Yılmaz Coşkun

Özgener ve İzmir futbolu

22 Ağustos 2008
YİRMİ yıla yaklaşan tanışıklığımıza, dahası dostluğumuza dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; bu ülkede Futbol Federasyonu Başkanlığı yapacak kalibrede üç kişi varsa, biri hatta birincisi Mahmut Özgener’dir... Her seçim öncesi birbirlerinin gözlerini oyan futbol oligarklarının konsensüsü ile aday gösterildiği genel kurulda 216 oyun 202’sini alarak o koltuğa oturması sözlerimin belgesidir.

Ama eğri oturup doğru konuşalım, iki hafta öncesine kadar bu işin bu kadar kolay olacağını düşünmüyordum.

Başarılı bir işadamı, vizyon sahibi bir yönetici, sosyal yönü güçlü bir insan ve baba mirası kulüpçülüğü alfabesinden başlayarak öğrenmiş deneyimli bir spor adamı da olsa, Bizans’ın labirentleri beni ürkütüyordu...

Nasıl ürkütmesin...

Her defasında "Aday değilim" diye bangır bangır bağıran Lütfü Arıboğan’ı...

Evlat acısıyla yanıp kavrulan M.Ali Aydınlar’ı...

En yakın dostu Levent Kızıl’ı...

Yol arkadaşı Serdar Güzelaydın’ı...

Hatta hatta Fethi Heper’i ortaya atıp içeriden vurmaya, yolunu kesmeye çalışmadılar mı?

Kulüpler Birliği Vakfı’nın ardından tüm taban birlikleri birer birer desteklerini açıklarken kerameti kendinden menkul medya goygoycuları utanmadan son dakika sürprizlerinden bahsetmediler mi?

Başbakan Erdoğan’ın, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Başesgioğlu’nun kafasını karıştırmaya çalışmadılar mı?

Tüm bu soruların yanıtı "Evet" olduğu için kuşkularım vardı...

Ancak başaramadılar. Mahmut Özgener, ’’Mazhar Amca" dediği rahmetli Mazhar Zorlu’dan 28 yıl sonra o koltuğa oturan ikinci İzmirli oldu.

Hem de tarihi bir ittifakla.

Özgener’in Futbol Federasyonu Başkanlığı’na seçilmesi, son yıllarda hemen her alanda hüsrana uğrayan İzmir adına kazanılmış ciddi bir zafer olmanın yanında, bölge futbolu açısından önemli bir moral dopingidir.

Ve bu yüzden, başta Altay olmak üzere senelerdir itilip-kakılan, mağdur edilen, hakkı yenen İzmir kulüpleri üvey evlat olmaktan kurtulup, has evlat konumuna geçmek isteyeceklerdir.

Özünde "rövanşist"duygular barındıran bu beklentiler, Özgener’in en büyük sıkıntısı, Futbol Federasyonu’nun ise yumuşak karnı olacak.

Düşünün; Altay ya da Karşıyaka bu sezon Süper Lig’e çıkarsa düşmanlarının, çıkamazsa dostlarının boy hedefi haline gelecek.

Yani, ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranacak.

Tanıyan herkes bilir ki, kimseye minneti olmaz Mahmut Özgener’in...

Sıcaktır, sevecendir, dost canlısıdır ama birilerini hoşnut etmek adına ilkelerinden ödün vermez, duruşunu bozmaz.

Bu yüzden "Özgener başkan oldu, İzmirliler yaşadı" diyenler hayatının hatasını yapar.

Ancak şunun altını çizmekte yarar var; düne kadar İzmir’i, İzmirlileri bozuk para gibi harcayanlar, Mahmut Özgener’in Federasyon, Oğuz Sarvan’ın MHK Başkanlığı koltuğunda oturduğu bir dünyada diledikleri gibi at koşturamayacaklar, koşturmamalılar da...

Çünkü bu kentin futbolu, futbolcusu, yöneticisi, teknik adamı, taraftarı, gazetecisi artık şamar oğlanı olmak istemiyor...
Yazının Devamını Oku

Değer miydi?

21 Haziran 2008
İKİ yıl kadar önce İzmir'de yaşayanların ve İzmir'i yönetenlerin Göztepe'yi sahipsiz bırakmalarına tepki amacıyla kaleme aldığım bir yazıyı şu cümlelerle noktalamıştım: Ben Göztepeli değilim. Yakın çevrem Altaylı olarak bilse de, 3. Lig'e düştüğü günden bu yana soranlara "Göztepeliyim" diyorum. Herkese tavsiye ederim...

Şövalye ruhuyla sarfedilmemişti bu sözler.

Zayıftan yana olmak, dar gününde bir dosta omuz vermek gibi duygusal misyonu da yoktu.

Aynı yazıda, ’’Bu kentin en önemli simgelerinden biri. Milyonları peşinden sürükleyen bir fenomen. 80 yılın imbiğinden süzülmüş bir kültürdür"
diye tanımladığım Göztepe'ye sırt çevirenlere isyanın bir ifadesiydi.

