1. Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı devletinin 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamasının ardından topraklarımız işgale uğradı. Sonrasında başlayan Kurtuluş Savaşımız, İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve İzmir’i işgal eden Yunanlara karşı yapılan destansı bir istiklal mücadelesiydi... Bu şanlı mücadelenin sonunda 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyetimiz bu yıl 100’üncü yaşını kutluyor. Bağımsızlık düşüncesiyle inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti, istiklal mücadelemizi zafere ulaştıran birlik ve beraberlik ruhunun tacı ve en büyük eseri olarak bir asrı geride bırakıyor. Kutlamalar tüm yurtta coşkuyla yapılırken bu mücadelenin temel taşlarının döşendiği kimi kentlerimizde ziyaret edenlerin göğsünü kabartacak ya da gözlerinin nemlenmesine neden olacak öyle hatıralar, öyle müzeler var ki… Ekim ayı boyunca bu kentlerimize yolunu düşürmek ve ziyaret etmek isteyenler için bir rehber hazırladık. 100’üncü yılında Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
Birinci milli kongre anısına...
SİVAS
4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen Sivas Kongresi, Anadolu’nun pek çok yerinden katılan temsilciler sebebiyle milli bir kongre oldu. Aslında genel olarak Erzurum Kongresi’nde alınan kararların genişletilmesi amacıyla yapılan kongrede bölgesel direniş gösteren müdafaa-i hukuk cemiyetleri, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında bir araya getirildi.
Sivas’ta ilk durağınız Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi olmalı. İnönü Bulvarı üzerindeki bina bir süre Milli Mücadele Karargâhı olarak kullanılmış. Binanın zemin katı Etnografya Müzesi, üst katı Atatürk ve Kongre Müzesi. Müzede; Tarihi Kongre Salonu’nu, Atatürk’e ait dinlenme ve çalışma odasını, telgraf odasını, Sivas Kongresi ile ilgili belgelerin olduğu salonu, İrade-i Milliye gazetesinin basıldığı matbaa makinesini görebilirsiniz.
Sivas’a gittiyseniz elbette Orta Anadolu’nun en büyük arkeoloji müzesi olan Sivas Arkeoloji Müzesi’ni ve UNESCO tarafından ‘Dünya Kültür Mirası’ listesine alınan Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası’nı ziyaret ederek Sivas gezinizi taçlandırabilirsiniz.
Batı cephesi kuruldu
Ülkemizdeki gezginlerin yeni gözdesi turistik gemi yolculuğunun en çarpıcı yanı ne biliyor musunuz? Her sabah ayrı bir coğrafyada uyanmak… Gemi yolculuğu 19’uncu yüzyıldan beri turizm sektöründe önemli bir rol oynuyor. Geçmişte sadece üst düzey gelir grubuna hitap ediyordu bu gemiler. Ancak sayılarının ve yolcu kapasitesinin artması fiyatları kısmen de olsa düşürdü. Bavul toplamadan hep aynı yatakta uyumak, her gün ayrı yerde uyanmak gemi yolculuğunu cazip hale getiriyor, hele gittiğiniz coğrafya Norveç Fiyortları gibi eşsiz doğa manzaraları sunuyorsa...
Troller her yerde
Gemiyle yaz yolculuklarında gece yatarken perdeleri sıkıca örtmek lazım. 1.30 gibi batan güneş, bir saat sonra geri dönüyor. Kışınsa sabah 10.00 gibi aydınlanan hava, 15.00’te kararıyor. Geceler uzun ve karanlık olunca Vikinglerin torunları da masallarda bulmuşlar mutluluğu. Norveçlilerin meşhur Trolleri var. Masallara göre yüksek dağlar, derin vadiler ve ormanlarda yaşayan bu yaratıklar kimine göre sevimli, kimine göreyse hayli çirkin. Öyküleri yüzyıllar boyu kuşaktan kuşağa aktarılmış, bugünse hediyelik eşya olarak her köşe başında.
