Pakize Suda

Erkeğin barınma sorunu

21 Ağustos 2008
BİR hemcinsim, aynı zamanda adaşım ve hemşerim, bir gazete haberinde çıktı karşıma:<br><br>"İzmir’de mahkeme, 33 yıllık kocası Orhan Kılıç’a saldırdığı gerekçesiyle emekli öğretmen Pakize Kılıç’ın 6 ay boyunca eşine yaklaşmasını yasakladı. Yasağa telefonla aramak ve mesaj atmak da dahil."

Koca şikáyet ediyor, mahkeme de şikáyet ve delilleri değerlendirerek bu kararı alıyor.

İyi, hoş, álá.

Mağdur olan korunsun.

Fakat aksine neden rastlamıyoruz hiç?

Yazının Devamını Oku

Viagra’ya zam geldi!

19 Ağustos 2008
BİR haber...

Erkek 55’inden sonra sadık oluyormuş. Neden acaba?

a) Aslında bütün kadınların aynı olduğunu 55’inde idrak ediyor.

b) Harç bitiyor, mecburen yapı paydos!

c) Sokakta oluşan yara bereleri pansuman vakti!

Yazının Devamını Oku

Aslında işlev yok

17 Ağustos 2008
BAKIYORUM gazeteye... Kimbilir kaçıncı kez aynı şey: "Cinsel organın boyutu değil, işlevi önemlidir."

"Tabii, tekrar edilecek"
diyeceksiniz... "Her kuşak kafasında bu meseleyle geliyor, dedesine söylenmiş olması bir şey ifade etmiyor."

Haklısınız.

Ayrıca, erkek kısmına bunu devamlı telkin etmeseniz olmuyor.

İki gün söylemeyin, "Sayın doktor benimkinin boyutu..." diye başlar bakarsınız.

Cevap verilecek: "Cinsel organın boyutu değil, işlevi önemlidir."

İki gün daha götürür bu onu, sonra yine aynı şey.

Adem’in kendini yeryüzünde bulduğu anda aklına takılan bu mesele, dünyanın son erkeği kim olacaksa artık, onunla bitecektir ancak!

Gerisi hikáyedir.

Boş laftır.

* * *

Erkeğe verilen cezadır bu belki de. Öyle bir dert ki aklı ermeye başladığından ölünceye kadar rahat yüzü yok.

Amerika’ya devlet başkanı olsa, aklında bu:

"Benimkinin boyutu nasıl?"

Uykuda bile bir iç sıkıntısı... Uyanırlar... Neydi? Ha, boyut? Kahretsin!

Diyeceksiniz ki "Yeteri kadar boyluysa?"

Hayır, yok öyle bir şey!

En üst sınırda olsun isterse... Hani ondan ötesini insan değil eşek sınıfına soksunlar... Rahat etmez.

"Ya dünyanın bir yerinde daha büyüğü varsa!"

* * *

Önceleri ölçü veriyordu doktorlar...

Bu işe yaramadı.

Daha çok kafa karışıklığına neden oldu.

Kimse "cetvel"i neresinden nasıl tutması gerektiğini bilemediğinden, ölçüm hataları yapıldı. E, devletin gezici ölçüm ekibi dolaştıracak hali yok mahalle mahalle!

Bunu buldular işte sonunda.

"Cinsel organın boyutu değil, işlevi önemlidir."

Sen sağ ben selamet!

Ama işte iki günde bir tekrar edeceksiniz.

Neden?

Kaz kafalı mı erkekler?

Asla!

İşlev de yok aslında, mesele bu!

Fakat biliyorlar. "Benimki 1 cm küçük" deyip bunalıma giriyor. Zannediyor ki 1 cm büyük olsa dünyanın bütün kadınlarını "parmağında" oynatacak!

MIŞ-MUŞ

719 okul birincisi ÖSS’yi kazanamamış.Veliler değil çocuklar haklı çıktı; çok çalışmak bir b.ka yaramıyor!

Şimdi de omuz estetiği modası çıkmış.
Eskiden bir giydiğimizi bir daha giymezdik, artık bizi bir gördüğü gibi bir daha gören yok!

