Tufan Türenç

Çirkin iftira ve gerçek...

31 Ocak 2011
DEMOKRAT Parti 1946’da kurulduktan hemen sonra İsmet İnönü ve CHP için bütün Anadolu’da şu iftirayı yaymaya başladı: “Kafir İsmet Paşa camilere kilit vurdu. Etrafına asker dikti. Namaz kılmak için içeriye kimseyi sokturmadı. Camileri devamlı teftiş etti. Nöbetçilere ‘İçeriye kimseyi sokmuyorsunuz değil mi’ diye sordu.”

Bu iftira 1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldikten sonra da devam etti.

Demokrat Parti’den sonra iktidara gelen bütün sağcı partiler de İsmet Paşa ve CHP için aynı iftirayı yaymayı aralıksız sürdürdüler.

Bugün aynı çirkin ve aslı astarı olmayan iddiayı AKP de kullanıyor.

Bu iftiranın kaynağı nereden kaynaklanıyor? Olayın gerçek yüzü nedir?

Bu çirkin iftiranın iç yüzünü yıllarca CHP’de görev almış, İnönü’nün yakınında bulunmuş olan Necati Karakaya açıklıyor.

Necati Karakaya ile yıllarca Milliyet Gazetesi’nde birlikte çalıştık.

Spor yazarıydı, uzun yıllar TRT’de spikerlik yapıp maç anlattı.

* * *

Şimdi Necati Karakaya’nın gönderdiği mektubu birlikte okuyalım:

“28 Şubat 2008, Büyük Millet Meclisi’nde CHP’li bir milletvekili konuşma yapıyor. Mehmet Ali Şahin Bakan koltuğundan bağırıyor.

‘Haydi, Haydi! Biz sizin nerelere kilit vurduğunuzu çok iyi biliriz.’

Bununla ‘siz camilere kilit vurdunuz’ demek istiyor...

1950 yılından itibaren Anadolu’nun dolaştığım her köşesinde bu iftirayı duydum.

Gerçek şudur.

1942 yılında İkinci Dünya Savaşı’nın en alevli günlerinde Hitler’in orduları sınırımıza dayandı. Türkiye’ye girip girmemekte kararsızlardı.
İsmet Paşa Trakya’da Çakmak hattını kurmasına rağmen İstanbul’un bombalanacağını tahmin ediyor bu nedenle de savunmayı Ankara’nın dışında yapmayı düşünüyordu.

İstanbul’daki saraylarda ve müzelerde bulunan tarihi eşyaları, zarar görmemeleri için Alman uçaklarının menzil dışında kalan bölgelerdeki camilere koymayı düşündü.

İsmet Paşa düşmanın camileri bombalamayacağını biliyordu.

O nedenle bütün saray eşyalarını, padişahların tahtlarını, mücevherleri, kutsal emanetleri, Hazreti Muhammed’in sancağını, kılıcını, Hırkai Saadeti, Hazreti Osman’ın kanlı Kuran’ı Kerimi’ni, Atatürk’ün Samsun’da çıktığı tahta iskeleyi, müzelerde ne varsa tümünü tam 48 vagona yerleştirterek Niğde’ye gönderdi.

Bu değerli eşyaları korumak için Topkapı Sarayı İkinci Müdürü Lütfü Turanbek başkanlığında 30 görevli, aileleri ve çocuklarıyla birlikte Niğde’ye gitti.

Eşyalar ve görevliler, tehlike tamamen geçene kadar Niğde’de kaldılar.

* * *

Bu değerli eşyalar Niğde’de 3 camiye yerleştirildi.

Camilerin etrafına nöbetçi askerler yerleştirildi.

28 Ocak 1943 günü İnönü Adana’da Churchill ile buluşmak üzere Ankara’dan trenle yola çıktı.

Tren Niğde’de durdu ve uzun süre bekledi.

İsmet Paşa tarihi eşyaları görmek üzere 3 camiyi de teftiş etti.