Norveç belki de dünyanın en güzel ülkelerinden biri. Norveçlilerin çoğu bu bölgeye 8 bin yıl önce göç etmiş Nordiklerin kökeninden geliyor. Ülkede 40 bin civarında da Sami (Laponyalı) var ve çoğunlukla rengeyiği yetiştiriyorlar.
Bu güzel ülkenin kaderi 1969’da Kuzey Denizi’nde petrol ve gazın bulunmasıyla birlikte değişmiş. Böylece Norveçliler, gezegenimizdeki en yüksek kişi başına düşen gelire sahip olmuşlar. Bu arada, her ne kadar Schengen vizesiyle gidilse de Norveç AB’ye üye değil.
Türkiye’de de bir tane var
Fiyort dar ve derin körfez anlamına geliyor. İskandinav kökenli bir sözcük. Çoğu dile de böyle yerleşmiş. Buzulların 12 milyon yıl önce erimesiyle oluşan bir doğa olayı. Türkiye’de Sinop Hamsilos’ta da bir tane fiyort var. Norveç’in kuzeyine çıktıkçaysa doğa daha da coşuyor ve etrafta insanları bile gizleyen yeşili görüyorsunuz.
Vikingleri bilirsiniz, savaşçı adamlar ve bir o kadar güçlü, güzel kadınlardan oluşan istilacı bir millet. İşte onların yaşadığı yerlerden biri de İzlanda. Geçen ay bu masalsı Viking ülkesini ziyaret ettik. Tam uçağa binip döndüğümüz gün, başkentin
30 kilometre uzağındaki havalimanı yolu üzerinde Fagradalsfjall Yanardağı lav püskürtmeye başladı. Aslında aynı bölgede son iki yıl içinde üçüncü kez lav fışkırıyor. Yanardağın eteklerindeki üç çatlaktan her yöne akan lav 200 metrelik bir pınar oluşturmuş. İzlanda’da aktif 33 volkanik sistem var, yaklaşık 5 yılda bir patlama yaşanıyor. 2010’da Eyjafjallajökull patladığında Avrupa geneline yayılan duman yüzünden 100 binden fazla uçuş iptal olmuştu.
İzlanda’nın haritadaki yerini dünyanın tepesinde diye tarif edebiliriz. Grönland’ın güneydoğusu, İskandinavya ve Büyük Britanya’nın kuzeybatısında bir ada. 103 bin kilometrekarelik ülkede yaşayan insan sayısı yaklaşık 350 bin kişi. Avrupa’nın en seyrek nüfuslu ülkesi. Türkiye’den direkt uçuş yok ama bir aktarmayla ulaşabiliyorsunuz başkente. Biz Amsterdam aktarmalı gidip Zürih aktarmalı dönüşü tercih ettik saat uygunluğu sebebiyle. Uçağınızın ineceği Keflavik Havalimanı başkentin merkezine araçla 45 dakika mesafede.
ZORLU AMA ÇOK GÜZEL
İzlanda, Avrupa Birliği ülkesi değil ama Schengen Bölgesi’ne dahil. Bu nedenle aktarma yapacağınız ülkenin ve İzlanda’nın vize kuralları gereği Schengen vizenizin olması şart. İzlanda zor bir seyahat rotası. Gezerek hayatını kazanan kişiler olarak biz bile ince eleyip sık dokuduk tur seçerken. Danışmanımız Bülent Saraloğlu idi ve bilgisi, deneyimi hayatımızı çok kolaylaştırdı. Bu kadar zorlu ve yeraltı hareketliliği olan bir ülkeye niye gidelim diyebilirsiniz... Şimdiye kadar anlattığımız zorlukları bir kenara koyarsanız öncelikle gecelerin uzamaya başladığı ağustos sonundan marta kadar havanın açık olduğu zamanlarda Kuzey ışıklarını rahatlıkla görebiliyorsunuz. Sadece Kuzey ışıkları değil, dantel gibi kıyıları, sönmüş lav ovaları, şelaleleri, dağları, tepeleri, kaya ve buz kubbeleri, ürkütücü hızla akan ırmakları, krater gölleri ve gayzerleriyle bir doğa harikası İzlanda... Eğer ‘Ben uzun yaz gecelerini tercih ederim’ derseniz haziranda kuzeyde yaklaşık 20 gün boyunca güneş hiç batmıyor. İzlanda’yı ziyaret etmek için en ideal zamanın 15 Haziran-15 Ağustos arası olduğunu söyleyebiliriz.