İstanbul’daki trafik işkencesine üzülen Ahmedinejad, "Ben Tahran’da yol kapatmam" demiş.Ahmedinejad hayranı büyüklerimiz bu dediğinden de etkilenirler inşallah da onun da Türkiye’ye bi faydası dokunmuş olur.
Yazının Devamını Oku

Kısa yazılar

16 Ağustos 2008
Ben çok doğal bir şey yaptığıma inanıyorum ama onlar yüzüme uzaydan gelmişim gibi bakıyorlar. Mesela... Diyorum ki garsona "Geçen geldiğimde bir arkadaşınızın babası kalp krizi geçirmişti, apar topar gitmişti çocukcağız, nasıl hastanın durumu?"

Cevap yok.

Şaşkın bakış var sadece.

Çünkü o günden beri işe gelmeyen arkadaşlarını arayıp sormamışlar hiç.

Ve benim bunu hatırlayıp sormamı ne olarak değerlendiriyorlar kimbilir...

Delilik, manyaklık, saçmalık, tuhaflık...

Öyle çok karşılaşıyorum ki... Günde sekiz saatini paylaşan, karşıdan baktığınızda kanka görünen insanlar birbirlerini merak etmiyorlar.

Belli bir sosyal sınıfa ait bir durum mudur bu?

Bunun için de mi "eğitim şart" yani?

Oysa tam tersini bilmez miyiz?

Daha sıkı, daha insani değil midir bir kesimde ilişkiler?

Yoksa şehirli olmaya buradan mı başlanıyor?

Yahut tuhaflık bende mi sahiden?

*

Yıllardır tanıdığım biri...

Manken misali kızlarla gezdi gezdi...

Baktım evlenmiş sonunda. Yanında beyaz, tombul, edalı işveli köylü güzeli bir ev kızı!

Belki de doğrusu budur.

Şirkette müdürüyle takışıp gelmiş kadın... Kariyer savaşında yahut... Üstüne bir de ince kalma gayretinde...

Sonuç?

Evde stres var, yemek yok!

"Yatak" da yok! Baş ağrısı var onun yerine.

Sahiden de erkek açısından bakarsanız "edalı, işveli, tombul köylü kızı" en doğrusu olabilir.

"Ama kafaların uyuşması" demeyin sakın!

En uyuşanıyla iki sene sonra "irtibat sıfır" olmuyor mu zaten?

Gürcistan’la Rusya’nın durumunu arkadaşlarıyla konuşup da geliverir ne olacak!

Oh, mis gibi etli biber kokusu evde!

*

Dindarlık ile cinsel güç arasında bizim bilmediğimiz bir bağ mı var?

Yoksa eğer, bazı hacıların hocaların (hepsinin demiyorum bakın) kapısı aralandığında, neden hep cinsel hikáyeler çıkıyor ortaya?

İmanla beraber öyle bir cinsel güç geliyor ki, çoluk çocuk falan diyemiyorlar belki!

Kızarsınız tabii...

Kızmayın!

Onun yerine herkesten önce siz kınayın bu adamları ve dini kurtarın bunların elinden.

Fakat beş yaşında çocuğun bile akıl edebileceği bu basit çözüm neden hayata geçmez hiçbir zaman, o da ayrı muamma.

*

Saatleri ilkbaharda 1 saat ileri, sonbaharda tekrar geri alıyoruz ya yıllardır.

Ekim 2009’dan itibaren artık geri almayacakmışız.

Neden?

Meğer yıllarca yanlış yapmışız çünkü.

Gerek yokmuş.

Geri almayarak daha fazla enerji tasarrufu sağlamak mümkünmüş.

Şimdi bunu duyunca...

Hani insanlar gençlik döneminde sorgu sual işine girerler ya... Ben kimim, dünyadaki fonksiyonum nedir falan gibi...

Bir Türk ölene kadar sormalı benzer soruları.

Burası neresi?

Burada ne işim var?

Bu adamlar kim?

Bu mudur?

V.s.

*

Bu da en kısası:

Hepimiz aynı şeyi yapıyoruz.

