Kadının olmadığı yerde adamın da adı yoktur

Güncelleme Tarihi:

Kadının olmadığı yerde adamın da adı yoktur
Oluşturulma Tarihi: Mart 25, 2016 13:26

“Adam vitrinin önünde duruyordu. Birbirinden şık kıyafetlerden birini beğenmiş olacak ki cama iyice yaklaştı. Evet, şu kırmızı siyahlı olan tam istediği gibiydi. Elini cebine attı...”

Haberin Devamı

Kadının olmadığı yerde adamın da adı yoktur
Ankaralı yazar Zeynep Yenen, özgün bir fikirden yola çıkarak yazdığı ilk öykü kitabı “Adam Vitrinin Önünde Duruyordu”yu ekim 2015’te okurlarıyla buluşturdu. İkinci baskısını yapan kitabında, kırmızı elbiselerin paketlenmesiyle başlayan ve farklı kimliklerin evlerine konuk olan otuz farklı öyküde, kayıplar var. Kadına-çocuğa ve hayvanlara yönelik şiddetin her türlüsü var. Cinsel kimlik sorgulamaları, aşkta ve kadın-erkek ilişkilerinde aynı dili konuşabilmek ya da konuşamamak var. Göç hikâyeleri, madenci öyküleri, toplumsal olayların yansıması var. Fanatizmin ve bilgisayar oyunlarının hayatımızı ele geçirmesi, aile ilişkilerindeki roller ve sorumluluklar var. Mizahi yönüyle bakacak olursak, bir kâğıt mendilin ucundaki mikroplar var. Reklam filmlerinde gördüğümüz yaratıklar, bir aile kurmuş Zeynep Yenen’in öyküsünde. Aslında onun sağlıkçı yönü, bir diş hekimi olduğu düşünüldüğünde bizi şaşırtmayan kurgusuna, mesleği ve öykücülüğü arasındaki incecik çizgiye dair merak edilenleri, Ankara Hürriyet okurları için konuştuk.

Haberin Devamı

* Diş hekimisiniz ve ödüllü öykülerden, ortak kitaplardan sonra ilk kitabınız “Adam Vitrinin Önünde Duruyordu” raflardaki yerini aldı. Yazar Zeynep Yenen’i tanıyalım; sizdeki bu yazma tutkusu ve öykü kitabınıza giden serüven nasıl başladı?
İlkokulda, küçük bir Anadolu kasabasında yaşarken bir öykü yazdığımı ve annemle babamın öykümü daktilo ettirip yarışmaya yolladıklarını hatırlıyorum. Kimse kazanıp kazanamadığımı konu etmedi. Ama onların heyecanı, yanımda olmaları, benim için çok önemliydi. Sonra kendi çizgi romanımı yazdım. Beğendiler, kuzgun yavrusuydum. Ben küçüktüm, kütüphanemiz kocamandı. En şevkli konuşmalarımız kitaplar hakkındaydı. Öykülerime gelince; bundan 28 yıl önce almak isteyip de alamadığım bir elbiseyle başladı her şey. Sözleneceğim gece için kaparo vererek ayırtmış olduğum elbise, bir hafta sonra satılmıştı. Yaşlı bir adamın ısrarla, vitrindeki elbiseyi peşin para ödeyerek aldığını öğrenmiştim. Kırgın, kızgın oradan ayrıldım. Düşününce adamın o elbiseyi hangi gerekçe ile almış olabileceği konusunda dört öykü geldi aklıma; yazdım. Bir elbise binlerce değişik nedenle alınabilirdi. Geçen zaman, gazete manşetleri, olaylar, yaşananlar ve çevre yeni öyküleri yazdırdı. Bu süreçte UMAG ve TÖMER atölyelerine katıldım. Ankara Öykü Derneği’ndeki yazar koçluğu derslerinde öykülerimin, sizin tarafınızdan ve hocamız Aysu Erden tarafından okunmuş, değerlendirilmiş olması beni cesaretlendirdi. Şimdi “Kadın Vitrinin Önünde Duruyordu”yu yazıyorum.

DEĞERLİ MALZEME ÜZERİNDE İNCE İŞLEMECİLİK

Haberin Devamı

* Diş hekimliği ile öykü yazarlığı arasında bir bağıntı kuruyorum. Mesleğiniz gereği dar alanlarda çalışıyorsunuz; öykü de türü gereği böyle. İkisinde de bir kuyumcu titizliği, ince işçilik ve estetik kaygılar söz konusu.
Bu konuda çok güzel bir bağlantı kurmuşsunuz. Galiba öykülerime de yansıdı bu dar alan. Kısa kısa öyküler yazdım. Aslında ben öykü yazarlığıyla kuyumculuğu da birbirine benzetirim. Değerli malzeme üzerinde, ince işlemeciliktir öykücülük.
* Kırmızı elbiselerin paketlenmesiyle başlıyor her şey. Farklı karakterlerin dünyalarına konuk olan bu elbiseler üzerinden, cinsel kimliklere göndermeler yapıyorsunuz. Bize yüklenen, kendimiz olmayı engelleyen bu sıkışıp kalmışlığı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kırmızı; sıcak, ateş, aşk ve agresiflik gibi kavramları akla getiriyor. Aynı zamanda da kan basıncını arttırıcı etkisi olduğu düşünülüyor. Öykülerde olduğu gibi bazen bir kırmızı elbise kişinin sıkışmışlığını ortaya çıkarıveriyor ya da kendine bile itiraf edemediği düşüncelerini dışa vurmasına sebep oluyor. Kırmızının gücü diyebiliriz buna.

