Gültekin Doğan

“Düşle Gerçek Olsun”

13 Mayıs 2014
Hayal ve düş arasında nasıl bir bağ var? Dilek tutmak ile niyet arasında nasıl bir fark var? Yaratıcı beyni nasıl etkin kullanabiliriz? Yaratıcı beynin işleyişindeki prensipler nelerdir? Etkili yaratıcı imgelemenin adımları nelerdir? Akıldan geçen düşünceler nasıl insanın gerçeği olur? Görüşler gerçeğin önüne geçerse insanın yaşamı nasıl etkilenir?

…”Zihnimin tıpkı mevsimler gibi ritmik işlediğini kavradığım gün, her şeyin üstesinden kolayca gelebileceğimi hissettim. O an, varlığıma derin bir saygı duyuverdim. Ancak bu derya deniz olan öz’ümde olup biteni anlama, tanıma, onu idrak etmede çok meşakkatli bir yolculuğun beni beklediğini de hemen duyumsadım. Üstelik “sonu gözükmeyen bu gidişte, onca çaban…” “Çaba” kelimesi bir an beni kastı, çünkü kendimin ve yaşamımın sorumluluğunu alma, vicdanımla hesaplaşma, iç dünyama karşı dürüst olma…

Eğer yaşam başlı başına deneyimlerden oluşan bir oyunsa, ben bu oyununun kurallarını henüz tam anlamıyla bilmiyordum. Dahası önümdeki tehlikeleri ve fırsatları net göremiyordum. İçinde bulunduğum durumdan daha fenası olursa olup bitenin üstesinden gelemeyecek kadarda kendimi güçsüz hissetmekteydim.

Günlerden bir gün nefes alamadığımı, yaşamın beni boğduğunu duyumsadım. Tıpkı kelebeğin kozasından sıyrılıp çıkma isteği gibi yeniliğe, değişime, dönüşüme, gelişime büyük bir özlemim olduğunun idrakine varınca, köşeye sıkışan hayvan misali “yetti be ne olacaksa olsun” deyiverdim. Bu seslenişle, kıpırdanışla, canlanmayla gelen derin bir iç çekme, ciğerlerime dolan güçlü bir nefes, gözümün önüne rengârenk, ışıl, ışıl bir kelebeğin görüntüsünü getiriverdi. Ormanın içersinde gönlünce, gülümseyerek uçmaktaydı. “Nasılda özgürce uçuyor. Bir gün bile sürse böylesi bir uçuş için bedeli ne olursa olsun fedakârlık yapmaya değmez mi?” Gözlerimden yaş, dudaklarımdan “değer” kelimesi dökülüyordu.

Öyle ya hiçbir şey yapmadan yerimde saymaktansa harekete geçmek, bir hedef belirlemek çok daha iyi olacaktı. Bu kez kendimi tanıma adına harcayacağım manevi ve maddi çaba elmas değerinde olduğunun bilinci içinde hemen bir niyet tuttum. Üstelik, içimde o gücü, o hakikati, o ÖZ’ü olabildiğince tam manasıyla keşfetme isteği hazır doğmuşken, ama “nasıl? Nereden başlayacaktım?” Seçimimi; kararlı, disiplinli bir şekilde odakta kalmaya ve olabildiğince ayık, uyanık bir zihin eşliğinde,

”bana neler oluyor?” “Şu anda ben ne yapıyorum?”… Gibi nice sorularla kendimi, gücümü, becerilerimi, zayıf ve güçlü yanlarımı… Tanımadan yana yaptım. Bu altın değerinde olan keşiflerimi, gözlemlerimi unutmamak adına da yazmak üzere ileriye doğru ilk adımımı atıyordum.

O günden sonra beni derinden etkileyen her anı, deneyimlerimi değerlendirir oldum. “Burada hangi becerimi kullandım? Bu kriz anında hangi düşüncem önümü açtı? Bu olayda bana verilen mesaj ne? Bu konuşmalarda görmem gereken gerçek ne?”… Bir dizi sorularla yola alırken bir söz “her olayda bir davet vardır. Gitmeli görmeli içindeki hediyeyi almalı” diyordu. Bu cümleyi kendime ilke yapıp, yolumdan sapmadan ileriye doğru gidişimin altıncı ayında, bir durum değerlendirmesi yaptığımda “vay be ben neymişim de haberim yok muşa geldim.

