Doğan Hızlan

Doğan Hızlan

dhizlan@hurriyet.com.tr

Çankaya ödülleri

1 Kasım 2005
CUMHURBAŞKANI AHMET NECDET SEZER, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülleri’ni alacak kişileri belirledi. Cumhurbaşkanı seçilişinin 5. yılında bu ödülleri alacak kişileri seçebilmek için, ona önerilerde bulunacak bir kurul oluştu.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Kemal Nehrozoğlu başkanlığında toplanan kurul aşağıdaki kişilerden oluştu:

Kemal Nehrozoğlu, Yıldız Kenter, Talát Halman, Emre Kongar, Rengim Gökmen, Bülent Serim, Doğan Hızlan.

Kurul iki toplantıda, üyelerin önerdiği, değerlendirme notu eklediği listeyi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e sundu.

Ödül verilen adlar, gerçekten Türk kültürüne, sanatına, edebiyatına bir yaşamı adamış insanlardı.

Aşağıda adlarını okuduğunuzda, siz de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in değerlendirmesine yürekten katılacaksınız.

* * *

TARİHÇİ Halil İnalcık,
ressam Ferruh Başağa, edebiyatçı Oktay Akbal, fotoğrafçı Ara Güler, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı.

Toplumun oybirliğine vardığı bu değerlere ödülleri, 11 Kasım 2005 günü saat 17.00’de Çankaya Köşkü’ndeki törende verilecek.

Halil İnalcık’ın Osmanlı Uygarlığı -Günsel Renda ile birlikte- tarih meraklıları dışında birçok kimsenin ilgiyle okunan kitabı henüz belleklerde.

Ressam Ferruh Başağa, soyut resim deyince ilk akla gelen bir büyük usta.

Öykü, roman ve denemeleriyle Türk edebiyatının önemli bir adıdır Oktay Akbal.

Uluslararası bir fotoğrafçı (foto muhabiri) Ara Güler.

Yıllardır Ankara’da bir müzik festivali gerçekleştiren, müzik kitapları yayımlayan Sevda-Cenap And Vakfı.

Ödüllerin önemini, işlevini, ödül alanı mutlu kıldığını söylemeli, yazmalı.

Cumhurbaşkanlığı makamının bu konuda öncü olması, ödül kurumunun daha da gün ışığına çıkmasını sağlar.

Ödüllerin bir başka toplumsal işlevi, bu ödüle layık olanları, toplumun, sözlü ve yazılı basının gündemine getirmesidir.

Elbette başka ödüller de, ödül alanları sevindirir ama daima devletten gelen takdirin ayrı bir ağırlığı vardır.

* * *

ÖDÜL
önerisinde bulunan kurulda yer almaktan onur ve mutluluk duydum, bütün üyelerin de aynı duyguyu paylaştıklarını biliyorum.

Ödül verilen, alanının doruğundakilere saygılarımı sunuyorum, kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

Dino sergisinin polisiye öyküsü

31 Ekim 2005
ANKARA’da Galeri Nev’de Abidin Dino’nun Gerilla Desenleri’ni gördüm. Her Ankara’ya gidişimde mutlaka birkaç sergiye, kitapçıya uğrarım. Bu kez yine birkaç sergi gördüm, gezemediklerimi kasım ayının ortalarına bıraktım.

Dino, İkinci Dünya Savaşı’nda Alman ordularının Rusya işgalini püskürten gerillaların desenlerini yapmış.

Savaşanların ellerinde silah yok, yanılmıyorsam sadece molotof kokteylleri var.

Desenleri bugüne kadar saklayan, bugün görmemizi sağlayan Rasih Nuri İleri, sergi kitabının başına hem o dönemin siyasal ortamını hem Dino’nun bu desenleri hangi koşullarda, hangi ruh hali içinde çizdiğini yazmış.

Hiç kuşkusuz, bu giriş; desenleri daha iyi değerlendirmemizi, savaşa karşı tavır alan sanatçının sorumluluğunu gösteriyor.

Hitler ordusu, Rus ovalarında ilerken, Avrupa’daki diğer ülkelerin orduları gibi Sovyet Rusya orduları da geri çekiliyor, dağılıyordu.

İşte o sırada Viyazma, Orel, Vitebsk, Smolensk halkı işgale karşı direndi, savaştı, Alman ordusunu içerilere sokmadı.

Desenlere bakarken, ülkesi için savaşanları, sanatçının bütün ustalığıyla yansıttığını gördüm.

