Tufan Türenç

Başbakan’ın malum stratejisi

17 Ocak 2011
BAŞBAKAN yine değişmez stratejisini sürdürmeye başladı.

Bunu her seçimden önce yapıyor.
Kendi başlattığı tartışmaları tırmandırıyor.
Sonra da halkın karşısına çıkıp “Bize karşı kampanya düzenliyorlar” diye mağdura oynuyor.
Bu süreçteki olayları sıralayalım:
1- Halaylı Hizbullah tahliyeleri...
2- Kars’taki İnsanlık Anıtı heykelinin yıkılması talimatı.
3- Kanuni dizisine kendisinin ve partisinin gösterdiği tepkiler. RTÜK’ün diziye uyarı cezası vermesi...

Yazının Devamını Oku

Türkan Saylan’a saygıyla

15 Ocak 2011
ÖYLE bir yaşam ki sahnede canlandırılan, saygı duymamanız, gıpta etmemeniz olanaksız.

Hele bu yaşamın kahramanını tanıma şansını yakalamışsanız, onunla ülke sorunlarını paylaşmış, aynı dünya görüşüne sahip olmanın hazzını yaşamışsanız...
Ne Türkan Saylan’ı, ne de onu yaşatan Dilek Türker’i anlatabilirsiniz.
Türkan Saylan saygın bir bilim insanı.
Ama yaptığı bilimi kendi çıkarları için değil, insanların mutluluğu için kullanma özverisinde bulunmuş onurlu bir kişi.
Yazgılarının öngördüğü felaket içine yuvarlanmış insanları yeniden topluma kazandırmak için tek başına savaş vermiş.
Ben Dilek Türker’in canlandırdığı Türkan Saylan’ı izlerken bu “kutsal” insanın çağdaşı olmaktan, onunla aynı ülkede doğup büyümekten gurur duydum.
* * *

Yazının Devamını Oku

İktidar ahlakı ve gençleri koruyormuş

14 Ocak 2011
RTÜK üyeleri kendilerini oraya atayan anlayışın istediği kararı aldı.

Diyet borcu olmayan tek üye vardı, CHP’li Hülya Alp.
Hülya Hanım doğal olarak karşı oy kullandı.
Biatçı yalnız RTÜK değil. Sayalım:
Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK), Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Özel Yetkili Mahkemeler, TRT başta olmak üzere devlet kurumlarının tümü aynı anlayışa göre kararlar alıyor.
Bugün Türkiye’de devlet yok, AKP iktidarı var.
Örneğin valiler, kaymakamlar devletin değil iktidarın memurları haline getirildi. AKP ülkeyi tamamen kendi anlayışına göre yönetiyor.
Her karar Başbakan’ın onayından geçiyor.