Diyarbakır uzak bölgeleri denizlere ve liman şehirlerine bağlayan ana yollar üzerinde kurulmuş. Akdeniz sahillerini Basra Körfezi’ne, Mezopotamya'yı Karadeniz sahillerine bağlaması sayesinde pek çok medeniyetin izlerinin olduğu bir merkez haline gelmiş. Kentin bulunduğu topraklara ilk yerleşenlerin MÖ 3.000’lerde Hurriler olduğu kabul ediliyor. Başkentleri büyük bir olasılıkla Diyarbakır’ın merkezindeymiş. Dolayısıyla MÖ 3.000’lerden günümüze kadar şehir merkezi değişmemiş bir yerleşim yeri Diyarbakır. Tabii o zaman Hurriler buraya 'Amidi' veya 'Amedi’ diyorlarmış. İslami döneme dek de adı hep bu iki isim çevresinde dönmüş dolaşmış. Adı 'Kara Amid', 'Kara Hamid', 'Diyar-ı Bekir' olmuş. Sonra da Cumhuriyetle birlikte 'Diyarbekir' son olarak da 'Diyarbakır' olmuş.
Dünyada insanoğlunun ilk yerleşik hayata geçişinin izlerine Diyarbakır’ın Ergani İlçesi’nde rastlanıyor. İlk üretime geçişin izleri de burada. İlk kez yabani bakla ve bir tür buğday tohumu ekmişler. Ürün ihtiyaçtan fazla olmaya başlayınca yaşam alanlarını genişletme ihtiyacı duymuşlar. Çanak çömlek, saklama kapları ve kendilerine ev yapmaya başlamışlar. Ve sonra da kendilerine köy inşa etmeye başlamışlar.
Hurrilerden sonra Mitaniler, Asurlular, Persler ev sahibi olmuş bu topraklarda. Bilinen dünyanın yüzde 90’ına sahip olan, önünde kimsenin duramadığı Büyük İskender’in önünde Persler de duramamış, Diyarbakır toprakları dahil tüm Mezopotamya İskender’in hakimiyetine girmiş. Onun ölümünden sonra elden ele dolaşmaya devam etmiş. Roma’nın ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma’ya yani Bizans’a ev sahipliği yapmış ama Müslüman Araplar tarafından fethedilene kadar defalarca kuşatılmış, el değiştirmiş. Elbette her egemenlik birtakım mimari yapılar bırakmış kente. Kimi saray yaptırmış, kimi cami, kimi surlarla donatmış, kimi kenti yenilemiş.
Osmanlı izleri 1500’lerden kalma
Yavuz Sultan Selim döneminde, 1515’te Osmanlı hakimiyetine girmiş kent ve eyalet merkezi olmuş. Kanuni Sultan Süleyman döneminde şehre su kemerleri inşa edilmiş, Amid İç Kalesi genişletilmiş ve İç Kale’ye 16 burçlu iki kapı ekletmiş.
Osmanlı döneminde kent büyük bir gelişme göstermiş ve önemli bir ticaret merkezi haline getirilmiş.
Pek çok cami var ziyaret edilebilecek: Mesela Hz. Ömer zamanında Diyarbakır’ın fethinin başlatıldığı kabul edilen yerde bulunan Hazreti Süleyman Camisi.
Osmanlı’nın Diyarbakır’daki ilk mimari yapısı olan 500 yıllık UNESCO korumasındaki Kurşunlu Camisi, kentin en eski tarihi eserlerinden biri. Kubbesini örten kurşun nedeniyle bu ismi almış.