64 YIL SONRA SERGİLENEN DESENLER

GERİLLA DESENLERİ,
1942 sürgünleri başlamadan önce sanatçının yaptığı çalışmalar. O zaman büyük boyda gerilla resimleri çiziyor... Ancak, İleri’nin dediği gibi, ‘Ancak bu resimlerin Alman yanlısı İnönü Türkiyesi’nde sergilenmesi olanak dışıydı.’

Yapılacak tek şey kalmıştı.

Bu desenleri yurtdışına çıkarmak.

O zaman Ayasofya Müzesi’nin fresklerini açığa çıkartan arkeolog Whitimore’a teslim ediyor bu desenleri Abidin Dino; Amerika’ya götürmesi için.

İleri’nin daha sonra Fahrünnisa Zeid’den öğrendiğine göre; Whitimore kendisini geçirmeye gelen Zeid’e, ruloları götüremeyeceğini söyleyip teslim etmiş.

Taksim Elmadağ’daki Şakir Paşa Apartmanı’nın müteahhide verilmesinden sonra Aliye Berger, Rasih Nuri İleri’ye bir kart gönderiyor. Tavan arasında desenlerin yer aldığı bir rulo bulduğunu, onu Tahsin Dayı’dan almasını söylüyor.

İleri, Dino’ya telefonla bilgi veriyor, ne yapacağını soruyor, aldığı cevaplardan onda sergileme isteği görmüyor. ‘Resimler sende kalsın, ne yaparsan yap’ diyor Dino.

Desenleri çizen Dino’nun bireysel dünyasını, savaşın Türkiye’deki izdüşümünü, bu ruhun desenlere nasıl yansıdığını Rasih Nuri İleri’nin yazısından öğrenirsiniz.

Sanatçının Nazizimi bozguna uğratan bir halk hareketine karşı duyarlığı, içtenliği, inancı beni etkiledi.

Sanatın, sanatçının sınır tanımayan anlayışı.

* * *

BİR direnci, bir kurtuluş savaşını tarih sayfalarından çok daha etkileyici biçimde bir sanatçının desenlerinden izleyin.
Yazının Devamını Oku

Cumhuriyet Bayramı’nı Ankara’da kutladım

30 Ekim 2005
ANKARA hakkında okuduğunuz her kitapta, cumhuriyet coşkusunun izdüşümü vardır.<br><br>Dünden bugüne cumhuriyetin tarihi, onu kuran, yaşatan kişilerle birlikte bir siyah-beyaz film gibi belleğinizden geçer. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Ankara’sının ilk paragrafından bir bölüm herkesin çağrışım dağarcığında yer etmiştir:

‘Belki Milli Mücadele yıllarının bıraktığı bir tesirdir, belki doğrudan doğruya çelik zırhlarını giymiş ortada dolaşan bir eski zaman siláhşoruna benzeyen kalesinin telkinidir: Ankara, bana daima dásitani ve muharip göründü.’

Sonraki satırlarında Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, harita başında geçirecekleri uykusuz geceleri, isimsiz şehit ve gazileri anar Tanpınar.

Cemal Süreya’
nın dizeleri zaman zaman Ankara izlenimlerini bir başka boyuta götürür, sevgi de vardır hafif bir ima da:

‘Sen bayan nihayet

Sen bir mevsimin sanat eki

Ankara, iyi kalpli üvey ana’

Cumhuriyeti kuranlar, yaşatanlar, ona iman edenler, bozkırda yeşeren yediveren gülü gibidirler.

Soğuğa, sıcağa, açlığa, yokluğa tahammülü bir din adamının çilekeşliğiyle bir tutan ruh hali.

* * *

GEÇEN
gün şair bir dostum Ankara’daki edebiyatçılardan söz ediyordu. Ben de eski Türk Dil Kurumu kurultaylarını hatırlarım, şairler, yazarlar, şimdi sadece kitaplarda ve anılarımda yaşayan dostlar.

Ankara üzerine okumak demek Kurtuluş Savaşı’nı, cumhuriyetin tarihini okumakla eş anlamlıdır.

Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler’inde Ankara’yı yeniden sevdim. Her iman tazelenmeye muhtaçtır, işte bu kitaplar bu gereksinmeyi karşılar.

Okumaya başladığım bir Ankara kitabı daha.

Küçük Asya’nın Bin Yüzü: ANKARA. Hazırlayanlar: Suavi Aydın, Kudret Emiroğlu, Ömer Türkoğlu, Ergi D.Özsoy.

