GeriSeyahat Yeniköy'de kahve, oruk, fındık
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Yeniköy'de kahve, oruk, fındık

Yeniköy'de kahve, oruk, fındık

Boğaz semti Yeniköy'de bir pazar günü önüme çıkan ilk yer Swiss Cafe oldu. Orada önüme gelen kahve içtiklerimin hepsinden daha güzeldi. Köybaşı Caddesi üzerindeki Antakya Mutfağı lokantasını iki genç hanım açmış. Burada oruk (içli köfte) yedik. Dönüşte küçücük bir dükkandan harika Giresun fındıkları aldım...Elimde değil. Havalar güzelleşince içime bir iyimserlik bulutu gelip yerleşiyor. Yüreğimin atışı değişiyor. Yerimde duramaz oluyorum. Kötü düşünceler kafamın içinden uçup gidiyor. Masmavi gökyüzündeki kar beyazı bulutlar gökten başımın üzerine iniyor ve böyle bir günde bir Hıristiyan azizinin niçin başında bir haleyle anıldığını daha iyi anlıyorum. Kısacası şairi mahveden güzel havalar, benim de başımı döndürüyor.İşte böyle bir pazar gününde ilk kez Yeniköy'e indim. ‘‘İndim’’ sözünü yadırgamayın. Çünkü birkaç yıldır bu köyün sırtlarında bir yerlerde oturuyorum. ‘‘İlk kez’’ deyişimi de açıklayayım. Uzun zamandır kalabalıklarla bir türlü barışamadığımdan pazar günlerini evde kitap okuyarak ve opera dinleyerek geçiriyordum. Çok da keyifli oluyordu.Bu ilk ve ender pazar gezintimin gerçekleştiği Yeniköy, İstanbul Boğazı'nın çok güzel köşelerinden biri. Zaten Boğaz'ın köyü olsun da güzel olmasın hiç mümkün mü? ‘‘Su akar Türk bakar’’ sözünü bize açık bir hakaret sayıyorum. İnanmayan, İstanbul'un seçkinlerinin yüzyıllardır Boğaz'ın iki kıyısını da inci gerdanlık gibi süsleyen yalılarına baksın. Bu estetiği anlamayıp da yalıların yerine beton binaları dikenlerin kocaman ayıbı da boyunlarına tabii.KÜÇÜK SWISS CAFEGündelik sabah yürüyüşlerimi uzunca bir süredir Belgrat Ormanı'nda yapıyorum. Ancak Boğaz'ın bu yakasında yürüyüş için Yeniköy'de mükemmel bir parkur olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.Yine böyle bir yürüyüş sırasında yorulup bir kahve içmek istedim. Önüme çıkan ilk yer, ‘‘Swiss Cafe’’ oldu. Burası küçücük bir eski ev. İçi ise elden geçirilmiş ve pırıl pırıl. Böylesine temiz bir mekanla karşılaşmak günün güzel sürprizlerinden biriydi. Üst katta minicik bir mekan var. On beş yirmi kişiyi ancak alacak kadar. Garsona bir sütlü kahve ısmarladım. Kahvenin tadını bilmez değilim ve bu yaşıma kadar çok güzel kahveler içtim. O gün önüme gelen ise belki de bunların hepsinden daha güzeldi.Bir de müzikli mekanlarla ilgili çözemediğim bir sorunum var. Galiba yaşımdan ötürü böyle yerlerden hoşlanmıyorum. Oysa o gün ilk defa çalınan yumuşacık bir müzik adeta ruhumu okşadı. Lisa Ekdahl adında bir İskandinav şarkıcı Salvadore Poe'nun şarkılarını söylemekteymiş. Masadaki küçük saksı içinde bizi selamlayan papatyalar ise işletmecinin misafirlerinin ruhuna da hitap etmeyi unutmadığını hatırlatır gibiydi.Kahvemi içip biraz dinlendikten sonra aşağıya indim. Bu sırada kahvenin sahibi, İsviçre asıllı Ursula Yazıcı eşlik etti. Alt katta minicik bir bar var. Bir akşamüstü buluşması için harika bir yer.Daha güzeli ise barın açıldığı ufak bahçe. Şu günlerde buraya birkaç masa konuyor ve misafirler burada