Yazının Devamını Oku

Heykellere hep kızarlar

12 Ocak 2011
DIŞ politikadaki eksen kaymaları ile ilgili tartışmaları bir yana bırakalım. Eksen esas içerde kayıyor.
Hem de çok fena bir şekilde kayıyor.
İçki yasakları aldı başını gidiyor.
Yakında içki satılacak yerleri mumla arayacak hale geleceğiz.
Bir lokantada oturup yemekle birlikte bir kadeh bir şey içemeyeceğiz.
Ya Mersin’deki Nevit Kodallı Anadolu Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi’ndeki olaylar.
Bilgi çağında Türkiye nerelere sürüklendi.  
Lise müdürü emir vermiş öğrencilere...
“Sakın ola ki kızlarla erkekler birbirlerine 45 santimetreden fazla yaklaşmaya...”
Müdür Bey “ileri demokrat” olduğu için kızlar ile erkekler yemekhanesini de ayırmış.
Hiç kuşkunuz olmasın, kız-erkek okullarının ayrılması çok yakındır.
* * *
Devam edelim.
Kültür ve Turizm bakanımız uyardı:
“Sayın Başbakanımız heykele ucube demedi.”
Ya neye dedi Bakan Bey hazretleri?
“Efendim Sayın Başbakanımız Kars’ın dokusuyla bağdaşmayan çok sayıda yapılaşma gördü ve üzüntüsünü dile getirdi. Otelin açılışında ‘Bu dokuyla bağdaşmayan çirkinlikleri nasıl yaptınız? Bunları bir an önce iyileştirmeye çalışın’ dedi.”
Ah bu gazeteciler, ah!
Zaten söylenenleri hep yanlış anlarlar.
Demek ki hepimiz bu kez de Başbakan’ın söylediklerini yanlış anlamışız.
Demek ki bunca yıl bu meslekte boşuna dirsek çürütmüşüz.
Ben şunu çok iyi anladım ki, meğer boşuna bakan olunmuyormuş.
Helal olsun Kültür ve Turizm Bakanı’na.
Yalnız Bakan’a bir şeyi anımsatmam gerekiyor. Acaba yıllardan beri kendi çizgilerini uğruna terk ettikleri Tayyip Bey’i destekleyen “liberaller” de mi yanlış anladı Başbakanı’nın dediklerini?
Yoksa dünyanın sonu mu geldi? Onlar bile eleştirdiler Erdoğan’ı...
* * *
Başbakan’ın rahle-i tedrisinden geçtiği Hocası Erbakan da heykellerden nefret ederdi. 
Anlatayım.
Yıl 1973... Cumhuriyeti’in 50’nci yılı...
Bu nedenle İstanbul’un bazı meydanları için ünlü heykeltıraşlara heykeller ısmarlandı.
Bunlardan biri de “Güzel İstanbul”du.
Ünlü heykeltıraş Gürdal Uyar heykeli bir yılda bitirildi ve “Güzel İstanbul” 1974’te Karaköy Meydanı’na dikildi.
Ertesi gün kıyamet koptu.
İktidardaki CHP-MSP koalisyonunun Başbakan Yardımcısı Erbakan, heykelin müstehcen olduğunu söyleyerek derhal kaldırılmasını istedi.
Tartışmalar büyüdü ve koalisyon tehlikeye girdi.
Bunun üzerine bir gece yarısı heykel balyozlarla söküldü ve belirsiz bir yere götürüldü.   
Gazeteciler heykelin peşine düştüler ve belediyenin bir deposunda olduğunu saptadılar.
Bu haber gazetelerde çıkınca bu kez heykel depodan alınıp Yıldız Parkı’nın gözlerden uzak kuytu bir köşesine dikildi.
36 yıldır da orada sürgün hayatı yaşıyor “Güzel İstanbul”.
Heykeltıraş Gürdal Uyar heykelinin sürgünden dönüşünü göremeden 2004 yılında yaşama veda etti.
Tayyip Bey bir heykeli aforoz eden Hocası Erbakan’dan 36 yıl sonra Kars’taki “İnsanlık Anıtı” heykelini “ucube” diye tanımladı ve derhal yıkılmasını emretti.
Yazık! 1974’ten 2011’e heykeller babında değişen bir şey yok. 
Yazının Devamını Oku

O dizi kesilecek o heykel yıkılacak

10 Ocak 2011
GEÇTIĞİMİZ çarşamba günü başlayan “Muhteşem Yüzyıl” dizisini baştan sona izledim.

Herhalde ilk gece olduğu için ve izleyicinin ilgisini dağıtmamak amacıyla dizi hiç kesintisiz oynatıldı.
Büyük bir ilgi ile izledim.
Benim dizi izlemek gibi bir merakım yok. Büyük olasılıkla bu diziyi de izlemeyeceğim.
Ama ertesi gün gazetede arkadaşlara “Bu dizi tutar” dedim.
İlk günkü izlenme payları da bunu gösterdi.
Ama buna karşın dizinin akıbetinin ne olacağı belli değil.
Çünkü malum çevreler diziyi yerden yere vurmaya başladılar.