Özellikle Atatürk’ün Samsun’a çıktığı tahta iskeleyi görmek istiyordu.

Saruhan Camii’ne gitti ve Tunabek’e sordu:

‘Asker nöbetini aksatmıyor, camilere kimseyi almıyor değil mi? Gözüm arkada kalmasın’ dedi.”

İşte o çirkin iftiranın gerçek yüzü böyle.

Aradan 70 yıla yakın zaman geçmesine rağmen AKP hâlâ bu yalanı kullanıyor.

Başbakan Erdoğan bununla da kalmıyor Kurtuluş Savaşı kahramanı, Cumhuriyetin kurucusu, İkinci cumhurbaşkanı İsmet Paşa’yı Hitler’e benzetiyor.

Ve açılan davada mahkeme Erdoğan’ı “İnönü’nün böyle bir kişiye benzetilmesi, hatırasına saygısızlık teşkil ettiği gibi milleti oluşturan bireylerin de kişilik haklarını ihlal edip incitmiştir” gerekçesiyle mahkûm ediyor. 
Yazının Devamını Oku

Uslu ve biatçı toplum istiyorlar

29 Ocak 2011
İNANIN her akşam haberleri dinlemek için televizyonu korka korka açıyorum. Sanırım milyonlarca insan da aynı ruh haliyle yapıyordur bu işi. Önceki akşam da televizyonu açar açmaz şoke edici görüntülerle karşılaştım.
Ekranda, polisler gösterici gençleri kıyasıya copluyordu.
Mısır polisinin bizim polislerden aşağı kalmadığını düşünürken baktım ki görüntüler İstanbul’dan.
Başbakan Erdoğan’ı protesto etmek amacıyla Yıldız Üniversitesi’nden Dolmabahçe’ye yürümek isteyen öğrencileri dağıtmak için polis gençlere sille tokat girişiyordu.
Öğrenciler direniyorlar ve yerlerinden bir adım geriye gitmemek için uğraş veriyorlardı.
Bunun üzerine polis öğrencilerin gözlerinin taa içine biber gazı sıkmaya başladı.
Sanki karşıdakiler düşman askeri.
Polis, nasıl bu kadar acımasız, nasıl bu kadar gaddar olabiliyor?
Herhalde böyle eğitiyorlar.
Kadıköy’de de gösteri yapan dört kız öğrenciye aynı şekilde davranılıyordu. 
Aynı saatlerde Erzurum’da seçilmiş öğrencileri masalara oturtan Başbakan onlara nutuk atıyor, nasihatler veriyordu.
Bu kurgulanmış toplantıyı protesto etmek için Erzurum’a otobüslerle giden öğrenci grupları kente bile sokulmadılar.
İşte, “İleri demokrasi” bu.
* * *
Başbakan, karşısında, soran, sorgulayan, itiraz eden, eleştiren, özgür üniversite diyen öğrenciler görmek istemiyor. 
O, söz dinleyen, eleştirmeyen, sorgulamayan, büyüklerin karşısında konuşmayan, uslu uslu oturup kendisini dinleyen öğrenciler istiyor.
Tıpkı Erzurum’dakiler gibi...
Başbakan eylem yapan işçi de istemiyor.
Uslu işçi, uslu sendika, uslu medya ve uslu gazeteci, uslu yazar, uslu bürokrat, uslu şarkıcı, türkücü, uslu sanatçı istiyor.
Dahası var:
Uslu bilim adamı, uslu doktor, uslu mühendis, uslu Danıştay, uslu Yargıtay, uslu Anayasa Mahkemesi, uslu savcı, uslu yargıç, uslu işadamı ve uslu bir toplum...
Ucube heykeller, ecdada ciddi saygısızlık yapan diziler de istemiyor.
Herkes uslu ve saygılı olacak, herkes Başbakan’a ve AKP’ye biat edecek.
Etmeyen allame olsa, Silivri’yi boylayacak.
* * *
Başbakan Erzurum’da öğrencilere yaptığı konuşmada hukuka büyük önem verdiklerini anlattı uzun uzun.
Yüz elliden fazla adalet sarayı yaptıklarını, bunun hukuka verdikleri önemin kanıtı olduğunu söyledi. 
Hukuku rafa kaldırdığınız bir ülkede muhteşem adalet sarayları yapsanız ne olur, yapmasanız ne olur?
Başbakan yüze yakın üniversite açtıklarını da övüne övüne anlattı.
Bilimsel özgürlüğün, çağdaş eğitimin yok edildiği içi boş üniversiteler ne işe yarar?
Oralardan ancak sorgulamayan, eleştirmeyen, bilimsel düşünemeyen, tutucu dünya görüşüne sahip insanlar çıkar.
Bu üniversiteler, sizin karşınızda uslu uslu oturan, eleştirmeyen, demokratik haklarını bile savunamayan öğrenciler yetiştirir.
İsmet İnönü’nün Meclis kürsüsünde kendisini konuşturmak istemeyen, onun için bağırıp çağıran Demokrat Parti milletvekillerine “Siz aydınlıktan korkuyorsunuz” demişti.
AKP iktidarı da aynen öyle...
Onlar da aydınlıktan korkuyor.
Yazının Devamını Oku

