Tolga Tanış

Mike Flynn hikâyesi

13 Kasım 2016
ABD’de başkanlık seçimi günü yazdığı bir yazıyla Fetullah Gülen’i “karanlık bir İslami mollaya” benzeten, Amerikan Savunma Bakanlığı İstihbarat Teşkilatı DIA’nın eski direktörü emekli Korgeneral Mike Flynn’ı anlatacağım.

Hafta içi Trump’ın geçiş dönemi ekibinde başkan yardımcılığına getirildi. Şimdi Trump’ın ulusal güvenlik ekibini oluşturuyor. Ve 20 Ocak’tan sonra da Ulusal Güvenlik Danışmanı ya da Ulusal İstihbarat (DNI) Direktörü olması bekleniyor. Önümüzdeki dönem Türk-Amerikan ilişkilerini de yönlendirecek Flynn’in öyküsü, aslında Trump’ın nasıl başkan seçildiğinin de bir özeti.

 

Adını ilk kez, bazı gazete yazılarından sonra yazıyı yazan kişilere telefon ettiğini öğrendiğimde duydum. O sıra DIA Direktörü’ydü. Ama ona rağmen beğendiği bir yorum olduğunda açıyor, uzun uzun fikir alışverişi yapıyordu. Afganistan ve Irak’ta yürüttüğü istihbarat operasyonlarıyla Pentagon’da bir efsane gibiydi. Ama aynı zamanda aksiydi. Bildiğini söylemekten çekinmeyen sert bir asker. Bu yüzden de 2014’te işinin başından gönderildi. Gönderen de, Türklerin iyi tanıdığı, 15 Temmuz’dan sonraki daha ilk hafta, gazetecilere darbe girişiminde Fetullah Gülen’in parmağı olduğuna dair suçlamaların “koku testini” geçmediğini söyleyebilen, Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper’dı.

 

*

 

HEP merak ettim. Neydi Flynn’in içeride yarattığı tartışma, niye uzaklaştırdılar diye. Onun cevabını da 2015’te öğrendim. 2012 Bingazi saldırıları için açıklanan DIA belgelerini gördüğümde. Amerikalıların Libya’daki büyükelçileri dahil dört personelinin radikal gruplar tarafından öldürüldüğü olay. Çünkü DIA’yı Flynn’in yönettiği dönem üretilen belgeleri incelediğimde, Amerikan askeri istihbaratının Bingazi’de o gece neler yaşandığını dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın olayı örtbas etme çabalarına rağmen daha hemen başında doğru tespit ettiğini ve dahası, Suriye ve Irak’ta yaşanan çöküntüyü de ta 2012 sonbaharında öngördüğünü fark ettim. Kusursuz bir çalışmaydı. 100 sayfa tutan belgeleri detaylı bir biçimde inceleyip 24 Mayıs 2015’te “Libya belgeleri” başlığıyla bir yazı haline getirdim. İsim yazmadım. Ama Flynn’di.

 

Yazının Devamını Oku

ABD ile 7.62 ve Gülen dosyası

5 Kasım 2016
ÖNCE meselenin ne olduğunu anlamadım.

Savunma sanayiinin buluşma yeri, Türk-Amerikan Konseyi’nin yıllık konferansı. Washington’daki Ritz Carlton Oteli’nin toplantı odalarından biri. İki ülke savunma işbirliğinin tartışıldığı bir panelden sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, bir Türk askeri yetkilinin yanına geldi. ‘Yanlışlık oldu, çözeceğiz’ dedi. Türk yetkili de nazik biçimde karşılık verdi. Sorunca, ‘Bir randevu anlaşmazlığı’ dediler. Ama sonra konferans boyunca iki ülke temsilcilerinin sürekli ayak üstü hararetli konuşmalarına tanık olduğumda, biraz daha üzerine gidip detaylarını öğrendim. Amerikalılar şimdiye kadar Türkiye’ye sorunsuz bir şekilde sattıkları, hiçbir stratejik önemi olmayan, 7.62 mm’lik bir makineli tüfeğin satışına izin vermeyeceklerini açıklamışlardı. Bununla ilgili resmi bir cevap yazısı hazırlamış ve gerekçe olarak da “politik sebepler” olduğunu söylemişlerdi. Türkler de olayın şokuyla bu cevaba sert biçimde karşı çıkıyor, bunun sonuçları olacağını söylüyorlardı.