Yaşamımı hangi düşünce kalıplarımın yönettiğini, tercihlerimi, kararlarımı neye göre aldığımı, ileri gitmeme engel olan duygularımın neler olduğunu… Bilme beni daha da cesaretlendirip, bendenden içeri daha neler var düşüncesiyle yeni bilgilere ulaşırken, kendime uyguladığım değişik yöntemler… Derken ÖZ’ümden, “bilseydi dönencesini, gönül harelenmezdi”.

“Cesaret risk almak demek,

Yazının Devamını Oku

İnsan ve Gremlinler

21 Nisan 2014
"İnsanoğlu, düşmeye ve sese gösterdiği aşırı hassasiyetini, doğarken yanında getirir."

“…İnsanoğlu, düşmeye ve sese gösterdiği aşırı hassasiyetini, doğarken yanında getirir. Büyüme süreci başladığı anda, her adım atışında önünde uzanan kıvrımlı yollar boyunca bir yandan ayakta kalmaya çalışır, bir yandansa çevresinin yardımıyla yaşamı algılar ve düşünce yapısını şekillendirir. Sonunda nasıl olduğunu anlayamadan iç dünyasında ses ve düşme dürtüsü giderek çeşit çeşit, tür tür nice korkuların doğmasına vesile olur. Abarttığı ve takılı kaldığı her olay karşısındaysa gremlinleri, tıpkı örümcek ağı misali zihnini kuşatırlar. Dahası kendi başını yiyen örümceğe dönüşmesine istemeden de, olsa izin verir.

İnsan ne zamanki kendi varlığının farkına varır, yaşamının sorumluluğunu eline almak için niyet eder, o andan itibaren yürek mangal gibi genişlemeye, zihinse dizginleri elinde tutmaya karar verir. Böylelikle var olma süreci başlar. İçteki tanrısal güç uyanırken, yedi başlı ejderhaya savaş açar. Üstüne, üstüne giderek onu köşeye sıkıştırır. Nihayet O’nu içsel özgürlüğe götüren, yol üzerindeki gremlin kapıları bir bir açılır. Dahası hiçbir zaman yitip gitmeyen, aksine giderek artan umudu, yolda kalması için her daim yanında olmaya söz verir.”

Gremlin nedir? Onlarla nasıl baş edilebilir?

Kendimi tanıma yolculuğumun başlarında, “başına ne geldiğinin önemi yoktur onu nasıl algıladığın önemlidir” deyişiyle karşılaştım. Bu söze odaklandığımda anladım ki, zihin potasına düşen ilk düşünce ve ona yüklediğim anlamın doğurduğu duygu İçte iyilik yada kötülük tohumlarını ekiyordu. Eğer kötülük tohumları ekilmişse, karamsarlığımın gremlinlerin doğmasına yardımcı olduğunu keşfettim. Ama bunları öğrenmek yetmiyordu, tam manasıyla ne demek olduğu düşünürken, tesadüfler zinciri sayesinde peş peşe deneyimler yaşar oldum. Biri sonlanmadan bir diğer tatsızlıklarla boğuşuyordum. Bir an için durdum “hayatımda neler oluyordu? Ne değişmişti de bu bana acı veren durumları yaşıyordum? Hemen tüm duyu organlarımı dört açtım bu yaşadıklarım, geçmişteki acı hatıralarım bana neyi anlatmak istiyorlardı? Neyi görmemi arzuluyorlardı? Bu yaşanılan deneyimlerin içinden almam gereken hediye neydi? Çıkarmam gereken ders neydi?