Birbirimizin kopyasıyız

28 Ocak 2011
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nı izlemek için adaya giden 11 Türk gazeteci yanlış yola girince Küçükkaymaklı’da Rumlara esir düşmüştü. Bu gazetecilerden biri de bizim gazete adına giden (Ben o zaman Milliyet’te çalışıyordum) Mete Akyol’du.
Rum milisler Türk gazetecileri bir binaya sokup ellerini duvara dayatmışlar.
Mete Akyol o zamanlar çok popüler olan “Memleketim” şarkısını mırıldanmaya başlamış. Ötekiler de ona katılınca Rumlar öfkeyle “Susun!” diye bağırmışlar.
Mete, “Bizi nasıl olsa öldüreceksiniz, onun için susmayacağız” demiş.
Milisler “Sizi öldürmeyeceğiz” demişler ve onları bir yüzbaşıya teslim etmişler.
Yüzbaşı Takis Çagaris gazetecileri bir okula götürmüş.
Orada bulunan Yunanlı subaylar Mete Akyol’a bazı sorular sormuşlar ve sonra grubu bir cezaevi arabasına bindirmişler.
Başlarında yine Yüzbaşı Takis Çagaris olmak üzere yola çıkmışlar ama nereye götürüldüklerini bilmiyorlar.
Yolda EOKA yollarını kesmiş. Çetecilerle yüzbaşı arasında sert tartışma yaşanmış.
Tekrar yola devam etmişler. Yolları iki kez daha EOKA tarafından kesilmiş. Yine aynı tartışmalar yaşanmış, yeniden yolu çıkmışlar.
Sonradan öğrendiklerine göre EOKA militanları yüzbaşıya “Gazetecileri bize ver, onları öldüreceğiz” demişler.
Yüzbaşı her seferinde “Beni öldürmeden onları alamazsınız” diye direnmiş.
Sonunda birçok tehlike atlattıktan sonra Limasol’a varmışlar.
Çagaris onları Limasol Emniyet Müdürlüğü’ndeki görevli albaya teslim etmiş.
Sonra Mete Akyol’a “Kim bilir nerde ne zaman görüşeceğiz” diyerek sarılıp veda etmiş. O gece hücrelerde yatmışlar, ertesi gün Klerides’in emriyle serbest bırakılmışlar.
* * *
37 yıl sonra Yüzbaşı Takis Çagaris ile Mete Akyol İstanbul’da bir araya geldiler.
Ölümle yaşam arasındaki ince çizgide yazgılarını paylaşan bu iki insan Atatürk Havaalanı’nda ilk karşılaştıklarında sevgiyle kucaklaşmışlar.
Bu buluşmanın ilginç bir öyküsü var.
Kıbrıs’ta televizyonculuk yapan Cem Kar, 1974 savaşındaki tutsaklarla ilgili “Meçhul Tutsaklar” adlı bir belgesel hazırlıyor.
Kıbrıs’ta pek çok insanla konuşuyor, sonra da Türkiye’ye gelip Akyol’u buluyor.
Akyol’a bir yüzbaşının Türk tutsaklarla ilgili bir kitap yazdığını, o kitapta kendisinden de bahsettiğini anlatıyor.
Mete yüzbaşıyı anımsıyor ama adını çıkaramıyor, “Bana onu bul” diyor.
Cem Kar yüzbaşıyı bulup Mete Akyol’a telefon ettiriyor.
Mete Akyol o anı şöyle anlatıyor:
“Takis’in sesini duyunca o kadar duygulandım ki kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Takis de ağlamaya başladı. Daha sonra sık sık telefonla konuşmaya başladık. O beni Kıbrıs’a davet etti, ben onu İstanbul’a... Sonunda o geldi.”
İki dostla geçen akşam bir yemekte birlikte olduk. Duygu dolu bir geceydi.
Takis’le Mete Akyol’a dedim ki: “Dünyada, savaşan iki insanı 37 yıl sonra bir araya gelip kucaklaşmış başka iki millet bulamazsınız. Sizin bu yaşadıklarınız Türk ve Yunan halklarının ne kadar birbirlerinin aynısı olduğunu ortaya koyuyor. Politikacılar aradan çekilirlerse Türk-Yunan halkı tıpkı sizin gibi kucaklaşır.”
İkisi bir daha kalkıp kucaklaştılar.
Dedim ya, duygu dolu bir geceydi. Onların buluşmasına tanık olduktan sonra şöyle düşünmeden edemedim:
“Bu iki ülke neden hâlâ kucaklaşmıyor? Neden hâlâ bu güzel coğrafyanın keyfini, mutluluğunu birlikte sürdürmeyip, didişiyorlar?”
Yazının Devamını Oku

