Melike Birgölge

Posta kutusundaki mızıka!

17 Ağustos 2013
Eskiden mektuplar yazılırdı; sevgiyi, duyguları anlatmak, özlemleri, sıkıntıları ve acıyı azaltmak için.

Duyguların yüklerini taşır, sevenleri birbirine yaklaştırırdı mektuplar. Günümüzde ise çok şey hatta duyguları bile yük oluyorken çoğu insana… Şimdi posta kutumuzda mektup hatta posta kutumuz bile yokken ben de kalkmış ne diyorum. Açıp bakın bi, mektup olmasa da şimdi posta kutunuzda bir mızıka var!

Biz mektuplarımızı posta kutularına (e-posta – inbox a değil gerçek kutulara) atamıyoruz ama birileri zaman zaman havai fişekler atıyor, lacivert gökyüzünü ışıl ışıl renklendiren cümbüşe tanık olduğumuz.

Mektuplar da böyleydi ve böyledir işte.

İçimizdeki sağanakları, karmaşık halleri, çözülmez düğümleri, hüzünleri, vazgeçilmezliği, çaresizliği, ikilemleri duygu cümbüşleri olarak karşımızdakine ulaştırır, anlatır.

Ama ne anlatmak…

Anlatmakla kalmaz, gözünde dans ederken cümleler, o halleri canlıymışcasına yaşatır mektubu okuyana.

Ama en çok da sevgiyi…

Hani çaba, emek, tohum, çapa isteyen…

Yazının Devamını Oku

Posta kutusundaki mızıka!

16 Ağustos 2013
Bu mızıkayı çalan kim derseniz…

Aynı zamanda onbeş yıldır yazarlık eğitimi veren, şair - yazar Ali Ural.

Denemeleri, şiirleri, romanları var.

O ki;

Şiir dilinin büyüsüyle anlattıklarının; yazılarının ritmiyle, nasıl sese, nasıl müziğe dönüştüğüne de tanık oluyorsunuz.

Yazılarında önce bir şaşırtan…

Cümleleriyle adeta resimler çizen…

Düşündüren…

Okuyanın ruhundan kavrayıp, anlattığı konuların içine çeken…

Yazının Devamını Oku

ESKİ KÖYE YENİ TOPRAK!

13 Ağustos 2013
Gözlerinizi açıyorsunuz. Ne başınızda çalar saat ötüyor zır zır. Beş dakika daha uyumak için hışımla saatin tepesindeki zile bastırıp susturmuyorsunuz. Ne kornalar çalıyor dat dat. O sesleri duymamak için yastığınızın altınıza saklamıyorsunuz başınızı. Dünya nerde, ben nerdeyim diye düşünüp, anlamaya çalışırken başlıyor her şey.

Sonra…

Sessizliğin ve sakinliğin fonunda günışığıyla buluşuyor gözleriniz.

Pencereden, ağaçların canlılık dokusunu – umut kokusunu, denizin iyot kokusunu getiriyor rüzgar, burnunuza, dalga dalga.

Huzurla, mutlulukla kalkıyorsunuz yatağınızdan.

Terasınıza çıkıyorsunuz.

Sadece doğayla uyanmıyor, doğaya da uyanıyorsunuz aynı zamanda.

Bir yanınızda nar ağaçları diğer yanınızda limon…

Yazının Devamını Oku

Dünya şehirleri Fransa'ya 'Demir' attı!

5 Ağustos 2013
Neden hep Londra’da ve Seul’da yaparlar kongrelerini şemsiyeler? Neden en hızlı iniş çıkışlar Wall Street’te görülür? Yüzbinlerce kişi, neden istedikleri şeyleri almak için yeraltına inerler ve neden daha çok Monreal’de gecelere, eğlenceye ve hayata akarlar? Çekici bir kadının büyüsü, baştan çıkarıcılığı, vazgeçilmezliği gibi durumları neden en fazla İstanbul’da yaşar insan?

Karşımda dünya şehirleri…

Seul, Monreal, İstanbul…

Her şehir; bilinen yapıları, manzaraları yerine o şehirlerin büyüleyici ve başdöndürücü ögeleriyle kaotik - karmaşıklığı harmanlanmış, düzen ve kaos arasındaki zıtlığın, renklerin ahenkli terazisinde dengeye oturmuş halleriyle karşımda.

O terazi karelerinde gördüklerim ki; bu dünya şehirlerinin sanayi bölgeleri de var, gecekondular da, meydanlar da…

Daha çok déconstruction (yapıbozum) denilen yapısal bozuklukların olduğu kareler…

Bu şehirlerin aşina olduğumuz bilgilerinin ötesine ve başka renklerine getiren bir kişi var şimdi kalemimin ucunda!