 

*

 

BİRÇOK farklı açı bulabilirsiniz elbette. Türkiye’de Cumhuriyet Gazetesi’ne düzenlenen operasyon ve en son HDP milletvekillerinin tutuklanmasına Washington’ın ne tepki verdiğini aktarırken, konuyla ilgili yapılan resmi açıklamalara bakarak Amerikan Yönetimi’nin ifade ettiği derin endişeyi vurgulayabilirsiniz. Fakat bir yandan da, geçmiş örnekleri düşünüp bu açıklamaların pragmatik Amerikalılar için çoğu zaman lafta kaldığını da savunabilirsiniz. Ancak başta anlattığım 7.62 krizi, bana kalırsa bugün iki ülke ilişkilerinin hangi boyutta olduğunu gösteren, tartışmaya kapalı en çıplak örnektir. Savunma Bakanı Fikri Işık, sorunun çözüldüğünü söylüyor gerçi... Ancak çözülmüş olsa bile, Amerikan Yönetimi bugün stratejik füze sistemleri ya da İHA’ların yanında basit bir silahın satışını bile politik sebepleri gerekçe gösterip engellemeye kalkıyorsa, bu Ankara ve Washington’ın ne durumda olduklarını anlatmaya yeter.

 

*

 

Yazının Devamını Oku

DEAŞ’tan Gülen’e görünenler ve gerçekler

29 Ekim 2016
ADALET Bakanı Bekir Bozdağ geldi Washington’a. Ve SETA’nın düzenlediği bir toplantıda Gülen cemaati hakkında konuşurken çok güzel bir yorum yaptı.

 Gülencilerin bir görünen yüzü olduğunu, bir de gerçekler olduğunu söyledi. Doğru. Ama sadece Gülenciler için değil, birçok konu için geçerli bu. DEAŞ’la savaştan Türkiye’nin Gülen konusunu ele alışına kadar birçok meselede aynı problem mevcut. Şöyle:

 

 GÜLEN

 

- Görünen: Türkiye, Gülen’in iadesini birinci öncelik kabul ettiğini söylüyor, ABD de 6 savcı atadığı iade dosyasına ne kadar önem verdiğini.

 

- Gerçek: Bozdağ, Amerikalı mevkidaşı Loretta Lynch ile 1.5 saat konuştu. Ağırlıklı konu Gülen’di. Ama toplantının sonunda birden Reza Zarrab konusunu da açtı. Ve davanın siyasi olduğunu savundu. Hiçbir şey söylemedi Lynch. Sadece dinledi. Türkiye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın geçen ay Başkan Yardımcısı Joe Biden ile New York’ta yaptığı görüşmede Zarrab Davası’nı gündeme getirmesinden beri, Zarrab dosyasını birinci elden takip ediyor. Ve Bozdağ’ın toplantısında olduğu gibi Gülen’in iadesi ve Zarrab Dosyası’nı bir arada ele alma eğilimi sergiliyor. Buna içeriden itiraz edenler de var. Bu stratejinin Türkiye’ye zarar vereceğini düşünen uzmanlar görüşlerini sundular. Ama Gülen cemaatinin ABD’deki faaliyetleri için Ankara’nın anlaştığı avukat Bob Amsterdam, bu yeni stratejide kritik bir rol oynuyor. Amerikalılar ise her ne kadar Gülen dosyasına ne kadar önem verdiklerini söyleseler de, örneğin ABD’deki Gülen okulları hakkında 2011’den beri geçerli olduğu bilinen FBI soruşturmasının neden halen bir davaya dönüşmediğini, yapılan onlarca okul baskınında elde edilen bilgilerin bir kısmının neden kamuoyuna açıklanmadığını izah edemiyorlar.