Bir milletvekilinin ‘toplu açılış’ notları

26 Ocak 2011
BAŞBAKAN Erdoğan geçtiğimiz hafta Ardahan’a gitti, bu yoksul kentte tam 27 tesisin “toplu açılış”ını yaptı. Açılışlar sahneye gerilen kurdele kesilerek gerçekleştirildi.
Ben bu toplu açılışların birtakım kuşkular yarattığını çünkü tesislerin gösterilmediğini, bu nedenle de inandırıcı olmadığını yazdım.
Başbakan bundan önce de birçok ilde aynı yöntemle yüzlerce tesis açmıştı.
O tesisleri de gören olmamıştı.
Şimdi Ardahan’daki toplu açılımları yerinde inceleyen Ardahan CHP milletvekili Ensar Öğüt’ün bilgi notlarını okuyalım:
“Sayın Başbakan’ın Ardahan’da açılışını yaptığı tesislerin büyük bir bölümü yatırımla ilgili değildir.
Tek tek sayalım. DSİ Genel Müdürlüğü’nün 5 önemli taşkın koruma projesi dediği projeler, dere kenarlarına yapılan duvarlardır.
TEDAŞ binası 8 yıl önce yapılan, içinde oturulmuş ve eskimiş bir binadır.
Vilayet binasına SHP-DYP koalisyon döneminde başlanmış, bina 4 yıl önce bitirilmiş, sıvaları ve boyaları bile dökülmüş durumdadır.
Emniyet Müdürlüğü binası 8 yıl önce bitirilmiş ve depreme dayanıklı olmadığı için yanına yeni bir bina yapılmıştır. Eski bina da yeni açılmış gibi gösterilmiştir.
27 eser içinde 3 menfez vardır. 
2 köprü ise Kars yolu üzerinde 1960’ta yapılan köprünün güçlendirilmesidir.
300 öğrencilik TOKİ’nin yaptığı yurt henüz bitmemiştir.
24 derslik ilköğretim okulunun yapımı devam etmektedir ve henüz bitmemiştir.
32 derslik ilköğretim okulu henüz bitmemiştir ve yapımı devam etmektedir.
* * *
Ensar Öğüt’ün notlarına devam edelim:
“Ardahan şehir merkezinde yapıldığı söylenen yol, kavis ve çukurlardan oluşmuştur. Bunu Ardahan halkı görüyor, biliyor. Aynı yoldan Başbakan da geçmiş, yolun bozuk olduğunu görmüştür. Ancak yine de yeni yaptım diyerek halka tanıtmıştır.
Açılışı yapılan hastane daha bitmemiştir.
TOKİ konutlarının eskisi 2006 tarihinde Başbakan tarafından açılmıştır. Yeni yapılanlar da henüz bitmemiştir ve yapımı devam etmektedir.
500 kişilik yurdun 200 kişilik bölümü TOBB tarafından başlanmış ve belli bir noktaya getirilmiş, 300 kişilik bölümü de kredi yurtlar tarafından yapılmıştır.
Türk Telekom binası yeniden sıfır olarak yaptırılmamış sadece onarılmıştır.