Yazının Devamını Oku

Üniversiteler ve özgürlük

8 Ocak 2011
CUMHURBAŞKANI Gül’ün öğrencileri Çankaya’ya çağırması olumlu bir davranış. Bir grup öğrencinin Köşk’ün önünde yaptığı protesto gösterisine müdahale edilmemesi için talimat vermesi çok daha olumlu...
Ancak bütün bu yumuşatma adımlarında çok geç kalındı. Şunun için: Eğer siz üniversitelerde düşünce, konuşma, sorgulama, protesto ve eylem yapma özgürlüğünü yasaklarsanız öğrencileri isyana zorlarsınız.  
Biatçı üniversiteler isterseniz akademik özgürlüğü de yok edersiniz.
Ama bu baskı bir yerde patlar ve olayların önünü alamazsınız.
Bugün üniversiteler bu noktaya doğru sürükleniyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün atadığı rektörlerin çoğu bu çağın üniversitelerini taşıyacak liyakatte değiller.
Manisa Celal Bayar Üniversitesi rektörüyle öğrenciler arasında bir süre önce geçen konuşma bunun somut örneğiydi.
Rektör, üniversitesinde ülke sorunlarını sorgulayan, gerektiğinde tepki gösteren öğrenci istemediğini açık açık söyledi.
Protesto gösterisi yapan öğrencileri kulaklarından tutup üniversiteden atmakla tehdit etti.
Ama o rektör hâlâ koltuğunda oturuyor.
* * *
Dünya bilgi çağını yaşıyor. Bu çağın üniversitelerini otoriter anlayışla yönetemezsiniz.
Düşünce ve ifade özgürlüğünü yasaklamaya kalkarsanız o üniversitede akademik özgürlük de yok olur. 
Bunu en iyi üniversiteden gelen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bilmesi gerekir.
Gazetelerden öğrendiğimize göre Cumhurbaşkanı öğrencilere iki tavsiyede bulunmuş:
“Ülke sorunlarıyla ilgilenin, çözüm için kafa yorun. Aykırı olsa da görüşlerinizi ifade edin. Bu sizin demokratik hakkınızdır.”
“Bunu yaparken şiddetten ve sizleri istismar etmeye çalışan illegal örgütlerden uzak durun.”
Cumhurbaşkanı’nın bu tavsiyeleri doğrudur.
Ama burada bir terslik var.
Bu çocukların demokratik haklarını kullanmasına Cumhurbaşkanı’nın atadığı rektörler izin vermiyor.
“Sizi kulağınızdan tutup üniversiteden atarım” diyor.
Polis ise aşırı şiddet kullanıp onları copluyor, yerlerde sürüklüyor, gözlerine biber gazı sıkıyor ve gözaltına alıp kafalarını, gözlerini yarıyor.
* * *
Ben ve benim gibi pek çok gazeteci meslek yaşamımız boyunca üniversitelerdeki özgür düşünceyi budamaya kalkan iktidarların daima hüsrana uğradıklarına tanık olduk.
1959-60 öğrenci olaylarını öğrenci olarak yaşadım.
1968-70 ve 1976-80 dönemi üniversite olaylarını da gazeteci olarak adım adım izledim.
Üniversitelerle kavga eden, üniversiteleri hizaya getirmek isteyen iktidarların hiçbirinin amaçlarına ulaşamadıklarına tanık oldum.
Üniversitelere müdahale etmemek, üniversite özgürlüğünün vazgeçilmez olduğuna inanmamak, bir iktidarın yapacağı en büyük yanlıştır.
Bunu bir akademisyen olarak Cumhurbaşkanı çok iyi bilir.
Ama iktidara geldiğinden beri AKP’nin amacı üniversiteleri ele geçirmekti. Önce YÖK’ü, sonra üniversiteleri kendilerine bağladı.
Bunu sağlayacak atamaları da Cumhurbaşkanı Gül yaptı.
Şimdi üniversitelerdeki huzursuzluk tırmanışa geçince tansiyonu düşürme gayretleri ne kadar gerçekçi?
Üniversitelere, fethetme mantığıyla yaklaşılmasaydı ve bu bilim kurumlarının özgürlüğüne saygı gösterilseydi olaylar bu noktaya gelmezdi.
Yazının Devamını Oku