Haberin Devamı

ÖNYARGILARIN KIRILMASINI ARZU EDİYORUM

* Renkler üzerinden yaşamı sorguluyorsunuz. Bu, bazen tuttuğu takımın renklerinin ele geçirdiği bir taraftar oluyor, bazen de bir gazete haberinin yönlendirmesi... Kırmızı elbiseli bir kadın gördüğümüzde toplum olarak ona neden “şuh” yakıştırması yapıyoruz? Bu renkle derdimiz ne olabilir?
Ben burada sinemacıların, izleyicinin odaklanmasını sağlamak için kullandığı rengi seçerek, kırmızı giyen kişiyi okuyucuya odaklamayı amaçladım. Şimdi okuduğum kitaplar da bunu söylüyor. “Ben de kırmızı giymeyi seviyorum. Utangaç bir kişiliğim olduğu için böylelikle kamufle ediyorum“ diyen bir okurun sözleri de kırmızının kullanımına psikolojik açıdan bakmama yol açıyor. Yani kendimizi daha iyi hissetmek, sıcak hissetmek için de giyebiliyoruz. Öykülerimde ise elbise anneye, eşe, sevgiliye veya bir kız evlada alınıyor. Ancak birinde hayat kadınına alınıyor; diğer bir öyküde ise öldürülen kadına bakarak ”hangi normal kadın, evinde giyer böyle süslü püslü kırmızı kıyafeti” şeklinde bir yargı var. Böyle bir önyargıya sahip olanlar var ne yazık ki.

Haberin Devamı

KADININ ADININ OLMAYIŞINA VURGU

Kadının olmadığı yerde adamın da adı yoktur
* Öykülerdeki çoğu karakterin adı yok; neden? Bunu belli bir amaç için mi yaptınız; biraz seni, biraz beni, biraz hepimizi imlemek için..?
Evet, aslında toplumumuzda kadının adının olmayışına bir vurgu olsun istedim. Bir şeyi daha vurgulamak istedim bu öykülerde; kadının adı yoksa adamın da adı yok! Çünkü öykülerin çoğunda adamın adı yok. Kadının adı olmadığı için adamınki de sorgulanmıyor, akla bu soru gelmiyor. Bence kadının adının olmadığı yerde adamın da adı yoktur diye düşünüyorum.
* Öykülerinizdeki karakterden onu 38, ikisi 40 ve biri de 42 beden elbise giyiyor. Günümüz kadınlarındaki özencin, onlara dayatılan ince/fit görünümün altını çizmek için mi özellikle 38 beden vurgusu yaptınız?
Bize dayatılan bir ince olma kodlaması var, haklısınız. Moda evleri genellikle büyük beden çalışmıyor. Şık bir elbiseyi sadece ince bir kadın giyebilirmiş gibi bir algı yaratılıyor. Sağlık için fazla kilolarımızdan kurtulmalıyız diye düşünüyorum; bize dayatıldığı için değil. Öykülerdeki bedenlere gelince, 28 yıl önce bu hikâyeleri yazmaya başladığımda almak isteyip de alamadığım o elbise 38 bedendi. İlk öykülerde onun etkisi olabilir. Sonraki öykülerimde ise kadın karakterlerin yaşı etkiledi, bedenleri.

Haberin Devamı

AŞIRI SEVGİ HAFİFLETİCİ NEDEN

* Şiddetin her türlüsüne tanık olduğumuz sarsıcı öyküleriniz var; kadına, hayvanlara ve çocuklara… 2015’te 250 kadın, erkekler tarafından öldürülmüş, bıçaklanmış, yakılmış, boğulmuş... Toplum, basın ve yasa koyucular bu cinayetlere ve arkasındaki şiddet olgusuna yeterli duyarlılığı gösteriyor mu sizce?
Rahmetli babam hukukçu olduğu için bu konuda yaptığımız tartışmalarda yasalarımızın kadını koruduğunu söylerdi. Gerçekten de yasalarda zorla evlendirmek suç. Fakat sık sık karşılaşılan bir durum, zorla evlendirme. Yasada, aşırı sevgiden öldürmek yok. Ama bu hafifletici neden olarak sunulabiliyor pek çok kez. Bu kararı veren, yasayı kullanmıyor. Yasanın içinden özenle, cımbızla arayıp bulduklarını kullanıyor. Kadınlarda okuryazarlık oranının düşük olması da yasal haklarımızı öğrenmemiz açısından bir engel teşkil ediyor. Kocası tarafından bıçaklanıp yaralanan kadın, çocuklarının nafakasını yine aynı adam getireceği için şikâyetçi olmayabiliyor. Aileler barıştırmaya çalışıyor. Yasa burada kadını korumak için bir şey yapamıyor. Yani sorun, biraz da yasa dışı uygulamaya yol açan bizlerde ve bazen yasayı uygulayanlarda. Güzel bir kamu spotu vardı televizyonda. Şiddet görme riski olan kadının çevresini sarıyorlardı, onu korumak isteyenler. Lütfen bunu yapalım. Destek olalım, yasal hakkını kullanamayan kadınlarımıza.

BAKMADAN GEÇME!