Başbakan ‘Bölünmüş yolla Ardahan tanıştı’ demiştir. Ancak yolun yarısı daha yapılmamış ve inşaatı devam etmektedir.
Dere kenarlarındaki duvarların, bitmemiş işlerin, önceden yapılmış ve şu anda eskimiş binaların, sadece boya badana ve tadilatı yapılarak yeni yapılmış gibi gösterilen okulların açtırılması, Ardahan’da tepki ile karşılanmıştır.”
* * *
Notlar şöyle sürüyor:
“Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı açılışı yaptığı eserleri yerinde görmeye, tek tek inceleme yaptıktan sonra açılışı gerçekleştirmeye davet ediyoruz.
Bu durum sadece Ardahan’da böyle değildir. Buna bir örnek verecek olursak; daha önce Sayın Başbakan Kars’ta toplu açılışlar yapmıştır. Bunlardan birisi de açılışı yapılan Bayburt Barajı’ndan Kars’a su getirilmesidir.
Ancak henüz o barajdan Kars’a bir gram bile su gelmemiştir.”
Ensar Öğüt’ün bilgi notları böyle. Bu da gösteriyor ki “toplu açılışlar”da bir hayli hayali bir durum söz konusu.
Ama diyeceksiniz ki ne önemi var.
Halk nasıl olsa inanıyor.
Yazının Devamını Oku

Con Ahmet’in Makinesi olayı

24 Ocak 2011
BAŞBAKAN Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun ekonomi için bulacağı kaynağı Con Ahmet’in Devridaim Makinesi’ne benzetti. Aslında Con Ahmet’in Makinesi bir hayaldir.
Erdoğan’ın gittiği illerdeki toplu açılışları da bazı kişiler kolaylıkla Con Ahmet’in Makinesi yöntemine benzetebilir.
Bu açılışları anlatalım.
Erdoğan bir ile gidiyor. Devletin uçağını, helikopterlerini, otobüs ve araçlarını kullanıyor.
Oysa Başbakan oralarda toplu açılışlar adı altında partisinin mitinglerini yapıyor.
Örneğin son olarak gittiği Ardahan ve Batman’da toplam 56 tesisin açılışlarını yaptı.
Ama bu tesisleri kimse göremedi.
Daha önceki toplu açılışlarda da kimse tesis görmedi.
Toplu açılışlar şöyle oluyor: Mitingin yapıldığı alanda dev bir sahne kuruluyor, meydan yığma kalabalıklarla dolduruluyor.
Başbakan çıkıyor kürsüye önce hükümetinin ve partisinin başarılarını anlatıyor.
Sonra sahneye gerilen kurdelayı, bakanları ve ilin valisi ile birlikte kesiyor.
Böylece bir makas darbesiyle iki ilde 56 tesis açılmış oluyor.
Bu tesisler nerede, ne üretirler kimse görmüyor bilmiyor.
Halkın söylediğine göre bunların içinde daha önce açılmış olanlar da var.
İşte tam Con Ahmet işi diye nitelenebilecek bir durum.