O kitabı okurken, içindeki alıntılardan, belki bilip unuttuğumuz belki de bilmediğimiz nice bilgiyi okurken, Ankara’da Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamaktan, sanki bütün tanıklıkların geçtiği yerde bulunmaktan ayrı bir sevinç duydum.

Falih Rıfkı Atay, Taymis Kıyılarında kitabında 1934 yılından bugünü görüyordu:

‘Çocuklarımız, iki yüz elli bin nüfuslu Ankara’da mesut doğacaklardır.’

Mesut doğdular, mesut büyüdüler.

Ankara’yı anlattığımız her satır Ankaralıları da anlatmalı. O şehirde yaşayan kadınların, kurtuluş yıllarında nasıl seferber olduğunu Halide Edip Adıvar’ın Ankara Kadınları yazısını, gene adını andığım kitaptan okurken, kadınların cumhuriyet için yaptıklarını bir kez daha anımsamamız gerektiğini düşündüm.

Kurtuluş Savaşı’nın ön safında İstanbullu okumuş kadınlar da vardı, Ankaralı milletvekili eşleri de vardı; ama beni asıl duygulandıran, köylü kadınlardı.

Çamaşır yıkayarak geçimini sağlayan bir kadın, öğretmen okulunda okuyan kızını, bu hizmet grubunun içine yolluyordu.

* * *

CUMHURİYET BAYRAMI
’nı Ankara’da kutladım. Sevincin ardındaki tarihle bir kez daha övündüm.

Cumhuriyetin kuruluşuna, Kurtuluş Savaşı’na dair ne varsa okumalıyız.

Onlara olan borcu başka türlü ödeyemeyiz.
Yazının Devamını Oku

10 kısım tekmili birden dünya tarihi

29 Ekim 2005
1900’den başlayıp 1999’a yani 2000’e bir kalaya kadar dünya tarihinin en önemli olaylarını, kişilerini öğrenmek istiyorsanız, en çarpıcı resimaltlarıyla, en çarpıcı fotoğraflarla hazırlanmış Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi dizisini okumalısınız. Görsel bir antoloji, ansiklopedi olarak da nitelendirebilirim 10 ciltten oluşan külliyatı. Her 10 yıla damgasını vuran olaylar, kişiler, ayrı bölüm başlıkları altında incelenmiş.

Böylece siyasal olayları, kralları ve onların halkını, zenginler ve yoksulları, göçmenleri, çalışma hayatını, boş zaman keyiflerini, sanatı, sanatçıları, modayı, bilimi, savaşı ve barışı, ulaşım araçlarını, sporu ve sporcuları, çocukları, geçim derdini, kargaşayı, eğlence dünyasını, ulaşım araçlarını, pop müzik, suç ve kederi, Soğuk Savaş, Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Berlin Duvarı, Sovyetler Birliği’nin dağılmasını fotoğraflarla yeniden hatırlayacağız, öğreneceğiz.

Yukarıdaki konular ana başlıklardan bazıları. Dünyanın yeni milenyumun başlayana kadar neler yaşadığının görsel tanıklığı.

Fotoğraflara baktığımda bazen ürperiyorum, bazen seyrettiğim bir sanatçının fotoğrafına hayranlıkla bakıyorum, bazen de savaşın korkunçluğunu bir kez daha lanetliyorum.

Devrimleri, acıları, çöküntüleri, yükselişleri kare kare izlemek, tarihi öğrenmenin en kısa, en etkili, belleklerde en kalıcı yolu.

*

Dizinin en hoşuma giden bölümünün İşte İnsan başlığını taşıyan bölüm olduğunu söylemeliyim.

Kitaptaki metinler, resim altları üç dilde yazılmış: Türkçe, İngilizce ve Fransızca.

İşte İnsan bölümünden görüntüler: Kendi emniyet kemerini bağlamış Yüzbaşı J. Edward. Evcil timsahlardan birinin kemerini bağlıyor.

Resimaltları da ironik bir hava taşıyor.

1930’lar cildinde Savaşa Doğru bölümü, kan ve gözyaşıyla anılacak günlerin, farkına varmadığımız habercisi.

1910’lar da Birinci Dünya Savaşı’nın acılarının fotoğraflarıyla dolu.

1940’lar cildi, İkinci Dünya Savaşı’nın bütün kötü karelerini, daha sonra Barış’ın da umut dolu karelerini içeriyor. Cepheyi ve cephe gerisini.