 

Yazının Devamını Oku

DEAŞ’ın Musul stratejisi

22 Ekim 2016
MUSUL operasyonu 16 Ekim’de başladı.

Şimdiye kadar meseleyi hep Irak Ordusu, Peşmerge ve koalisyon güçlerinin izleyeceği strateji açısından ele aldık. Bu sefer kırmızı güçlere bakacağız. DEAŞ ne yapacak? Kenti nasıl savunacak? Örgütün hareketlerine odaklanan bir Amerikan askeri yetkilisinin verdiği bilgiler ışığında işte DEAŞ’ın Musul stratejisi.

 

- Şimdilik orta düzey bir direniş var. Savaşın henüz daha başı. Ancak Irak Ordusu ve Peşmerge Musul’a yaklaştıkça çarpışmalar şiddetlenecek. Çünkü örgüt uzun süredir bu kuşatmaya hazırlanıyor. Kentin etrafına hendekler kazdı. Hava saldırılarını zorlaştırmak için ateşe vereceği petrol kuyuları hazırladı. Yollara bubi tuzakları yerleştirdi. Vurulmadan hareket zemini sağlayacak tüneller inşa etti.

 

- Musul’da 3-5 bin arası DEAŞ militanı var. Bunların bin kadarı yabancı savaşçı. Pasaportunu yakmış, gidecek başka yeri olmayan ve ölümüne savaşmaya hazır olanlar. Bazıları kazananın yanında olmak için katılmış, örgütle bağları görece zayıf olan, bölgede yaşayan Sünniler. Kalanlar ise DEAŞ’ın ana unsurunu oluşturan, örgütün taktiklerine bağlı gruplar. Ayrıca 12-15 yaş arası doktrine etmek için tuttukları çocuklar var.

 

- En önemli soru, örgütün nereye kadar direneceği. Musul’da 1 milyon kişi yaşıyor. Bu yüzden daha önce DEAŞ’a karşı Irak Felluce ve Suriye Menbiç’te olduğu gibi 360 derece kuşatma olmadı. Batıda Telafer’e giden yol açık. DEAŞ’lılar buradan kenti terk edebilirler. Nitekim bazı liderlerin ayrıldıkları tespit edildi. Ancak savaşı yönetecek liderler halen şehirde.

 

Yazının Devamını Oku

Trump, Trump, Trump

15 Ekim 2016
İLK defa canlı olarak Iowa’da tanık olmuştum.

Cumhuriyetçiler ve Demokratlar önseçimle başkan adaylarını belirlemeye çalışıyor... Ve yarışa Iowa Eyaleti’nde başlıyorlardı. Oy verme işleminden birkaç saat önce, Cumhuriyetçi Donald Trump son kez bir miting yaptı. Aşağı yukarı 1000 kişilik bir grup. Konferans merkezi gibi kırmızı rahat koltukları olan bir salon. İnsanlar aniden oturdukları yerden kalkıp içerisini bir tribüne çevirdi. Ve Trump kürsüde konuşurken araya girip güçlü bir sesle tekrarlamaya başladı: Trump, Trump Trump... Durmadan. Tempolu.

 

Hayır, kadınlar da vardı. Onlar da katılıyordu. Ama arada kaynadıkları için mi... Erkekler daha çok bağırdığından mı... Yoksa onlar da seslerini bilerek kalınlaştırıp söyledikleri için mi bilmiyorum. Bas çıkıyordu gürültü. Şimdi maçlarda, 30’ların İtalyası’nda Duce, Duce, Duce (İtalyanca şef, reis) diye Mussolini’yi selamlayanları taklit eden, Avrupa statlarında faşist geleneği devam ettiren Lazio taraftarları gibi.