Ama bugün aynı cümleyi yazabilir miyim, bilmiyorum. Daha doğrusu sanmıyorum.

Hatta en zor gününde, "Alayına isyan, ölümüne Göztepe" diye haykıranların bile geldiğimiz noktada Göztepeliliklerini sorguladıklarına inanıyorum. Çünkü Göztepe artık sadece Göztepe değil.

Göztepe artık altın...

Göztepe artık petrol...

Göztepe artık para...

Göztepe artık hisse senedi...

Göztepe artık yatırım...

Kimse kalkıp,"Endüstriyel futbol... Global ekonomi" mavalları okumasın.

Efsane bitti...

83 yılda yazılan destan, tek bir imzayla tarihin çöplüğüne atıldı.

Maç almakla kulüp almak arasındaki farkı algılayamayanlar 83 yıllık bir saflığı, 83 yıllık bir masumiyeti kirlettiler...

Değer miydi Nevzat Abi?

Değer miydi Halil Abi?

Değer miydi Mehmet Abi, Fevzi Abi, Ertan Abi, Ceyhan Abi, Nihat Abi?

DEĞER MİYDİ?
Yazının Devamını Oku

Çağlayan’ın onuru

21 Mayıs 2008
İzmir Gazeteciler Cemiyeti Disiplin Kurulu, Yenigün Yazarı Çağlayan Sueli’yi, "Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması Jürisi’ne hakaret ettiği" gerekçesiyle üyelikten ihraç etti. İlk anda aile içi bir mesele gibi görünse de, konuya "ifade özgürlüğü, yazar sorumluluğu, meslek örgütü-çalışan ilişkileri" gibi farklı pencerelerden baktığımızda geneli ilgilendiren, güncel bir sorunla karşılaşıyoruz.

Olay kısaca şu; Çağlayan, 2006’da Hasan Tahsin Gazetecilik Yarışması’na, "Güncel Spor Yazıları" dalında bir eserle katılır. Değerlendirme sonunda jüri, bu kategori dahil olmak üzere sporla ilgili dört dalda, "Ödüle değer eser bulunamadı" açıklamasını yapar.

Bu ifadeyi kırıcı bulan Çağlayan da tepki olarak, "Spora Değer Jüri Bulunamadı" başlıklı bir yazıyla jürinin oluşma biçimini ve işleyişini eleştirir. Dahası, 2007’de jüri teşkilinde bir değişiklik olmayınca, protesto için bu yazıyla yarışmaya katılır.

Jüri yine "Spor Güncel Yazıları" dalında ödüle değer eser bulamaz, Sueli bir kez daha kaleme sarılır ve "Değerli Jüriye Rastlanamamıştır" başlığıyla bir yazı daha yazar. Film de bu yazıdan sonra kopar.

Cemiyet Yönetim Kurulu’nun, Jüri Başkanı Zeynel Kozanoğlu ve Jüri Üyesi Tülay Cengiz’in başvurusu üzerine Disiplin Kurulu’na sevkettiği Çağlayan üyelikten ihraç edilir.

Dikkatinizi çekerim; Çağlayan Sueli hırsızlık yaptığı, banka hortumladığı, ihaleye fesat karıştırdığı için değil; düşündüklerini yazdığı, kendince yanlış bulduğu bir uygulamaya tavır aldığı, gazetecilik onuruna sahip çıktığı için cezalandırılır.

Kim tarafından?

Her fırsatta düşünce ve ifade özgürlüğünü savunan kendi meslek örgütü tarafından.

İzmir çukurunda eline kalem yakışan üç-beş gazeteciden biri olan Çağlayan’ın bu olayla ilgili tüm yazılarını okudum. Evet, sertlik dozu biraz yüksek, biraz hırçın ama hiçbirinde hakaret yok. Bugün ülkemizde genel kabul görümüş, meslekte duayen olmuş ustaların yazdıklarının yanında, "masum" bile kalır.

Ayrıca böyle düşünmeyebilirsiniz. Yazılarını amacını aşmış, sert ve kırıcı bulabilirsiniz. Söylediklerinin hiçbirine katılmayabilirsiniz. Peki, bu durum, saçından tırnağına kadar gazeteci olan, 30 yıldır namusuyla, onuruyla bu işi yapan bir basın emekçisini kendi meslek örgütünden atmayı gerektirir mi?

Bu soruya "Hayır" diyenleri Çağlayan’a omuz vermeye çağırıyorum. Onu örgütsüzlüğe mahkum edenlere, onu yalnızlığa ittiğini sananlara, onu sahipsiz zannedenlere en iyi yanıtı dostları, arkadaşları, meslektaşları vermelidir.

Çağlayan’ın onuru, hepimizin onurudur...
Yazının Devamını Oku