Tayyip Bey’in bu açılışları bana hep Hocası Erbakan’ın yıllar önce sahneye koyduğu Ağır Sanayi Hamlesi’ni anımsatır.
Erbakan Ağır Sanayi Hamlesi’ni 1973-74 yıllarında CHP-MSP koalisyonunda başbakan yardımcısı olarak başlatmıştı.
Hoca her gittiği ilde boş bir alan buluyor, hemen oraya hayali bir temel atıyordu.
Temeli atılan fabrikanın ne projesi, ne de adı sanı var.
Doğal olarak Hoca’nın attığı yüzlerce uyduruk temel kısa bir süre sonra yağmur suları ile dolan çukurlar haline geliyor.
Hoca bu temellerini attığı tesislerin yakında tamamlanacağını ve bu fabrikalarda yılda yüzbin tank ve top üretileceğini iddia eder dururdu.
Ama yıllar geçti ne o temel atılan yerlerde fabrikalar yükseldi ne de Türkiye yılda yüzbinlerce tank ve top üretebildi.
Hoca’nın bir de Adil Düzen’i vardı.
Adil Düzen memleket evlatlarına refah getirecekti.
Hoca öyle bir düzen yaratacaktı ki herkesi paraya boğacaktı.
Tam bir Con Ahmet Makinesi işi...
O yıllarda Tayyip Bey sanırım Hoca’nın öğrencisi olarak bugünler için yetiştiriliyordu.
Nitekim 1994 yılında Tayyip Bey Hoca’nın partisinden İstanbul Belediye Başkanı seçildi.
2002’de de Hoca’dan ayrılıp kurduğu parti iktidar olunca başbakanlık koltuğuna oturdu.

Başbakan’ın gittiği illerdeki “Toplu açılışlar” da Erbakan’ın temellerini andırıyor.
Bir kurdeleye attığı bir makas darbesiyle Ardahan’da 27, Batman’da 29 tesisi hizmete sokuveriyor.
Kolay ve pratik bir yöntem.
Hem kendisi yorulmuyor, hem partililer, hem de halk...
Kimse de yahu bu tesisler nerede, ne üretirler, ne kadar istihdam yaratıyorlar diye sormuyor.
Kimse bu tesisleri bir görelim demiyor.
Bu konularda meraklı bir millet değiliz.
Çünkü Con Ahmet yöntemlerine inanmak kolayımıza geliyor.
Yazının Devamını Oku