Yasadaki yanlışlık vicdanları kanattı

7 Ocak 2011
İSTANBUL Eski Baro Başkanı ünlü hukuk adamı Avukat Turgut Kazan’ın yaptığı açıklama yapılan hatayı bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor. 188 kişiyi domuzbağıyla öldürenler, insanları doğrayan katiller salıverilirken, saygın bilim insanlarının, gazetecilerin, yazarların, subayların Silivri kampındaki tutsaklıklarının sürmesi vicdanları kanatıyor.
Ama AKP iktidarının umurunda değil.
Başbakan Erdoğan hukuk devletinin iflası olan bu olayı “yargının takdiri” diye değerlendirdi.
Oysa durum öyle değil.
Turgut Kazan’ın çarpıcı açıklamalarını Başbakan Erdoğan’ın takdirlerine sunuyorum.
Nefesleri yeterse okumalarını diliyorum:

Turgut Kazan şöyle diyor:
“CMK’nın 102 ve 252. maddelerinde yapılan akıl almaz yanlışlık, inanılmaz sonuçlar yaratmaya devam ediyor.
Bir yandan, özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren belli suçlarda, tutukluluk süresinin 10 yıl olduğu kabul edilerek, masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkı hiçe sayılıyor.
Öte yandan, haklarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen kanlı katiller salıverilip vicdanlar kanatılıyor.
Yaşanan bu trajedi, yargı kararıdır diye seyredilemez. Yasa yanlış yapılmıştır. Derhal değiştirilmelidir.
AB ülkelerinde anlaşıldığı ve uygulandığı gibi, tutuklama süresi en çok 3/4 yılla sınırlanmalı, ama bu yapılırken (yine AB ülkelerinde olduğu gibi) haklarında hüküm verilenler ayrı tutulmalıdır.
Evet, AİHM kararlarına göre, suçlamanın mahkemece karara bağlanmasıyla tutuklama dönemi sona ermiş sayılıyor. Dolayısıyla, temyiz aşamasındaki durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) (tutukluluğa ilişkin) 5. maddesi kapsamından çıkmış kabul ediliyor.
Yani tutukluluk olarak görülmüyor (WEMHOFF/Almanya kararı). Nitekim, bizde de (CMK’nın 108/3 maddesine göre) en çok otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi temyiz aşaması için değil, kovuşturma aşaması için uygulanıyor.
Bu nedenle, CMK’nın 102. maddesi ivedilikle değiştirilerek, tutuklama süresi AİHM kararları standartlarına çekilmeli, 252/2 yürürlükten kaldırılmalı ve haklarında hüküm verilmiş olanların ayrık tutulacağı bir düzenleme yapılmalıdır.
Turgut Kazan”

Hizbullah suçluları yargılanıp mahkûm oldular. Ancak dosya Yargıtay’a gönderildiği için mahkûmiyetleri kesinleşmedi.
Bu sayede serbest bırakıldılar.
Turgut Kazan’ın vurguladığı gibi eğer haklarında hüküm verilmiş olanların yasada tutukluluk dönemi sona ermiş sayılsaydı bu kişiler tutukluluk sınırlamasının dışında kalacaklardı.
Hükümet yasayı çıkarırken bu önemli noktaya özen gösterseydi yani bu yanlışlığı yapmasaydı kanlı katillerin serbest bırakılması, bunu halay çekerek kutlaması söz konusu olamayacaktı.
İnsanların vicdanı da kanamayacaktı.
Bu yasa çok hızlı bir şekilde düzeltilmeli.
Ancak AKP iktidarının bu konuda duyarlılık göstereceğini beklemek biraz hayalcilik olur.
Çünkü bu sınırlama ile Silivri’deki tutukluluklar 10 yıla kadar uzayabilecek.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10 yıl tutukluluğu kabul edemez.
Çünkü dünyada böyle bir uygulama yok.
10 yıl tutukluluk demokrasiye de, insan haklarına da aykırı.
Yazının Devamını Oku