Bana düşüncenin, kelimelerin, sözlerin önemini görmemi sağladı. Çünkü bir zaman sonra söylediklerimi yaşar olduğumu, kırk gün önceki davranışlarımın benim kaderimi şekillendirdiğini, korkularımın kökleşmesine neden olacak alışkanlıkları çoğalttığımı artık görebiliyordum. Öyleyse, kişi kendini tanıdığı oranda tıpkı Donkişot’un yel değirmenlerine karşı verdiği mücadele misali iç dünyasındaki bilinmezliklerle, önyargılarınla, korkularınla baş edebilirdi. Bunun için ilk adım, önce varlığını kabul etmekse; …”Ben, “ senin her halini seviyorum, bilerek veya bilmeyerek oluşan tatsız anlar içinde kalmana vesile olduğum için senden af diliyorum. Allah’ım beni ilahi sevginle sarmala bundan böyle istenmeyen yaşanacaklardan beni koru kolla, bunun için bana güç ve irade ver, idrak genişliği, basiret açıklığı ver ki kendime çevreme yararlı bir insan olayım” sözlerimden cesaret aldım. Zira ruhuma, özüme, içimdeki çocuğa bu seslenişim sonunda daha bir duygu ve düşüncelerimi rahat aktardığımı, mizah, tevazu, insaniyet (esnekliğimi) özelliklerimi sürekli geliştirmeme yardımcı olduğunu fark ettim.

Derken günlerden bir gün sürrealizm’in ilahi komedyeni olduğunu söyleyen Salvador Dali’nin bu muhteşem resmiyle karşılaştım. Ogün derinliği olmayan, inançlarımla beslenen, beni adım atmaktan alı koyan içsel korkularımla nasıl baş edebileceğimi yakalayıverdim. O an, “Karanlık aydınlığı bağrında besler, yürekte hissedilince ortaya çıkar”. Sözleri dudaklarımdan dökülüverdi.

O güden sonra gremlinlerimin bana ne anlatmak istediklerini anlamam daha bir kolaylaşır olmuştu.”

Yazının Devamını Oku

Koç; Adım adım nişini yarattı

28 Mart 2014
Coach, kariyer yolculuğunda, ileriye doğru yürüyüşünde, ustalığa yükselme isteğinde kararlıysa, sevdalıysa… Yaradılışında var olan en büyük gücü; sakinlik, soğukkanlılık ve yüksek anlayışına sığınır. Zira koçun niyeti, etkin ve yetkin bir şekilde öğrendiği iç disiplini, nice teknikleri hizmete dönüştürerek çevresine sunmak ister...

Öyleyse bu süreç gayretin çok, sabrın çok olduğu zamandır. Neden mi? Öğrendiği bilgilerin manasını kavrayabilmesi ve içselleştirebilmesi amacıyla, zorunlu olarak minik bebek adımlarıyla adım, adım ilerlemesi önem kazanır.

Dahası kişi istediği kadar hedeflediği noktaya ulaşmak amacıyla acele etse de, evrenin“aceleye yer yok” yasası işler. Bu yasa bütünü gözeterek çalıştığından her şey bir ritim ve düzen içinde akar.

Bu dönemde koç, her an zihninden geçirdiği nice niyetlerine dikkat kesilmelidir. İçsel uyanıklılık çok değerlidir. Neden mi? Şu gerçeği bilmelidir ki, olumlu / olumsuz düşünce şekline göre ( bir konuşma, bir eylem…) niyeti mutlak giriş, gelişme ve sonuç bölümleri şeklinde zihinsel öncüsünün yardımıyla tezahür edecektir. Bunun için oyunu kuralına göre oynama zamanıdır.

Koç, henüz yolun başındaysa dikkat! Öncelikle her olaydan “farklı bir bakış açısıyla” çıkabilme bilinci geliştirmesi her eylem adımında işlerini kolaylaştırır. Böylelikle öz saygı ve ruh genişler. Zihinsel dişliler yaratıcı beyni aktif halde çalışması için davet eder. Mesleğin gelişimine dair mısır patlağı gibi yenilikçi, özgün düşünceleri çoğalırken, farklı bilgiler koçun alet çantasındaki araçlarını çoğaltır. Böylelikle motivasyon (güdüleme) korunmuş, engeller karşısında kolayca yıkılmazlık becerileri artmıştır.

Profesyonelliğin getirisi olan “KREDO, NİŞ, PAZAR” nedir? Bu başlıkların altı dolarken nelere dikkat edilmelidir? Hizmeti halka açarken uygun hedef kitle nasıl belirlenmelidir? ...