Resimlerin sıradan kurallarını yok sayarak, gördüğü şehirleri bilinçaltındaki düşünceleriyle harmanlayıp, ona özgürlük sağlayan bıçağından / spatulasından yansıttığı renklere vurarak bambaşka ve hayalindeki şehirleri bizlere sunan biri.

Rahşan Demir!

Yazının Devamını Oku

EKSİK BİR ŞEY!

1 Ağustos 2013
Arka koltukta unutulmuş bir ruh olmaktan çıkıp, hayat yolculuğundaki durakta beklemek yerine, şu an en doğal halimle, hatta terliklerimle, bir koşu gidiversem, olsa da bir sevilen.

Vakit gece yarısını 3 saat geçmiş…

Tam da köşe yazımı bitirmiş, yapacağım yeni röportaj için sorular hazırlamak üzere araştırmaya geçmeden beş dakika mola verdiğimde…

O an çalan, eskilerden ama eskimeyen bir şarkı beni önce içine çekti, eşlik ettirdi.

Ve sonra da…

Delik deşik…

Şöyle ki;

Eskilerden ama eskimeyen o şarkıyı, hani dost sohbetlerinde, fasıl masalarında birbirinin gözlerine bakarak söyler ya, sevgililer, sevenler. O an, bu ve benzeri şarkılara, dost sohbetlerinde ya da fasıl masalarında sevdiğimin gözlerine bakarak ya da sarılarak eşlik etmeyişimin üzerinden çok uzun zaman geçmiş olduğunu fark ettim.

Sahi…

Yazının Devamını Oku

KIZKULESİ’NDEN NAZIM HİKMET’E…

28 Temmuz 2013
Karl, 1839'da, gemiden atlayıp Kız Kulesi’ne yüzmeseydi, bugün Nazım Hikmet olmayacaktı!

1827 yılında Almanya’nın Brandenburg kentinde Karl adında bir çocuk dünyaya gelir.

Babası müzik öğretmeni olan Karl, aile içinde baş gösteren huzursuzluklardan dolayı bir Fransız yetimhanesine gönderilir.

Daha sonra gemilerde miço olarak çalışır.

Hamburg’dan kalkan bir gemiyle İstanbul’a giderken henüz 12 yaşındadır.

Gemi İstanbul’a geldiğinde denize atlayan Karl, yüzerek Kız Kulesi'ne kaçar.

Kendisini kurtaran Kız Kulesi'nin bekçisine, gemiye geri dönmek istemediğini söyler.

İki ülke arasında küçük bir politik sorun yaşanır.

Ama Osmanlı sadrazamı Ali Paşa sorunu çözer ve Karl'ı korumasına alır.

Yazının Devamını Oku

DEMOKRASİ Mİ, O NE DEMEK Kİ?

23 Temmuz 2013
Adım başı pardon adam başı bir AVM az geldiğinden ve doğayı katletmek gerektiğinden… Karar alındı, gereken yapıldı. Veeeee…

Taksim Gezi Parkı’na AVM yapılmasına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı kaldırıldı.

Gezi Parkı’na 'Topçu Kışlası süsü verilen AVM yapılmasına olanak tanıdığı' öne sürülen Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali amacıyla açılan davada, 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararını Bölge İdare Mahkemesi oybirliği ile kaldırdı.

Böylece parkta inşaat faaliyetleri yapılmasının önündeki hukuki engel kalkmış oldu. Başbakan konuyla ilgili "Mahkemenin nihai kararına göre halk oylamasına gideriz" demişti.

Halkın dediğine çok önem veren devletimiz, halkın ‘Gezi Parkı yıkılmasın, doğa olduğu gibi kalsın’ sözünü dinledi.

Yazının Devamını Oku

ÇAMURLA ANLATILAN BÜYÜK HİKAYELER!

19 Temmuz 2013
Yaşanan ancak anlatılamayan olguları, konuları anlatabilmek… Anlayabilmek… Mümkün müdür?

Elbette.

Nasıl peki?

Aslında bilinen ve direnilen bir yaklaşımla…

Katılımla, dahil oluşla…

Bir olayı, bir olguyu, bir konuyu anlamak için onu gerçekten kavramak gerekiyor.

Kavramak da o konu her neyse, ona katılmakla olur.

Manevi biriktirdiklerimizin, zamandan ve hayattan aldıklarımızı zihinsel potamızdaki bilgi, sezgi ve farkındalıklarımızı doğru aktarmamızla…

Ki bunu doğru yansıtabildiğimizde, işte o zaman hem kendimizi hem olayları hem de hayatı gerçekten anlama noktasına geliyoruz.

Yazının Devamını Oku