Başkalarını siyaha boyayarak kendi griliğimizi beyazmış gibi göstermeye çalışıyoruz.

MIŞ MUŞ

ÆRafet El Roman Hande Yener’e "Müzikte devrim sana mı kaldı" demiş.Böylece aslında kime kaldığını öğrendik.

ÆKonya’da bir kadının sağlam böbreğini alan doktor, 2 yıl önce de yanlış teşhisle bir hastanın testislerini almış.Doktoru gören organlarını kollasın!

Æİngilizler, 2 yılda Türkiye’ye gelen vatandaşlarından 69’unun öldüğünü iddia etmişler.Türkiye’nin "turizm cenneti" olduğu doğru! Direkt cennete gönderiyoruz geleni!
Yazının Devamını Oku

Bülbülün çektiği

14 Ağustos 2008
"BÜLBÜLÜN çektiği dili belasıdır" demiş gerçi atalarımız ama ben doymam yenilerini söylemek isterim.<br><br>"Çok öten bülbül kargaya döner" mesela. Nereden esti şimdi... Bir taze damat, kamuoyuna mal olmuş sevgili Süreyya Yalçın’ımızın eşi yani, Vatan’da Gülşen Yüksel’in sorularıyla hakkındaki "para için evlendi" iddialarına cevap vermiş de...

"Ailemin şirketinin hali vakti yerinde."

Benim bildiğim, kişilerin hali vakti yerinde olur, şirketlerin kárlılığı, büyüklüğü başka türlü ifade edilir ama Türkçe’ye takılmayalım şimdi.

"Amerika’da celebrity anlamında da bir sürü arkadaşım oldu. Mickey Rourke, Jennifer Lopez ve onun eski nişanlısı benim arkadaşım."

Evlenecek yaşta kızı olanlara sesleniyorum!

Diyelim kızınıza kısmet çıktı... Sorun bakalım arkadaşları kim, referans olarak kimleri gösterecek... "Mahalleden Rıza’yla Erol, okuldan Cengiz’le Ahmet" derse kapıyı gösterin!

* * *

"Ayrıca o telaffuz edilen rakamlar... Faruk Yalçın seviyesindeki bir insanın bana 300 bin dolar vermesi... Ben 300 bin dolara bozuk para gibi bakıyorum."

Doğrudur.

Fakat bazen insanın üstünde bozuk para bulunmayabiliyor ya, dedikoducular onun için şeytmiş olabilirler!

Evlilik sözleşmesi üstüne ne diyor bakın:

"Bu evlilik sözleşmesine göre bundan önceki mal varlığı beni ilgilendirmiyor, benim kendi mal varlığım Süreyya Hanım’ı ilgilendirmiyor. Bunlar doğal şeyler. 25-30 sene para kazanayım, bir tane bayan gelip hayatıma girsin, bütün paramı alsın gitsin. Ya da tam tersi. Böyle bir şey yok. Kimse enayi değil. Herkesin kendine göre bütçesi var."

Beyaz gelinlik...

Masal gibi düğün...

Patlayan şampanyalar...

Bilmemkaç katlı düğün pastası...

Aşk pozları...

Arkasından bu laflar!

Gelincik tarlasına tank girmiş gibi.

Ben Süreyya Yalçın olsam bavulumu topluyordum şimdi.

Ama o tankı damat tek başına getirmedi tabii gelincik tarlasına, "bir tane bayan"ın babasının da emeği büyük!

Neyse...

Biz yine de imkánları zorlayalım, ömür boyu mutluluklar dileyelim gelinle damada.

MIŞ-MUŞ

Kronik hastalıklar bitecek, ömür 100 yıla çıkacakmış.Fakat Tuzla’yı n’apıcaz?

Sahte doktor, röntgen filmini ters tutunca yakayı ele vermiş.Ah, her işte ters tutulacak bir röntgen olsa!..

Nilgün Belgün, "Küçük aldatma evlilik yıkmaz" demiş."Küçük aldatma!.." "Az hamile" gibi olmuş biraz ama neyse...
Yazının Devamını Oku

Susturun şu motorlarınızı!