Çocuklar bölümündeki fotoğraflara dikkatle bakın. Auschwitz Kampı’nın dikenli telleri ardındaki çocukların nasıl belleğinizde yer ettiğini, rüyalarınıza girdiğini göreceksiniz.

Eğlence Dünyası’nın her 10 yıldaki durumunu birbiriyle karşılaştırın. Böylece insanların eğlence biçiminin de ne yönde değiştiğini bu fotoğraflardan izleyebilirsiniz.

Gençlik bölümlerinde; kuşakların idollerinden giyimlerine hatta eğlencelerine kadar her şeyin bir moda ekseni çevresinde belirlendiğine kanaat getireceksiniz.

Görsel tarih...

1900’lerden 1999’a kadar, insanlığın tarihini, savaşların, barışların tarihini yeniden gözden geçirin. Kitaplığınızın aslarından biri olacak.

Sık sık başvurma gereği duyacaksınız.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Bitik Mehmet Anıl Can

Hilal Kenan Yarar Doğan

Attila Grigori Tomski Papirüs

Bulutlardan Yontma Kayalar Enis Batur Alkım

Otuzların Kadını Tomris Uyar YKY

KİTAPLARDAN

YENİ BİR YÜZYILA GİRERKEN (1. ciltten)

19. yüzyılın bitiş çizgisinin son hamlesinde yer alan bir dizi icat, keşif ve yenilik, 20. yüzyılın o çılgın ve neşeli yıllarının da başlangıcı oldu. Telefon, telgraf, otomobil, sinema, röntgen ışınları, radyoaktivitenin keşfi, gramofon, sentetik iplik, katot ışını, buharlı türbin ve daha binlerce buluşun hepsi 1890’ların ürünüdür. Hayatın kalitesiyle birlikte kelime dağarcığı da inanılmaz boyutlarda değişiyor, gelişiyordu.

(...)Ve böylece yeni bir yüzyıla girildi. New York ve Paris metroları açıldı. Artık Standart Oil adında yeni bir petrol şirketi, Mr. Gilette tarafından pazarlanan yeni bir kullanıp atılan tıraş bıçağı, Thomas Edison’un yaptığı ‘pil’ adı verilen yeni bir enerji kaynağı, Henri Ford’un sahibi olduğu otomobil üreten yeni bir şirket vardı. İlk Dünya Basketbol Şampiyonası, İlk Tour de France (bisiklet) ve ilk Nobel ödüllerinin; art nouveau ve Brownie fotoğraf makinesinin; Potemkin isyanı ve San Francisco depreminin; Pavlov’un köpeklerinin ve Charles Dana Gibson’in ‘Kızlar’ının yıllarıydı.

SAVAŞ, HER YERDE SAVAŞ (4. ciltten)

Yüzyılın diğer onyıllarına kıyaslandığında, 1940’lar diğer hiçbir onyılda olmadığı kadar net bir çizgiyle ikiye bölünmüştü. 1945 yılına kadar her yerde savaş ve yıkım vardı. Sonrasında ise büyük çaplı bir yeniden yapılanma süreci başladı. Silah ve cephane hariç, her şeyin kıt olduğu bir dönemdi. On yılın büyük bölümü boyunca insanlar elektrikten, gerçeklerden, yiyeceklerden, giyecekten ve her tür refahtan yoksun, karanlıkta yaşadılar. Savaşta da, barışta da, at eti, balina eti, kurutulmuş yumurta, meşe palamudundan yapılmış ersatz kahvesi, fare, konserve jambon ne buldularsa onu yediler, neye ulaşabildilerse onunla yetindiler.

IRKÇILIK VE DİRENİŞ(6. ciltten)

Bir önceki onyılda ekilen tohumların hem iyi, hem de kötü hasadı 1960’lı yıllarda toplanmıştı. Irkçılık, Güney Afrika’da Sharpeville katliamını ve Verwoerd’in öldürülüşünü getirdi. Küba’da Castro devrimi, Domuzlar Körfezi fiyaskosuna yol açtı. Sivil toplum hareketinin yarattığı dinamizm ‘60’lı yıllarda ABD’nin dört bir yanına yayıldı. Bunu büyük bir kargaşa dönemi izledi, Martin Luther King öldürüldü, Los Angeles, Şikago, New York ve Cleveland’da ırkçı olaylar patlak verdi, Malcolm X ve Black Power (Siyah Bilinci) sahnenin ortasındaki yerini aldı.