Ülkemiz için onur kırıcı gelişmeler

22 Ocak 2011
HANİ Türkiye, dünyanın parlayan yıldızıydı? <br><br>Hani artık uluslararası arenada rol bekleyen değil, rol alan aktördü? Hani dünyanın güçlü ülkeleriyle eşit koşullarda konuşuyordu?
Hani komşularıyla “sıfır sorun” politikası uygulanacaktı?
Bütün bunlar ne oldu?
Son günlerde ülkemiz açısından yaşadığımız şaşırtıcı ve onur kırıcı gelişmelere bakalım, bunlar ne kadar gerçek görelim.
.........
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Lefkoşa’da Rum lider Dimitris Hristofyas’la yaptığı görüşmede iki ülke arasındaki dostluğu ve işbirliğini pekiştirdi.
Larnaka’daki Ermeni soykırım anıtını törenle açtı.
.........
Sarkisyan Kıbrıs Rum kesiminden Atina’ya geçti.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas kucaklaştılar ve iki ülkenin stratejik işbirliği yapmasına karar verdiler.
Papulyas bu kararın akşamında Sarkisyan onuruna bir akşam yemeği verdi.
Papulyas yaptığı konuşmada 1915 olaylarıyla, Pontus konusuna değindi. “İkimizi de aynı barbar kesti” dedi.
.........
Almanya Şansölyesi Angela Merkel Güney Kıbrıs’a yaptığı ziyarette Hristofyas’ın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:
“Kıbrıs sorununun çözümü için iyi niyetle çalıştınız ancak Türk tarafı olumlu adım atmadı.”
Merkel bu sözleri söylerken Hristofyas’ın yüzünde güller açıyordu.
..........
Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu Başbakan Erdoğan’ın davetlisi olarak Türkiye’ye geldi.
Erdoğan konuğunu Erzurum’a götürerek Dünya Üniversiteler Kış Oyunları için yapılan tesisleri gezdirdi.
Yunan Başbakanı Erdoğan’la birlikte o sırada Erzurum’da yapılan Türk Dışişleri Büyükelçileri’nin toplantısına katıldı ve bir konuşma yaptı.
Papandreu konuşmasında Türk jetlerinin Ege adaları üzerinden yaptıkları uçuşları eleştirdi ve “Amacınız nedir?” diye sordu.
Sonra da Kıbrıs’taki Türk askeri varlığını “işgal ordusu” olarak niteledi.
..........
Papandreu Türkiye ziyaretinden önce İsrail Başbakanı Netanyahu ile telefonla görüşüp iki ülkenin ortak bakanlar kurulu toplamasına karar verdiler.
* * *
Yukarıdaki olaylar Türkiye’nin dış politikadaki karnesini açık seçik ortaya koyuyor.
Karneye göre Türkiye dünyanın parlayan yıldızından ziyade notları dökülen bir öğrenciyi andırıyor.
Buna Avrupa Birliği ile 5 senedir yürümeyen ilişkileri eklemek de gerekiyor.
Türkiye’nin tam üyelik görüşmelerinde beş yıldır 35 başlıktan sadece birini açıp kapatabildiğini...
Ortadoğu’daki sorunlarda etkili rol üstlenme girişimlerinin sonuç vermediğini...
Komşularla “sıfır sorun” politikasının tatlı bir hayal olarak kaldığını...
“Artık dünya ile eşit koşullarda konuşuyoruz” sözlerinin masal olduğunu...
Anımsatmak da gerekiyor.
Şu gerçeği dünya gördü ama bizler hâlâ yeterince göremedik:
AKP yönettiği teknenin dümenini Batı’dan Ortadoğu’ya çevirip Türkiye’yi başka sulara sürüklüyor.
İşte “Dünyanın parlayan yıldızı”nın son durumu.
Yazının Devamını Oku

