1981 yılıydı ve içimizde 12 Eylül darbesinin yarattığı hüzünle geziyorduk.
Geceleri saat 12.00’den sonra sokağa çıkma yasağı olduğu için, nerede isek orada kaldığımız günlerdi.
Hayatımızda hiç o kadar müzik dinlememiş, kitap okumamıştık.
RUHUMUZA LİSTE BAŞINDAN GİREN ŞARKI: ‘BELKİ AŞK’
“Perhaps Love” ve yine John Denver’la söylediği “Annie’s Song” yalnız ruhumuzun listesine bir numaradan girmişti.
İnsanlık tarihinin en merak ettiği sorulardan birinin ilk cevabı o gün orada verilecekti.
O büyük iddianın açıklanmasını biraz ileriye bırakarak, iki hafta öncesine dönelim.
Aralık ayının başı...
Kızıl Gezegen diye bilinen Mars’tan gelen son fotoğraflar o gün önlerine düşmüştü.
Tahmin ediyorum fotoğraflara bakan bilim insanlarından biri o gün mutluka şunu söylemişti:
“Vay canına... Galiba Dan Brown haklıymış...”
Eminim o gün orada bulunanlardan birinin aklına mutlaka Dan Brown’ın ‘İhanet Noktası’ romanının başındaki o sahne gelmiştir.
17 rakamı herkese göre farklı anlama sahip.
12, 25, 28 rakamlarının sayısal anlamı üzerinde bile mutabık değiliz. Peki bu rakamlar tarihe nasıl kalacak.İşte size küçük bir tarih şuuru testi.
* * *
-17 Aralık gelecekte ne anlama gelecek.
(a) Seçilmiş Tayyip Erdoğan’a karşı, seçilmemişlerin “Paralel darbe girişimi” olarak.
(a) AKP’li dört bakan ve yakınlarının karıştığı ağır yolsuzluk ve rüşvet olayları olarak.
Üçüncü çeyrek büyüme hızı yüzde 1.7 çıktı.
Bu demektir ki, 2014 yılında büyüme hızı yüzde 2.5 civarında olacak.
Gelen ikinci ürkütücü rakam ise işsizlik oranıydı.
O da epeydir ilk defa yine iki haneli rakamlara çıktı.
Yüzde 10.7...
Rakamlar ürkütücü ama benim aklımdaki asıl soru başka.
* * *
- BİR: GERÇEK İŞSİZLİK ORANI NEDİR
Ama araya 24 saat koydum.
“Konu adalettir. Yanlış bir şey yapmayayım” dedim.
* * *
Ortada alenen bir kavga var...
Geçmişte her iki tarafın da gadrine uğramış biri olarak, “Arkadaş bu benim meselem değil” deyip kenarda durmak da vardı...
Türkiye’de post-fashion döneminin öncüleri
ÖNCEKİ hafta Bebek Koyu’na bakan bir atölyede yeni tasarımın iki temsilcisiyle yemek yedim.
Biri, yıllardır büyük takdirle izlediğim Hüseyin Çağlayan’dı.
Arte televizyonunun yayınladığı 3 bölümlük harika Fashion dizisine giren isimlerden biriydi. Tek Türk diyemiyorum, çünkü Çağlayan’ın kariyerine baktığımda onun için İngiliz demek daha doğru.
* * *
Marvel’in sahibi Bob Iger tartışmaya gerek bırakmıyor: “Elimizde 7 bin Marvel karakteri var. Ama siz bunları görmüyorsunuz. Çünkü gözünüz hep iyilere takılıyor. Oysa biz kötü karakterlerin nasıl bir hazine olduğunu keşfettik.”
KÖTÜ karakterin önemini torunum Sinan Ali sayesinde keşfedeceğim aklımdan bile geçmemişti. İki yıl önceydi. Sinan Ali her büyüyen çocuk gibi Play Station’a daldı.
Bir gün odasında Playstation’daki bir oyunda üç dakika içinde 40’a yakın insanı, insan dimağının almayacağı bir barbarlıkla öldürürken onu arkadan seyrettim.
İşte tam orada, 20 yıl genel yayın yönetmenliğinden sonra içimde hala insani bir şeyler kaldığını keşfettim.
O duyguyla Sinan Ali’ye ‘Yeter artık. Yüzlerce kötü insan öldürdün. Hiç kötü insan kalmadı” dedim.
Bana dönerek, en ciddi ifadesiyle şunu söyledi:
İçinden el örgüsü bir çift eldiven çıktı. Yanında da küçük bir mektup.
* * *
“Sayın Ertuğrul Bey,
Ali’yi kaybedişimizin 5’inci yılında yürütmekte olduğumuz hukuk mücadelemizde, onun anısını yaşatıp, çabamızda bizlere karşı gösterdiğiniz yakınlık ve destek için size sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bu duygularımızın küçük bir nişanesi olarak size annemin ördüğü bir çift eldiven gönderiyorum.