ağırlanıyor. Çiçekler ve böcekler ile şenlenmiş nefis bir masal bahçesinden söz etmekteyim.Bayan Yazıcı kapıdan uğurlarken kulağıma bu kez bir başka müzik geldi takıldı. Çalan bestecisini bilmediğim çağdaş bir klasik eserdi. Merak ettim ve caddeye bakan alt kattaki dükkana girdim. Ursula Hanım'ın eşi Aydın Yazıcı burayı bir plakçı olarak düzenlemiş. Bize çok hoş parçalar dinletti. Sohbeti de yanımıza kar kaldı.Kahvelerimizi içtikten sonra, eşimle birlikte, Boğaz kıyısında biraz yürüdük. Erken bir akşam yemeğine karar verdik. Yolumuzun üstüne ilginç bir lokanta çıktı.ANTAKYA MUTFAĞI DAPHNEAçıkçası lokantanın ilk adı o kadar ilgi çekici sayılmaz. Daphne (Türkçesi defne) ismi biraz lalettayin görünüyor. İyi ki bunu ‘‘Antakya Mutfağı’’ diye bir ad izlemekte. Çukurova Üniversitesi'nde asistanlık yaparken Antakya'ya gitmiştim. Orada yediğim yemekleri hiç unutmadım. Mutfak Dostları Derneği'nin başkanlığını yürüttüğüm yıllarda bunu o kadar çok anlatmış olmalıyım ki, yönetim kurulundaki arkadaşlarım, ‘‘öyleyse bir Antakya yemekleri haftası düzenleyelim’’ dediler. Semahat Arsel hanımın desteği ile Divan Oteli'nde böyle bir etkinlik yapmıştık. Onun da tadı haftaya katılanların tümünün damağında uzun süre kaldı.Yeniköy'de Köybaşı Caddesi üzerindeki Antakya Mutfağı lokantasını iki genç hanım açmış. Biri zaten Antakyalı olan Serap Boz. Diğeri ise Esra Cevahir. İçerisi bir önceki mekandaki gibi pırıl pırıl. Bir başka benzerlikleri de küçüklükleri. Restoranın kapasitesi otuz kişiyi bulmuyor.Sıcacık pidelerimizi zahterli zeytinyağına ve tuzlu yoğurda banarak yemeğe başladık. Zahter denen kekiğin nefasetini anlatmayı bir başka yazıya bırakmamı hoş görün. Ancak şu kadarını anlatmadan noktayı koyamam. O akşam ikram edilen nar ekşili taze zahter salatası insanın aklını başından alıp gökyüzüne uçurabilirdi. Antakya'nın tuzlu yoğurdu da mutlaka bir başka yazı konusu olmalı.İstanbul'da içli köfte hep kızartma olarak bilinir. Burada ise ‘‘oruk’’ haşlama olarak da yapılıyor. Nar ekşisiyle lezzetlendirilmiş kurutulmuş patlıcanlarla yapılmış dolma tek kelimeyle nefis. Ben ana yemek olarak ‘‘tepsi köftesi’’ istedim. Önüme küçük bir sahanda, domates sosunun içinde incecik bir köfte geldi. Uçuk bir sarımsak tadı, kırmızı biberin lezzeti ve kekiğin esintisi ile bu köfte bambaşka bir yiyeceğe dönüşmüştü. Hele pişme sırasında domates salçasına köfteden geçen tadın oluşturduğu bileşim adeta bir rüya. Türk mutfağının sosuyla, etiyle, sebzesiyle oluşturduğu bu evliliği kıskanmayacak bir mutfağın alnını karışlamak gerek.Yemeğin finalini, Arapların mırra'sına benzeyen kaynatılmış bir Antakya kahvesiyle yaptım. Bu kahvenin espresso kıvamındaki kavrulmuşluktan gelen tadı unutulacak gibi bir şey değil.GİRESUN FINDIKÇISINihayet eve dönerken, yol üzerindeki küçücük bir dükkandan harika Giresun fındıkları aldım. Bülent Mutlu'nun ‘‘Giresun Fındıkçısı’’ günün son sürprizi oldu...Yıllar var ki, restoran tanıtım yazısı yazmıyorum. Bu yazıdan ötürü öyle bir hevesim olduğunu da düşünmeyin. Ben sadece İstanbul'un bir Boğaz köyünde yaşadığım kısa süreli mutluluğu sizlerle paylaşmak istedim. Hepsi o kadar...
False