Hedefe ulaşmak üzere ilk adım bir kere atılmaya görsün, “yürek sevgiyle genişlemeye başladıkça, geleceğin atlıları müjdeler getirmeye başlar.” Zihin nasıl bir koç olacağına dair oluşturduğu vizyon adına soruları giderek çoğaltır.

“Bir koç olan ben kimim? Benim için neler yapmak anlamlıdır? Neleri yapmaktan keyif alırım? En güçlü becerilerim nelerdir? Basit ilk analiz için Tal Ben Sahara’nın soru kalıpları oldukça işe yarar. Sorulara verilen yanıtların ardında üçünün ortak başlıklarını bulunur. Böylece mesleğine dair değerler keşfedilmiş, rota belirlenmiş, kişiyi yolda tutacak ilke doğmuştur. “Dolmak ve Boşalmak” benim ilkemdir.Halka sunulan koçluk biçimi, ne çeşit olursa olsun koç, kendine has özünü tanımlarken dürüst olmak o denli mühimdir ki; Hizmet insan olunca, “Güven” kelimesi çok daha bir önem kazanır. Kişi yada kişilerle yola çıkılacaksa güven kelimesinin içi: Şeffaflık, tutarlılık, dengeli özgüvenle gelen mütevazilik ve içtenlikle dolmalıdır. Dolsun ki başlatılan dönüşüm hareketi, tıpkı denize atılan taşın başlattığı dalga gibi giderek genişlesin.

Koç, kişiye, takıma, kuruma, kuruluşa… Ona özel çalışmasında, ustalık seviyesine yükselmesinde, maddi ve manevi doyuma ulaşmasında hayati önem taşıyan, bazı araç ve kavramları bilmek, yürümeye yeni başlayan koçların işini kolaylaştırır. Yolculuk daha özgün, daha anlamlı ve daha bilinçli bir şekilde güçlenerek ilerler. Bu araçlardan ilki “kredo’dur”.

Yazının Devamını Oku

Bireysel, kurumsal vizyon oluştururken;

14 Mart 2014
Vizyonun doğuşunda ve gerçeğe dönüşünde izlediği yollar, farklılıklar içerse de değişmeyen dört kuralı: Yüksek inanç, sabır, adanmışlık ve kararlıktır.

Bu büyük resim için ilk adımlar oluşturulurken, onun sürdürebilirliği sırasında sürpriz gelişmeleri nasıl bertaraf etme ve mevcut durumun nasıl değişeceğine dair sayısal değerlerini belirlemenin püf noktaları...

Latince “Visio” sözü; Görme işi, görüş, köküne dayanmaktadır. Ülkemizde ilk sinema terimi olarak kullanılan vizyon için “gösterim” denildi. TDK sözlüğünde; Uzak yada geniş görüşlülük, uz görü anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kelime iki dudağın arasında kolayca çıkmasına karşın, onun doğuşu, onun görünür olması zihinsel terbiye gerektirir. Ancak nadirde olsa bazen birey doğuştan getirdiği karakteristik özellikleri sayesinde, vizyon oluşturma ve geliştirmede becerilerini kolayca kullanabilir. Kişi bu rahatlığına rağmen eğer yaratım sürecindeyse, her doğum gibi bu süreçte sancılıdır.

Her an tetikte duran yaratıcı beynin tatlı telaşı her daim bedeni tetikte tutar. Bir görüntü, işitilen bir söz, tadına bakılan bir yiyecek, dokunulan bir nokta… Yürekte heyecan dalgasını kabartmasıyla, beden sarsılmaya başlar. O an yoğun duyguların etkisiyle, esinlenen ruhta anlık ilk özgün ve özgür görüntüler doğar. Zihindeki bu ilk resme ulaşmak için umut edilen sonucun adı vizyonsa, algı kanalları nelerdir?

“Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz yaratmaktan habersiz değiliz.” (El-Mü’minun/ 17. Ayet)

Müfessir Hamdi Yazır, bu ayetteki yorumunda insan için yedi idrak yolunun varlığından söz eder. Bu açıdan bakılınca duyu organları, nesneleri görmesi için maddi gözlere sahip, maneviyattaki gerçekleri kavrayabilmesi içinde kalb gözü, başka deyişle gelişen idrak içinde, akıl ve vahiy yolları hediye edilmiştir. “Sorumluluk sendeyse, sorumlu ol. Ve sorumlu olmak aslında, geleceği yaratman gerektiği anlamına gelir.” (Gordon Sullivan)

Bir biriyle bağlantılı bu yedi yolda fiziksel duyguların zihinsel yorumu için ihtiyacımız olan güçlenmiş idrak, yani güçlü bir ruha, şuurlaşmaya ihtiyaç vardır. Yeryüzünde görüntülenen sanrının ardındaki gerçekliği görmede, yaratıcı beyni ne kadar etkin kullanıldığına bağlıdır. Buda bebeklikten itibaren gelişen canlının becerileri doğrultusunda kendine yetebilmeyi öğretilmesi ve bol, bol hayaller, düşler kurması uz görü kanallarının açılmasıdır.

…”New York’lu bir iş adamı çocukluğunun geçtiği mahalledeki fakir devlet okulunda yaptığı konuşmasında gençlere seslenir. “Üniversiteyi kazanmanız hailinde tüm masraflarınızı karşılayacağım” der. İş adamı 120 öğrenciye böylesi bir söz vermesiyle, onlara umut olurken önlerine üniversite vizyonu yaratır. Böylece Junior High Shool öğretmenleri desteklerini esirgemezken, öğrencileri üniversitede okumaya başladıklarının hayaliyle çalışmalarını sürdürürler. Sonunda 118 öğrenci gerçekten üniversiteye gider.”

Böylesine başarıların ardındaki temel dayanak disiplindir. Bu ana direği (disiplin) oluşturan öğelerse, “görünmeyen dünyamda çizilen bir resim benim için neden önemli?

Yazının Devamını Oku

“Liderim, Lidersin, Liderler”

7 Mart 2014
Yönetici Koç Gültekin Doğan anlatıyor...

…”Terzisi yeni pantolonunun paçalarını iğnelerken, Ali “Tarık acaba tılsımlı mı?” diye düşünüyordu. İkisinin aynı zamanda terfi ettiğine inanmak zordu. Birbirlerinden öyle farklıydılar ki! Yönetici olan Ali konferans odasında toplantı yaparken, Tarık odasına ısmarladığı yemekleri mideye indirmekle meşguldü. Bölüm başkanlarıyla odalarında sohbet ediyor ve diğer bölümlerin en üst düzey kişileriyle koridorlarda kol kola dolaşıyordu. Bu arada Ali çok yoğun çalışıyor, bütçeler hazırlıyor, istatistikler düzenliyor, ekip toplantıları yürütüyor ve yeni elemanlar işe alıyordu. Ama bütün bu zorlu çalışmalarına rağmen kimsenin takdirini kazanabilmiş değildi.

Hele bu sabah toplantı kendi adına utanç vericiydi. Ne zaman Tarık bir noktaya değinse, herkes fikir birliği içinde kafalarınla onay vermişlerdi. Ali bir şey söylediğindeyse, sanki ona pek güvenmiyorlarmış gibi onu bir sürü soruya boğmuşlardı. Ali önünde duran boy aynasına bakıp, Tarık’ınki gibi takım elbiseler giymenin yeterli olup olamayacağını düşündü… “Yoksa yapması gereken başka şeylerde mi vardı? “

Böylesi örnekleri hemen, hemen her iş yerinde, kariyerinde ilerlemeyi düşünen pek çok kişi çoğunlukla yaşamaktadır. Ne var ki başkaları ile kendini kıyaslama; Kişinin iş yaşamında kendini yargılama süreçlerini başlatır. İçten içe cadı kazanını kaynatır. “ Bende uygun olmayan, yanlış, yolunda gitmeyen hatalı bir şeyler var.“ ya da “beni anlamayan, beni takdir etmeyen bu işyerinde bir dakika durmam…” Benzer yaklaşımları oluşturur. “ Böylesi düşünceler daha da ileriye giderek çocukluktan tohumları ekilen, hücrelere işleyen, diplere saklanan gremlinleri uyandırır. Dört baba korkudan biri olan “sistemle özdeşleşme” korkusunun yaydığı baskı tırmanışa geçer.

