Metin Hara

Bir bilet al

31 Mayıs 2015
İnsanın işi öyle bir hal alır ki “Bir saat daha” derken koca bir yaşamı feda edersin. ‘Yarın’ dersin ama bilmezsin ki ‘yarın’lar hiç gelmez

Çapa Devlet Hastanesi’nde stajyer olarak görev yapmaktaydım. Bir hocam beni odasına çağırmıştı. Odanın kapısında beklemeye başladım. Artık mezun olmama çok az bir zaman kalmıştı. Acaba bir iş mi teklif edecekti?

Heyecanla beklerken kapı açıldı beni içeriye davet etti. Karşısına oturdum.

- Metin’cim, görüyorum ki birçok arkadaşından farklısın. Fazla idealistsin... Seni öğrencilik yıllarımdaki kendime çok benzetiyorum. Seninle ilgili iki ihtimal öngörüyorum. Birincisi; hayallerinin peşinden gidip çok farklı şeyler yapacaksın. Belki zorlanacaksın ama istediğini yapacak ve çok başarılı olacaksın.

Deneyimsiz, saf bir çocuk olduğumdan bu laflar çok hoşuma gitmişti. Gururla dinliyordum.

- İkincisi; zaman içerisinde aldığın darbelerle, yaşadığın kalp kırıklıklarıyla ışığını yitirecek, vazgeçecek ve mutsuz biri olarak öleceksin.

Bir anda anlatılan senaryo damarlarıma işlemişti. En büyük korkumdan, yıkılışımdan bahsediyordu. Kafam öne eğilmişti. Yaşadığım bütün kırgınlıklar gözlerimin önünden geçti. Yumruklarımı sıktım ve derin bir nefes aldım:

- Bu yolda defalarca yere yıkıldım hocam. O kadar fazla düştüm ki dizlerim paramparça. Ama dizlerimi gördüğümde ne kadar acı dolu bir hayat yaşadığımı değil ne kadar güçlü olduğumu hatırlıyorum.

Yazının Devamını Oku

Bir ezgi dünyayı değiştirecek

17 Mayıs 2015

Saat takmayı hiçbir zaman sevmedim. Kolumdaki saate her baktığımda borç aldığım bir yaşamın yükünü hissederim omuzlarımda. Bir akordeonundan borç alınmış bir yaşam...


Günün birinde yolda yürürken kaldırımda oturmuş yaşlı bir adam gördüm. Üzerinde eski püskü kıyafetler, yanında eski bir akordeon... Öne kapaklanmış hüngür hüngür ağlıyordu. Sessizce yanına oturdum. Kafasını öteki yöne çevirip ağlamaya devam ediyordu. Derin bir nefes aldım. “Aslında güzel bir akşam” dedim. Bir anda şaşkınlıkla bana döndü. Sessiz bir şekilde bana bakıyordu. “Adın ne“ diye sorduğumda “Recep” diye cevap verdi. “Neden ağlıyorsun” diye sordum. “Kendimi çok değersiz hissediyorum. Baksana şuraya nasıl bir hayat yaşıyorum ki ben? Bütün gün akordeonumla dolaşıp müzik yapıyorum. Ne için? İnsanlar kafasını çevirip yanımdan geçsin diye mi? Beni görmüyorlar bile!” diye veryansın ederek ağlamaya başladı. “Ama ben gördüm” dedim sessizce... Elimdeki simidin yarısını ona uzattım. “Aç mısın” diye sordum. Ürkek bir şekilde aldı ve yemeye başladı. “Sana kolumdaki saati hediye etmek isterim” dedim. “Böyle bir şeyi kabul edemem. Neden böyle bir şey yapasın ki” dedi. Anlatmaya başladım:
“Bundan yıllar evvel en kötü zamanlarımdı. Kalbim o kadar kırıktı ki nefes almak kalbime yük gibi geliyordu. Çok büyük bir aşk acısı çekiyordum. Babam hâlâ iyileşmemişti. Annem kanserle boğuşuyordu. Geleceğim karanlıktı. Yaşamak için bir neden daha bulmakta zorlanıyordum. Öyle bir noktaya gelmiştim ki çıkış noktam yoktu. Yavaşça pencereye doğru yürüdüm ve pervaza oturdum. Ayaklarımı aşağıya sarkıttım. İntihar etmeye kararlıydım. Yere doğru baktığımda sert beton yüzey gözümü korkutmuştu. Orada durmuş ağlıyordum. Zihnim bir anda biraz daha olumsuzluğa bürünse kendimi bırakmam anlık bir karardı. Tam cesaretimi toplayıp intihar etmek için ellerimi pervaza yerleştirdiğimde bir anda bir akordeon sesi duydum. O kadar güzeldi ki... Sanki baharın gelişinin habercisiydi. Bir anda kendime geldim ve kendimi evin içine doğru attım. Yavaşça ayağa kalktım. Nasıl bir çıkmaza girmiştim böyle! Ne kadar da körleşmiştim... Kalbim kapanmış umutlarım körelmişti. Ta ki akordeon sesi kulaklarıma ulaşıp kalbime dokunana kadar... Bir anda evden hızla çıktım ve apartman merdivenlerinden aşağıya doğru koşmaya başladım. Akordeoncunun yanına koştum ve cebimdeki son parayı ona verdim. “İsminiz ne öğrenebilir miyim” dediğimde “Recep” diye cevap verdi.
Sevgili Recep Amca, o günden itibaren kendimi karanlığa düşen insanlara aslında daha aydınlık bir yolun da var olduğunu hatırlatmaya adadım. Saat takmayı hiçbir zaman sevmedim. Kolumdaki saate her baktığımda borç aldığım bir yaşamın yükünü hissederim omuzlarımda. Recep isimli bir adam ve akordeonundan borç alınmış bir yaşam...
Yavaşça kolumdaki saati çıkardım ve onun avucunun içine koydum. “Bundan sonra her değersiz hissettiğinde, her pes etmeyi düşündüğünde bu saate bak. Yaşamını kurtardığın kişiyi hatırla...”
O günün üzerinden seneler geçti. Şimdi ne zaman kalbim yorulsa, umutlarım tükense, karanlığa düşsem bir akordeonun ezgisi üflenir kulağıma...

