren hikayelerden oluşuyor.

Hayat hikayelerimizi paylaşacağız

Aksu Bora: Kadınlar en çok birbirlerinden güç alırlar; “kadın kadının kurdudur” lafının durmadan tekrarlanması karşısında, bu güçlenme ve dayanışma ilişkisini öne çıkarmayı önemsiyoruz. Bunun için hem nehir söyleşiler dizisiyle hayat hikayelerimizi paylaşacağız, hem mesela sonbahara hazırlanacak bir kitabımızda kadın dostluğunu konu edeceğiz. Nebahat Akkoç gibi hepimizin tanıdığı ve hayatını merak ettiği, ondan güç aldığı kadınlarla da konuşacağız, o kadar tanınmamış kadın kahramanlarla da? Göç etmek zorunda kaldığı koca şehirde üç çocukla ve evlat acısıyla ve hayatla başa çıkamayan kocayla tutunmayı başarmış, tutunmak ne kelime, mahalledeki hayatı bambaşka bir şeye çevirmiş bir kadına kahraman demeyeceğiz de ne diyeceğiz!
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!