Oysa “ne yaparsanız yapın, kendinizedir. Başkaları hakkında hüküm vermek kendi hatalarınızı güçlendirir. (buddha)” Böylesi zamanlarda ruh esnemeyi durdurur, akıl sağlıklı kararlar alamadığı gibi kafa insanın bedenine ağır gelir ve baş ağrıları kaçınılmaz olur. Böyle bir girdap içine girildiğinde, kişi bir an için durup, “ben ne yapıyorum?” sorusunu kendine yöneltebilirse, önünü açabilir. Ufku açan basit birkaç soru İnsanı zihnen rahatlattığı gibi, onu daha da ileriye taşıyacak yeni bakış açıları geliştirmesine yardım eder.

Başkalarının gözlerinden de dünyaya bakabilmeyi, bütünlüğünü görebilmeyi, direk söylenmeyenleri duyabilmeyi, onu hissedebilmeyi ve“onların hikâyeleri” ne olursa olsun ona inanmayı seçtiğinde, kişi hem kendinin hem de karşısındakinin insan oluşuna duyduğu saygı büyür ve yücelir. Bu görüşü biraz açalım.

“ Uygunluk ilkesi” ( erickson)” kişilerin içinde bulunduğu şartlarda, olduğu haliyle yeterli oldukları anlamına gelir.

Yaşam yolculuğunda daima öğrenme basamaklarını tırmanmaktaysak, yukarıdaki örnekteki Ali’nin, “olumsuz” olarak nitelendirdiği bu vakada; Evrensel plan zamanında işlemiştir. Ali’nin içsel değerlerine ve yaşam vizyonuna doğru ilerlemesine yardımcı olacak yeni bir bakış açısı geliştirmesi için oyun arkadaşı Tarık seçilmiştir. Bunu nasıl anlarız?

Son araştırmalarda görüldü ki, insan beyni istenildiği anda yaşamını tamamen değiştirebilecek pek çok yeni alışkanlık ve becerileri yeteri kadar uygulama ve pratik ile her yaşta isterse daha iyiye, daha güzele, daha olumluya doğru geliştirebildiğidir. Bunu nereden daha iyi gözlemleyebiliriz?

Yazının Devamını Oku

Varsa motivasyon, yoksa motivasyon

4 Mart 2014
TDK sözlüğü, Latince kökenli olan motivasyon kelimesini “isteklendirme, güdüleme” diye Türkçeye çevirmiştir. Bu kelimenin aslı “movere” dir. Motivasyonun en genel tanımıysa; Kişiyi çalışmaya sevk etmektir.

Bu yüksek gücün kaynağı, hareketlerin arkasında bulunan, psikoloji dilinde adına güdü denilen bir enerjidir. Diğer bir deyişle, coşku ve berrak algının bir kombinasyonudur (birleşimi). Organizmanın içindeki bu güç,

- Davranışı tetikler,

- Yönlendirir,

- Ve sürdürür.

Üç adımın tam manasıyla oluşmasında insanı oyalan; Kendine, yaptığı işe ve ilahi güce duyduğu zayıf inanç sonunda oluşan, gereksiz, sızlanan iç seslerden, uğraşlardan arınmış bir zihin gerekir. O noktada ruh ve idrak (anlama yeteneği) birleşir. Salim bir kafada el ele veren bu ikili, bu olumlu içsel enerji, iç algıyla (ruhsal durum), dış algının (dünyayı algılamada esneklik) dengelenmesini mümkün kılar. Dahası cesareti, azmi ve kararlılığı gayreti daim kılar.

…” Küçük kızın babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûmdu. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü. Ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı. Bu nedenle kâğıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı... Bu duruma küçük kız çok üzülmüştü. Babasına olup biteni anlatınca, o da "üzülme kızım, yine çizersin. Bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi. Küçük kız bir sonraki ziyaret gününde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Kiraz mı?"