Yazının Devamını Oku

Bir anne bir evlatla kolkola geldiğinde

10 Mayıs 2015

Eve gidip annemi acı içinde, saçları dökülmüş, ameliyat izleriyle kaplı gördüğümde bir evlat olarak çaresizliği kalbimin derinliklerinde hissettim. Ben de bir masal mırıldanmaya başladım. Ya ne yapacaktım ki?


Kıpkızıl saçlı, bembeyaz tenli çilli bir çocuktum. Annem ve babam benim ayrı bir odam olması gerektiğine karar vermiş ve beni onlardan ayrı yatmam için ikna etmeye çalışıyorlardı. Ben ise annemin yanından ayrılmak istemiyordum. Işıklar kapandığında hayal gücüm beni en büyük korku senaryolarına sürüklüyordu. Bu durum biraz uzamış ailem endişelenmeye başlamıştı. Yatağın üstünde değil altında uyumayı seven, karanlıktan korkan, parmak emen, garip hayaller kuran bu çocukla ilgili sorunlar olabileceğini düşünmüşlerdi. Beni bir psikiyatriste götürdüler. Herhangi bir sorun yoktu. ‘Hayal gücü fazla yüksek’ bir çocuk olduğum anlaşıldı. Tek başıma yatağa uzandığım anda tavan benim sinema perdem olurdu. Orada uzay gemileri gezer, hayvanlar dolaşır, yıldızlara dokunabilir mesafede olurdu... Bazen ziyaretime korkunç yaratıklar, öcüler, katiller geldiğinde sol başparmağımı emmeye başlar sıkı sıkı kapatırdım gözlerimi...

Deniz biraz deniz


Yazının Devamını Oku

Gönül gözü dosta bakar da kusur görür mü?

7 Mayıs 2015
Emeğiyle, alın teriyle zorluklarla mücadele eden biriyle tanış. Ona sadaka verme, ona para verme, kendindekini onunla paylaş. Onunla dost ol... Gönlünü, zenginliğini paylaş... İşte Hikmet Amca’nın bana öğrettikleri

Günün birinde evden çıkıp yürürken çöp kutusunun yanında bir adam gördüm. Yaşlıca bir adamdı. Gözlerinin etrafı bembeyaz, yüzü kirliydi. Hep öne eğilip çöpleri karıştırmaktan sırtında kambur oluşmuştu. Belki de yaşamın sırtına yüklediği yüklerdendi. Bir anda adamın omzuna dokundum ve “Merhaba amca” dedim. Şaşkın bir biçimde arkasına dönüp bana baktı. Sessizdi... “Rahatsız etmiyorum değil mi amca” dedim. “Teşekkürler evladım. Ama ben insanlardan para kabul etmiyorum” dedi. “Amca, ben sana para teklif etmedim ama bir dosta yer varsa hayatında işte o zaman bir dostluk, kardeşlik teklif ederim” dedim. Yavaşça bahçe duvarının üzerine oturdum.
-Adın ne?
-Metin.
-Seninki?
-Hikmet.
-Kaç çocuğun var Hikmet Amca?
-3 kızım var.

Yazının Devamını Oku