12 Ağustos 2008
PENCEREYE koştum...<br><br>Bizim kapıya uçak mı iniyor diye! Olur olur... Havada arıza yapar...

Tamam, saçmalıyorum. Fakat o gürültünün başka izahı yok!

Ama varmış meğer.

Motor.

Bildiğimiz, iki tekerlekli, üstüne binilip gidilen ulaşım aracı.

Gürültüyü yapan oymuş.

Ama nasıl gürültü... Gün içerisinde bunlardan beş tanesinin çıkardığı sese maruz kalsa insan, akşama yüzde 30 işitme kaybı garanti!

Eskiden de böyle gürültülü mü çalışırdı bunlar yoksa benim işitme yollarımda fazladan bir açıklık mı oluştu?

Aslında tersine kapanmış olması lazım biraz... İnsanın her yanı yaş alırken kulaklarının 20 yaşında kalacak hali yok!

Yani motordan çıkan sesin bir kısmının beynime ulaşmadan yolda ziyan olup gitmesi ihtimali daha kuvvetli. Yani beni "Amanın!" diye pencereye koşturan ses, benim duyduğumdan daha da yüksek belki de.

Neyse ne...

Motor sesi en nefret ettiğim seslerin baş sırasına oturmuş durumda. Matkap sesi ikinciliğe düştü.

* * *

Sahi nedir bu?

Neyin göstergesidir bir motorun bu kadar gürültüyle çalışır olması?

Makbulü bu mudur?

Kulakları sağır etmezse motor motordan sayılmıyor mu?

En önemlisi bunlar böyle mi sürülüyor piyasaya?

Böyle "gürültü nesnesi" olarak mı?

Yoksa öteki aksesuvarlar gibi sonradan "bağırtıcı" gibi bir şey mi takılıyor?

Hani olur ya, edep devrini geride bırakmış insanlar olarak böyle bir icada ihtiyaç duyduk belki!

Hayır, benim anlamadığım şey, bizim yanımızdan geçip gidiyorlar, yani alt tarafı üç-beş saniyede "felaket"i geçiştiriyoruz fakat kendileri nasıl katlanabiliyorlar?

Onlar için "Fiyaka her şeydir, kafalarının şey edilmiş olması hiçbir şey" belli ki.

Bakın, gerçek motor tutkunlarına, "motorcu" olmayı yaşam biçimi haline getirmiş olanlara sözüm yok. Onlar bu alete binmenin adabını biliyorlardır nasıl olsa. Sözüm "Ben buradayım" diyecek başka hiçbir meziyeti olmayan, üstüne çıktığı motoru bağırtarak kendini var etmeye çalışan kifayetsizlere, edepsizlere, görgüsüzlere...

Susturun şu motorlarınızı!

MIŞ-MUŞ

Konya’da bir kadının hasta böbreği yerine sağlam böbreğini almışlar.Şükür böbrek yine de!

Araştırmaya göre, 70 cl. bira, karşı cinsi çekici kılmak için yeterliymiş.Uzun lafın kısası!
Yazının Devamını Oku

Evlilik kadına fena yetki veriyor

10 Ağustos 2008
BAZEN bakıyorum ortada bir konu dolaşıyor, tam benlik! Ama tanıdığım, sevdiğim kişiler var işin içinde... Boşveriyorum. Kimseyi incitmeye değmez.

Zaten dünyanın en önemli meselesi de değil. Yani konuşmanın ülke menfaati için şart olduğu bir durum falan yok ortada.

Fakat işte öyle kışkırtıcı oluyor ki bazen söylenenler, yazılanlar... Anladınız, yine böyle bir durum var. İki çift laf etmezsem olmaz.

Konu neredeyse dünyanın kurulduğu günden beri süregelen şey... "İki kadınla bir erkeğin halleri."

Yaşamalara, yazmalara doyamadık!

Alınan mesafeyse "bir arpa boyu" olsa razıyım.