 

*

 

KONUŞMASI bittikten sonra salondan çıkanlara hep aynı şeyi sordum. Anlamaya çalışıyordum çünkü. Niye destekliyorsunuz? Niye hiçbir saygı normlarına uymayan... Meselelerle ilgili hiçbir derinlemesine bilgisi olmayan... Yalan söyleyen... Dediğini inkâr eden... Basın özgürlüğüne inanmayan... Ayrımcılığı körükleyen... Meksikalı göçmenlere küfreden... Vergi ödeyip ödemediği bile belli olmayan birinin arkasından gidiyorsunuz? Ve konuştukça gördüğüm, bunların hiçbiri umurlarından değildi. Tek istedikleri, Trump’ı seçtirip sisteme okkalı bir yumruk atmaktı. Sarsmak... Sallamak...

 

Yazının Devamını Oku

Musul parametreleri

8 Ekim 2016
HALİHAZIRDA başlayan ama önümüzdeki günlerde sembolik başlangıç vuruşu yapılacak operasyonun parametrelerini aktarmaya çalışacağım.

2014 Haziran’ından beri IŞİD’in elinde bulunan Musul’u kurtarma harekâtının Türkiye’ye etkileri bağlamında.

 

- İşin Ankara açısından en sıcak boyutu, Musul’un 20 km doğusundaki Başika çevresinde bulunan Türk askeri. 30 Haziran’da askerlerin kaldığı Gedu Üssü’nün önündeydim. Kamp, IŞİD’in elindeki Başika Köyü’ne tepeden bakan ön cephenin yaklaşık 5 km gerisinde. Çatışma riski içermiyor. Ancak Musul kuşatmasında Irak’ın kullanmak isteyebileceği kadar stratejik bir konumda. Haziran’da Bağdat’ta görüştüğümüzde, o dönemki Irak Savunma Bakanı Halit El Ubeydi de, “İhtiyacımız olursa kullanacağız” demişti.

 

- Ön cephede Peşmerge duruyor. Normalde burası Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) kontrolünün dışında. Ama artık fiilen Kürt bölgesi. Türkiye, bölgedeki varlığını önce Bağdat Yönetimi’nin davetine dayandırdı. Nitekim El Ubeydi, Türkiye’nin Başika’ya ilk defa 2015 başında yaptığı asker konuşlandırmasının ardından o sene kasımda üssü ziyaret etti. Ancak 24 Kasım 2015’te Rus uçağını düşürüp Suriye’de oyun dışında kalınca, aralıkta Ankara’nın aklına Başika geldi. Takviye yaptı. Ve hem Rus diplomasisinin hem de İran’ın atağıyla birden bire kendini yapayalnız buldu. Herkes itiraz etti. Eski Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Başika’daki Türk askeri üzerinden Başbakan Haydar El Abadi’yi sıkıştırınca ve mesele Bağdat’ın istikrarını sarsınca Amerikalılar da Türkiye’ye “Çekil” çağrısı yaptı.

 

- İnanmadılar. Ama 25 Ağustos’ta Şii politikacı Maliki’nin adamları Irak Meclisi’ndeki bir oylamayla Sünni Ubeydi’yi düşürünce işin ciddiyeti anlaşıldı. Niye önemliydi bu? Çünkü Ubeydi, Bağdat’ta Türkiye’ye en yakın isimdi. IŞİD gelmeden Musul’un valisi olan Esil El Nuceyfi ve onun abisi Irak Meclis Başkanı Usame El Nuceyfi’nin kurdukları Muttahidun (Birleşikler) Koalisyonu üyesiydi. Azli, aslında İran’ın Bağdat siyasetinde Türkiye’ye indirdiği bir darbeydi.

 

Yazının Devamını Oku

3 ana görüş ayrılığı

1 Ekim 2016
ÜÇ temel konuda temel görüş ayrılığı var.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Eylül’de New York’ta ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile olan toplantısına da damga vuran üç ayrılık. ABD ile Türkiye arasında ilişkiyi olumsuz yönde etkileyen bu üç meseleyi Amerikalılar nasıl ele alıyorlar, aktarmaya çalışacağım.