Küçük kız babasına kulağına eğilerek, "hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri” dedi... “

İçsel ateşi yeniden, yeniden yakmak, yaşama isteğini artırmak, ümidini korumak, düşlerini gerçekleştirmek… Tüm insanlığın gıdası ama onun sürekliliği öğrencilerin, yüksek emelleri olan bireylerin, lider ruhlu insanların, koçluk mesleğine gönül vermiş kişilerin motivasyon olmazsa olmazlarından beklide en önemli enstrümanlarıdır. Ne zamanki bu içsel güç azalmaya başladı, bu fark edildi, o noktada onu yeniden yükseltmek kişinin elindedir. Kişinin sezgisine kulak vermesi yeterli olur. Ancak çok kafa karışıklığında yedinci hissinin önerilerini duyamayabilir. İşte o noktada aşağıda sayılan bazı kolay püf noktalarından biri ya da bir kaçı son derece etkili yöntemlerdir.

Yazının Devamını Oku

FİLKULAĞIYLA DİNLEME

17 Şubat 2014
İyi bir dinleyici olmak, Filkulağıyla dinlemek neden bu kadar önemli?

…”Bir gün Nasrettin Hoca’nın da olduğu bir sohbette sormuşlar. “Hocam adam olmanın yolu nedir?” Hoca düşünceli, düşünceli, başını bir oyana bir buyana sallayarak, “söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli” diye yanıtlamış.

İyi bir dinleyici olmak, Filkulağıyla dinlemek neden bu kadar önemli? Sözcüklerin ardındaki duyguyu yakalamak ruhsal gelişimi nasıl etkiler? Bir anne- baba- öğretmen, bir patron- şef, bir toplumda kanaat önderi, kulağına gelen sesleri can kulağıyla dinleyebilse insanlığa katkısı nasıl olurdu?

İnsan olmanın en büyük erdemlerinden biri anlatma ve anlama yetisidir. Anlaşma olgusuysa bir beceri olarak karşımıza çıkar. Kâinatta her canlı, her nesne bir biriyle iletişim kurar. Sadece başkalarıyla değil kendinle, Tanrıyla, doğayla konuşur, sohbet eder. Burada as olan duygu ve düşünceleri tam ve net aktarabilmedir. Böylesi bir konuşma eylemi bir sanatsa, dinleme eylemi de ustalık ister. Zira o andaki sürecin, ilişkinin, birlikteliğin, başarının, hedefe ulaşmanın… Kaderini belirleyecek kişi dinleyendir.

…”Büyük kral, Süleyman ordusu ile ilerliyordu. Dünyanın en garip bu topluluğunda devler, cinler, hayvanlar ve insanlar vardı. Kral Süleyman hepsine hükmetmekteydi. Bir vadiye geldiklerinde kralın kulağına bir ses dalgası çarpınca dikkat kesildi. Bir kral karınca kabilesine sesleniyordu.

“Kaçın, sinin, saklanın büyükler görmezlerde bizi eziverirler, oysa biz onların hayrı için var edildik.” Süleyman bunu duyar duymaz gülümsedi ve ordusuna “durun” dedi. “önümüzde karıncalar var onları görmeyiz de ezeriz. Oysa biz onların hayrı için var edildik” dedi. İşte o an gökyüzünden melekler indi. Sıra, sıra hepsi bir biriyle kucaklaştı, bir birine karıştı. Orada o kutlu anda herkes bir biri için var olduklarını fark ettiler. Asla yalnız olmadıklarını bildiler. Ve bütünlüğün gücüne ulaştılar.” ilk adım neden sessizlik?

Kişi, bu sakinlik, sukut anındaki dinleyişinin büyük bir kısmını sözlerden ziyade iletişimde en büyük pay sahibi olan beden diline odaklar. Çünkü en gerçekçi bilgiler özellikle gözler ve yüzden gelir. Kişinin söyleyemediklerini, duyguları, tavrı ele verir. Dinleme konusunda ustalaşma, sağduyunun gelişmesine hizmet ederken, “gözler karanlık vakitte görünmeyeni görmeye başlar.” (Theodore Roethke)

Bu davranış yetisini insan, kendisine bahşedilen özellikler doğrultusunda, istediği ölçüde şükür ki geliştirebilme becerisine sahiptir. Neden buna ihtiyaç vardır ki? “Ben buyum beni olduğum gibi kabul etsinler”… Neden karşı tarafın bizi can kulağıyla dinlemesi ve anlaması beklenir?