Konunun şu satırlara neden olan son temsilcilerinden ikisi, karı koca olanı, tanıdığım ve sevdiğim insanlar. İsimlerine gerek yok. Çünkü dediğim gibi, bu onların değil dünyadaki bütün "iki kadın bir erkek"lerin meselesi.

Onlar sadece bildiğimiz şeylerin bir kez daha altını çizdiler. Acıklı bir durumun...

* * *

Şimdi sadede geliyorum.

Evlilik insan haklarına aykırı bir kurumdur!

Evet, artık iyice kanaat getirdim buna.

Bakın...

Erkek çok hasta... Ölmek üzere... Yanında eşi var haliyle.

Ama erkeğin hayatında uzunca bir süredir bir kadının daha olduğu söyleniyor.

O, yok hastanede.

Gelemiyor.

Gelse, içeri alınmayacağını biliyor.

Nitekim erkeğin eşi, kadının bir ara ziyarete geldiği iddialarına karşı, kendi olmadığı zamanlarda yakınlarının nöbeti devraldığını, dolayısıyla bunun mümkün olmadığını söylüyor.

Aslında böyle bir ilişki de mümkün değil ona sorarsanız.

Neden?

Tüm tedbirleri almış çünkü.

Bütün kapıları tutmuş.

Evlilikleri boyunca yapmış bunu.

Kuş uçurtmamış adeta.

İki taraf için de ne zor hayat!

Peki ben ayıplıyor muyum erkeğin eşini?

Asla!

Ben de olsam aynı şeyleri yapardım büyük ihtimalle.

Evlilik kurumuna kızıyorum ben...

Bize bu hakkı verdiği için.

"Evlilikle ilgisi yok, kadının kişiliğiyle ilgili" demeyin. Öyle olsa bir kere de "ikinci kadın" cazgır çıkar, "birinci"yi sokmazdı hastaneye mesela. Duydunuz mu hiç?

Evlilik kadını bozuyor.

Acımasız bir savaşçı yapıyor.

Ölüm bu... Ötesi yok. Ama kadına vız geliyor. Savaşı sürdürüyor. Erkeğin ölümünden sonra bile.

İstediği kadar özgürlükten yana olsun kadın... Hani bir laf vardır, "Adama yetki vermişler gitmiş babasını asmış" derler... Evlilik kadına fena "yetki" veriyor.

MIŞ-MUŞ

Ameliyat sırasında hastanın sırtında kene gören hemşire, şaşkınlıkla, elindeki iğneyi önce kendine, sonra başka bir hemşireye ve doktora saplamış.Seri şaşkınlık!

9 bin yıldır süt içiyormuşuz.Ben de diyorum, ne bu gaz!
Yazının Devamını Oku

Haftanın haberleri üzerine

9 Ağustos 2008
Erkekler daha kolay cinayet işliyor. Dolayısıyla daha çok. Yok, araştırıp da bir sonuca varmış değilim. Sadece bakıyorum, mesela tuttuğu takım maçı kaybedince karşı takımın taraftarlarından birini bıçaklayan kadın yok.

Yahut yanındaki erkeğe baktı diye karşı masadaki kadının kafasına kurşun sıkan...

"Madem bana yar olmadın..." mevzuu da olmasa, kadın eline çakı bile almaz. Bir tek o zamanlarda tutamıyor kendini.

Ve doğrusu işin hakkını da veriyor!

Direkt "hadisenin merkezi"ne saldırıyor!

İşte yine bir kadın, başkasıyla evlenmeye kalkışan sevgilisinin penisini kesip çatıya fırlattı.

Bir taşla iki kuş!

Hem hadiseyle doğrudan ilişkili organı cezalandırdı, hem de adamı tam "canevi"nden vurdu. Kaba etini bıçaklasaydı mesela, bu kadar etkili olur muydu?

Kadını övdüm gibi oldu biraz... Bıçağı kapıp sevgilinizin penisine koşmazsınız di mi?

*

Alman bilim adamları araştırma yapmışlar, dedikodu aslında toplum için yararlıymış.

Birbirine bağlıyormuş insanları.

Sahiden de...

Çıkarın hayatınızdan dedikoduyu... Bazı arkadaşlarınızla bir daha buluşup görüşmenize gerek kalmayabilir.