 


1- GÜLEN: Türkiye, 15 Temmuz’dan sonra Fetullah Gülen’in hızla iade edilmesini istiyor. ABD ise başta belirlediği o anlaşılmaz tutumunu değiştirdiği halde bu talebin bir çırpıda yerine getirilemeyeceğini dile getiriyor. Evet, 16 Temmuz’a göre müspet epey bir değişim oldu. Çünkü başta kavrayamadı Amerikalılar. Obama’ya altı yıl (2009-2015) en yakın isimlerden biri olarak çalışan Phil Gordon’ın geçen hafta Washington Enstitüsü’nde yaptığı bir konuşmada dediği gibi, “ABD’nin darbeyi küçümseme eğilimi yüzünden ABD tarafından neredeyse ihanete uğradığını düşünen Türklerin hislerini anlamada başarısız oldular”. Sonradan dank etti. O yüzden “Kanıt gösterin” yerine “Beraber çalışıyoruz” demeye başladılar. O yüzden iade taleplerine normalde iki savcı bakarken, Amerikan Adalet Bakanlığı Gülen dosyasına altı savcı atadı. Ancak bir yandan da Gülen’le ilgili bütün ihalenin şimdi Amerikan Yönetimi’ne kalmasını da kabul etmiyorlar. Hafta içi Türk Hükümeti’ne yakın Turkish Heritage Organization’ın Washington’da bir paneli vardı. Konuşmacılardan gazeteci Nedim Şener, Gülen’in 2008’deki Yeşil Kart davasına getirdi konuyu. Gülen’e referans mektubu veren ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi (1989-1991) Morton Abramowitz’i hatırlattı. Dinleyicilerden emekli büyükelçi Jim Holmes da bunun üzerine söz alıp, “Morton Abramowitz’in mektubu imzalamadan önce konuyu Türk Hükümeti’yle görüştüğünü biliyorum. Gülen hakkında devam eden bir dava var mı ve böyle bir mektubu yollamasına itirazları var mı diye sordu. Bir dava olmadığını ve böyle bir mektup yazılmaması için bir sebep bulunmadığını söylediler” dedi. Abramowitz’le görüştüm. Ki kendisi Gülen Cemaati’ne en yakın duran kişilerdendir. “Hatırlamıyorum ama Jim’in dediğine güvenirim” dedi.

 

 

2- IŞİD:

Yazının Devamını Oku

Erdoğan notları

24 Eylül 2016
İLK akşam çok sakindi halbuki.

Kaldığı otel Peninsula’nın hemen karşısındaki St. Regis Oteli’nde bir toplantısı vardı. Yürüyerek geçti. Ağır ağır. Rahatlamış. Herkesle konuşup fotoğraf çektirerek. Ama sonra ertesi gün Birleşmiş Milletler Genel Kurul konuşmasını yapınca, içeri girenlerden ikili temaslarda meseleleri ele alış tarzını dinlediğimde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın içindeki hırs ve öfkenin değişmeyeceğine bir kez daha ikna oldum. Tek fark, zaman zaman sadece yön değiştiriyor.

 

Başkan Yardımcısı Joe Biden’la görüşmesinde de yapmış. Fetullah Gülen’le başlanıyor. Arada Reza Zarrab’a dair bölümler var. Sonra Suriye’ye geçiyorlar. Ve salonda bulunanlardan Obama’nın IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’ün şubatta Kobani’ye gidip YPG’den ödül almasına getiriyor konuyu. Ağır biçimde eleştiriyor. McGurk o sırada oturduğu yerden kaykılıp Erdoğan’ın kendisini kast ettiğini belli ediyor. ‘Tamam mesajı aldım’, demek istiyor. Ancak Erdoğan hırsını alamıyor. Toplantı bittikten sonra Amerikalıları salondan uğurlarken bu sefer McGurk’ün yüzüne de söylüyor. “Bir daha yapma” diyor.

 

*

 

AMERİKALILAR ise her zamanki gibi dinliyorlar. Biden, diplomatik konuşmaya dikkat ediyor. Ancak muhtemelen bu tavrı Erdoğan’ı daha da rahatsız ediyor. ‘YPG’ye silah verildiğini’ söylediğinde Biden’ın “Haberim yok” demesi, Erdoğan’ın ne anlayabileceği ne de kabul edebileceği bir şey çünkü.

 

Yazının Devamını Oku