Yazının Devamını Oku

MUTLULUK YANIBAŞIMIZDA

5 Şubat 2014
Mutlu olma hali, nasıl bir şeydir?

Bendeniz, iki bin yılından buyana önce kendimi gözlemledim. Ardı sıra mesleğim sayesinde pek çok yaşanmışlık hikâyeleri dinledim. Onca duyduğum, gördüğüm, teori, deneyim ve yöntemler, fikirler, Antik çağlardan günümüze değin uzanan öğütlerle birleşip harmanlanınca şimdilik gerçek mutluluğun tarifinde şu kanıya vardım. “mutluluğun sırrı kişinin sevdiği şeyi yapması değil, içsel çağrısına göre yapması gereken ile bağlantı kurmasıdır.” ( anonim)

Öyleyse bu içsel çağrı, kişinin varoluş amacına dair gizli bilgiyi içinde barındırıyorsa ve yaşama olan istek, coşku, huzur, ilahi sevgi, mutlu… Olma halleri ona bağlıysa, içsel güçle bağlantı kurulmalı. Ama Nasıl?

Ruh, kişiye “hey uyan artık “ mı diyecek, yoksa kişi, “yetti artık bu yaşadıklarım, beni mutsuzluğa iten bu hallerden kurtulmalıyım” diye ruhuna mı seslenecekti. “Ruh ne zaman uyanırsa ortaya bir resim çıkarmış”.

O halde ruhu uyandırma işi düşüncelerle bağlantılıysa, burada bir sır olmalı. Zira herkes bol, bol düşünse de saf neşeyi herkes kolay, kolay tatmamakta.

Fikirler, yaşamda bireyin neyi tecrübe edeceğinle doğru orantılıdır. Ağırlık hangi taraftaysa (olumlu / olumsuz), su neresi alçaksa o tarafa akar. Zihin tıpkı kaynak suya benzer ve aralıksız saniyenin binde birinde… Düşünceleri yüzeye çıkarır. Bu doğuş bir bataklık, bir göl yada bir nehir içinde gerçekleşiyorsa, doğal olarak düşünceler ona göre şekillenecektir. Bu kaynak, insanın anılarının depolandığı (bilinçaltı)merkezdir. Görüşler sonunda oluşan, bireyin yaşamını yöneten bu inançların % 99’u bu gizemli dünyada, bilinçaltında yer almaktadır. İşte bu noktada İnsanın kendini tanıması önem kazanır. Eğer bir değişim isteniliyorsa önce birey içinde bulunduğu şartlardan kurtulma isteğini yüreğinde isteyecek. Ardı sıra zihinde yeni halin görüntüsünün oluşmasına izin vermesiyle, bilinçli bir gayret içine girildiğinde sabırla dönüşüm gözlemlenmelidir.

O günlerde duyguların açığa çıkardığı tepkiler, etkili, sağduyulu davranışlara çevrilmeyip, kendi hallerine bırakılırsa kişinin yaşamını kısıtlayan zihinsel engeller artar. Yada duygusal zekasını devreye sokup, duyarlı bir insan olma halini koruyabilirse zihni arınmaya başlar. Seçim zamanıdır. Birey, odağı ya karanlık ya aydınlık yöne çevirecektir. Bu yola çıkışta bir niyet oluşmuşsa, hele de bu dikkat çekiciyse, zihnin ve bedenin kimyası değişmekle kalmaz, algılama sistemlerini dürbün misali odağa çevirir. Özellikle kulak, göz, burun… Ok bir kere yaydan çıkmıştır. Zira niyet kesin bir irade eylemidir. Niyet mutluluğun tanımıysa, daha fazla bilgiyi öğrenmek için dış dünyada kanıtlar aranılır. Çeşitli deneyimler yaşanır. Buradaki sır! Yoğunlaşmanın gücüyle hem dış, hem iç dünyada neye ne kadar derinlemesine inceleyeceğinde gizlidir.

21.yüzyılda “neden insanlar kolaylıkla mutlu olamıyorlar?” sorusuna yapılan araştırmalar sonucunda çeşitli görüşler ortaya çıkmış.

Yazının Devamını Oku