*

Kadınları aklayan bir haber:

Erkekler aslında 42 beden kadınları seviyormuş!

Yeni öğrendiğimiz bir şey değil. Neredeyse bütün kadınların defalarca ilk ağızdan duymuşluğu vardır bunu.

Fakat buna rağmen 42 bedende kalmaya razı, yahut 36’dan 42 bedene çıkmaya çalışan kadın yoktur.

Yani?

Yani aslında erkekler kadınların umurunda değil.

Öyle iddia edildiği gibi göğüslerini, bacaklarını erkeklerin bakışlarını çekmek için açmıyorlar.

Ne yapıyorlarsa kendileri için...

*

Antalya’da orman yangını sürerken...

Herkesin içi yanarken...

Hepimizin, hiç olmazsa bir kova su kapıp oraya koşası varken...

Antalya Belediye Başkanı kalktı Çeşme’ye tatile gitti.

Gerçi bir gerekçesi var; "Bir eş ve bir baba sorumluluğuyla hareket ettim. Eşim ve çocuğumu, İzmir’de yaşayan eşimin ailesine bırakmak için araç kullandım" diyor.

Haklı!

Yangın bekler, kadın beklemez!

Nitekim yangın bekledi, sönmek bilmedi.

Aslında ben daha başka gerekçeler bekliyordum... "Orman ana arter üstünde olmadığından" diye başlayan mesela.

Ne diyeyim... Kader her zamanki gibi ağlarını örüyor. Demek önümüzdeki yerel seçimde bir başkasını oturtacak o koltuğa... Bu uğurda önce yangını çıkardı kader, sonra da Başkan’ın basiretini bağladı.

*

Adam kalkmış karısıyla yaşadıkları evin duvarını delmiş!

Duvar dediysem, bizim evlerin duvarı gibi 10 cm. değil. Fotoğrafa bakarsanız bir metreden fazla.

Bayağı uğraşmış yani.

Yoksa evinin duvarını delmeyen yok! Orta boyda bir çiviyi çakın duvara, sonra öteki odaya gidip bakın, çivinin ucunu görürsünüz.

Yahut ilk çekiç darbesinde duvar yerle bir!

Şimdiki evler böyle.

Neyse konuyu saptırmayayım, adam delmiş duvarı. Karısının çantasından üvey kızının götürüldüğü yurdun adresini almış. Oranın duvarını da delecek belli ki.

Olayı biliyorsunuz... Üvey baba-kız birbirlerine áşık olup kaçıyorlar. Kız 17, "baba" 36 yaşında. Kızın annesinin, yani erkeğin eşinin ihbarı üzerine yakalanıyorlar. Kız 7.5 aylık hamile. Fakat kendi rızasıyla gittiği için adam tutuklanmıyor, kızsa Konya’da bir yurda yerleştiriliyor.

Benim diyeceğim şu:

Bir de Ferhat’ların yokluğundan şikáyet edersiniz!

Alın size Ferhat!

Deldi duvarı! Yurdunkini de delecek belki.

Fakat "Ahlaksız adam" diyorsunuz di mi?

Arkadaşlar, ben de size bir şey diyeyim...

Etrafıma bakıyorum da "ahlak"la "aşk"ın birarada olamayacağına kanaat getirmeme az kaldı.

MIŞ MUŞ

ÆErdoğan "5.5 yıl Sezer’le ailece yemek yemeyi çok istedim" demiş.Bu da bir mağduriyet sayılır da, oylar 1 puan daha artar mı şimdi?

Æİtalya’da üç kişi parkta yanyana gelemiyormuş, gelirse polis ceza kesiyormuş.Bizdeyse "bir akşam vakti parkta tek başına bir adam" direkt "şüpheli şahıs"tır.

Æ15’inde baba olan 30 yaşındaki İngiliz, dede olmaya hazırlanıyormuş.Bu hesapla 45’inde büyük dede olup kenara çekilir diye düşünmeyin; erkek kısmı 45’inde filmi başa sarıyor.
Yazının Devamını Oku