10 yıl tutukluluk kabul edilemez

5 Ocak 2011
TUTUKLULUĞUN 10 yıla kadar uzatılması hem demokrasiye, hem de insan haklarına aykırıdır. Bu uygulama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir hukuk devleti olmadığının da kesin göstergesidir.
31 Aralık 2010’da yürürlüğe giren Ceza Muhakemeleri Yasası’nın 102’nci maddesine göre tutuklama süreleri sınırlandırıldı.
Ağır Ceza Mahkemesi’nin görevine giren suçlarda, tutukluluk süresi en fazla 2 yıl olarak düzenlendi.
Bu süre zorunlu hallerde gerekçe gösterilerek uzatılabilecek. Uzatma süresi 3 yılı geçemeyecek. Devlete karşı işlenmiş suçlarda bu süre iki katına kadar uzayabilecek.
AKP iktidarı, Silivri’deki bilim insanlarını, gazetecileri, subayları ve muhalif aydınları 10 yıla kadar içerde tutabilmek için bu ayarlamayı yaptı.
Yapılan değişikliğin amacı Avrupa normlarına uygun şekilde tutuklulukların kısaltılmasıydı.  Ama öyle bir hince ayarlama yapıldı ki, devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya ve devlet sırlarına karşı işlenen suçlarda azami tutukluluk süresi 10 yıla çıkarıldı.
Bu hince ayar şöyle yapıldı: Bu suçlardaki iki yıl tutukluluk süresi gerektiğinde 3 yıl uzatılabiliyor. Etti mi 5 yıl.
Yasanın 252/2 maddesine göre bu iki kat olarak uygulanıyor. Etti mi 10 yıl. 
Yani daha da somutlaştırırsak, Prof. Mehmet Haberal, Prof. Fatih Hilmioğlu ve öteki bilim insanları, Gazeteci Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve öteki gazeteci ve yazarlar, KCK’dan yargılanan belediye başkanları davanın uzaması durumunda, ki hiç kuşkusuz uzayacaktır, 10 yıla kadar tutuklu kalabilecekler.
İşte AKP iktidarının demokrasisi...
İşte insan haklarına gösterdiği duyarlılık...
* * *
Şimdi gerçek ileri demokrasilerin uygulandığı ülkelerden tutukluluk sürelerinin ne kadar olduğuna birkaç örnek verelim:
Fransa’da en fazla 4 yıl.
İspanya’da en fazla 2 yıl.
Almanya ve Belçika’da en fazla 1 yıl...
Ya AKP Türkiye’sinde? Tamı tamına 10 yıl.
Bir de cezaevlerinde yatanların ne kadarı tutuklu, ne kadarı hükümlü, oran olarak ona bakalım:
İsrail’de yüzde 24.8. (Yani tutuklular hükümlülerin dörtte biri kadar.)
İran’da (EVET İRAN) yüzde 24.8.
ABD’de 21.2.
Almanya’da 17.4.
Rusya’da 16.6.
İngiltere’de 16.5
Peki ya Türkiye’de? Lütfen sıkı durun, tamı tamına yüzde 70. (BU BİR REKORDUR)
Gördünüz mü AKP’nin ülkemize getirdiği ileri demokrasiyi?
Bizim liberal arkadaşlarımızın kulakları çınlasın.
* * *
Hiç kuşkunuz olmasın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10 yıllık süreyi kabul etmez.
Şimdi Silivri’de yargılananlar, yargılamalar sonunda suçsuz bulunurlarsa, ki büyük olasılıkla bulunacaklar, ne olacak?
Bunun hesabını kim verecek?
İnsanları tertiplerle hazırladıkları iddianamelerle, düzmece delillerle tutuklu olarak yargılayanlar ne yapacaklar?
Bunun insani sorumluluğunun altından nasıl kalkacaklar?
Ya bu yasayı düzenleyenler?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kendilerini nasıl savunacaklar?
Bu insanlara karşı işlenen suçu vicdanlarında nasıl taşıyacaklar?
Ben bu soruların yanıtlarını kafamda da, vicdanımda da bulamadım.
Ben buldum diyen varsa onun da insanlığına şaşarım.
Yazının Devamını Oku