ÇYDD’nin suçu adının başındaki ‘Çağdaş’ sözü

21 Ocak 2011
EVİ basıldığında Türkan Saylan hastanede ölüme karşı savaş veriyordu. Eve getirdiler. Şaşkındı ve merak içindeydi: “Evi neden aranıyordu?” 
Sonra Ergenekon şüphelisi olduğunu öğrendi.
“Peki arayın, her yeri arayın” dedi ve üzüntü ile alt kattaki oturma odasında başında duran genç bir polisle aramanın bitmesini bekliyordu.
Polise “Otur, ayakta bekleme” dedi.
“Biz alışkınız efendim. Siz merak etmeyin”
Genç polise baktı: “Nerelisin sen?”
“Vanlıyım. Van Çatak...”
“Ben oraları iyi bilirim.”
Polis şaşkın şaşkın sordu: “Siz bizim Çatak’a gittiniz mi?”
“Gittim ya... Hem de defalarca. Orada cüzam ve frengi taraması yaptık. Belirlediğimiz hastaları tedavi ettik. Şimdi orada cüzam kalmadı.”
Polisin şaşkınlığı daha da büyüdü: “Hocam siz büyük bir iyilik yapmışsınız benim bölgeme. Ama kusura bakmayın sizin burs verdiğiniz kızları gâvur yaptığınız söyleniyor. Bu doğru mu?”
Türkan Saylan ayağa fırladı: “Ne?.. Gâvur mu?.. Gâvur mu yapıyormuşuz?.. Biz kimsenin dinine karışmayız. Biz onları karanlıktan kurtarıp aydınlığa kavuşturmak için uğraşıyoruz.”
Sonra yorgun bir halde koltuğuna yığıldı.      
Polis mahcup: “Özür dilerim hocam... Ben demiyorum, öyle söylüyorlar...”
* * *
Ağır iftiralarla suçlanan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin yaptıkları nelerdi?
Bayrağı Türkan Saylan’dan devralan Genel Başkan Prof. Aysel Çelikel salı günü yaptığı basın toplantısında derneğin amaçlarını bir kez daha şöyle açıkladı:
“100 şubemiz, 14 bin 720 üyemiz ve gönüllülerimizle Cumhuriyet’in temel değerlerini korumak, çağdaş eğitim yoluyla, çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak, insan hak ve özgürlüklerini yaygınlaştırarak demokrasimizin gelişimine katkıda bulunmak...”
İşte ÇYDD’nin yaptıkları:
81 ilde 85 bin 338 öğrenciye eğitimlerini sürdürmeleri için olanak sağladı.
2010-11 eğitim döneminde 21 bin 753 ilköğretim ve lisede okuyan kız öğrenciye, 2 bin 868 üniversite öğrencisine burs veriyor.
32 öğrenci yurdu yaptı.
731 anasınıfı, 55 oyun parkı donanımı, 5 anaokulu, 30 köy okulu, 24 ilköğretim okulu, 1 lise yaptı, Türkiye genelinde 1130 kuruma kitap, kitaplık kuruldu, bilgisayar donanımı ve öğrencilere bot, kaban ve kırtasiye yardımı yapıldı.
115 Yatılı Bölge Okulu’nun rehabilitasyonu gerçekleştirildi.
Yapımı sürdürülen 5 kız öğrenci yurdu 2011 yılında hizmete açılacak.
ÇYDD böyle bir kuruluş. Ama bu dernek 13 Nisar 2009 günü polis ve savcılar tarafından basılıyor.
Yöneticilerin çoğu gözaltına alınıyor, sorgulanıyor, sonra bırakılıyor. Ancak 3 Genel Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ergenekon davalarıyla irtibatlandırılıyor ve haklarında iddianame düzenleniyor.
Çelikel ve başındaki dernek ağzıyla kuş tutsa da AKP iktidarı onlarla uğraşacaktır.
Çünkü derneğin adının başında “Çağdaş” sözcüğü vardır.
* * *
Türkiye garip bir ülke...
Bazı kişi ve kurumlar Başbakan’la arayı düzeltmeyi başarıyorlar. Başbakan tarafından eleştirilseler de onu baş tacı ediyorlar.
Son örnek TÜSİAD.
Başbakan referandum öncesinde bu kurumu “Bitaraf olan, bertaraf olur” diye tehdit etmedi mi?
Peki onlar ne yaptı?
Dünkü genel kurullarına Başbakan’ı “Onur Başkanı” olarak davet etti.
Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu önseçimle kısırdöngüyü kırabilir

19 Ocak 2011
MİLLETVEKİLLERİNİN merkez yoklamasıyla belirlenmesi yöntemi antidemokratiktir.

 Bu yöntemi Türk politikasında rahmetli Turgut Özal başlattı.
 Bütün partiler de bu yöntemi benimsedi ve önseçim büyük oranda rafa kaldırıldı.
 Aslında önseçim partilerde heyecan demektir.
 Halk, bu yöntemle, benimsediği adayı seçip, kendi temsilcisi olarak parlamentoya gönderir.
 Seçilen milletvekili önseçimden çıkıp Ankara’ya gelmişse kendini liderinden çok seçmenine karşı sorumlu sayar.
 DSP’de milletvekilliği yapan sendikacı Rıdvan Budak önseçimin sadece örgütün değil, halkın da talebi olduğunu söylüyor.
 Sonra da şu anekdotu anlatıyor:

Yazının Devamını Oku