Afrika’da Ian Smith beyaz azınlığın iktidarını sürdürmek için umutsuzca giriştiği son hamleyle Rodezya’daki İngiliz göçmenlere önderlik etti. Nelson Mandela ömür boyu hapse mahkum edildi. Jomo Kenyatta bağımsızlık yolunda halkının önderi oldu. Bolivya’da Che Guevara, İsrail’de Adolf Eichmann ve Vietnam’daki My Lai köyünün savunmasız halkının kaderi, vahşice öldürülmek oldu. Marilyn Monroe aşırı doza kurban gitti, Elvis aşırı yeme hastalığının pençesine düştü. Meksika Olimpiyatları’nda siyah atletler Siyah Bilinci selamı verecek kadar cesurdu. Beatles sürekli olarak ‘All you need is love’(tek ihtiyacımız aşk) diyordu, ama yetersizdi.

AZ TESTOSTERONLU ‘80’LER (8. ciltten)

Modern sinemada sık rastlanan senaryolarda olduğu gibi, 20. yüzyılın sonu yaklaştığında, dünya iyiden iyiye kritik noktaya gelmişti. Zengin ile yoksul, iktidar ile halk, işgücü ile sermaye arasındaki gerginlik giderek arttı. Dünyaya yeni ekonomiler, ittifaklar, yeni sosyal yapılar kazandırmak için uzlaşma ve fedakarlık şarttı; ancak bilindik bir durum olmaktan çıkıp, sosyal bir vaka haline geldi. Demokrasi hükümetlerin temeli değil, aracı olmaya başladı. Komünist rejimde eksik olan kişisel özgürlük, sistemin sunduğu güvenceden daha fazla önem kazandı. Piyasada artık yeni birileri vardı; yeni yerlerde yeni yüzler. ‘Seksenlerin Parlak Genç Kadroları’, yuppie’ler ortaya çıktı; kibirli, hırslı, çalışkan ama uzağı göremeyen. Yeni nesil erkek evde çamaşır yıkayan, çocuk bakan ve erkeklik hormonunun yan etkilerinden kurtulmaya çalışan bir varlıktı. Kadınlar yalnızca erkeklere ait olan alanları istila etmeyi başardı. Eylül 1983’te ABD ilk kez bir siyahı Miss Amerika seçti.
Yazının Devamını Oku

Kartvizit uzatan gazino patronluğunun son temsilcisi

28 Ekim 2005
FAHRETTİN ASLAN’ın gazinolarından birine, İstanbul’da yaşayan ve Türk müziğine meraklı olan birçok kişi bir kez olsun gitmiştir. Çünkü gazino kültürü, zamanın müzik kültürünün bir parçasıydı. Bir zamanlar Türk müziğinin ne konservatuvarı vardı, ne de Kültür Bakanlığı’nın kurduğu korolar.

Türk müziği zevkimizi belirleyen, kişileri seçen adam Fahrettin Aslan’dı. Türk müziğindeki gizli danışmanımız. Batı müziğinde nasıl Filarmoni Derneği dünyaca ünlü solistleri bize dinletti ise Türk müziğinin solistlerini de o seçerdi, tanıtırdı.

Onun gazinolarına ailemle birlikte matinelere giderdik. Çünkü iyi solistleri ancak orada dinlerdiniz. Onların plakları da sahneye çıktıkları aynı dönemde yayınlanırdı.

Yalnız ses değil saz ustalarını da orada dinlerdiniz. Bir dönemin önemli formu olan fasılları da.

Elbet artık gazinolar kapandı. Ne kapalı salonlar, ne açık bahçeler kaldı.

* * *

FAHRETTİN ASLAN’ın Maksim Gazinosu’nda yapılırdı Hürriyet’in yıldönümü ya da kutlama geceleri.

Ayaküstü konuşmalarımız oldu.

Türk müziğini iyi bilirdi, anlardı. Sanırım 15 yaşından beri bu müziği dinlediğinden, artık bir meleke kazanmıştı. Hangi fasılda hangi şarkıların okunacağını, solistlerin hangi şarkıları daha iyi söylediğini sezgiyle fark ederdi.

O kısa görüşmelerimizde; müzikle ilgili sorularıma beni hayrete düşüren düzeyde cevaplar verirdi.

Zeki Müren için söylediği bir söz de hálá belleğimdedir.

‘Benim’ dedi, ‘eğlence dünyasında, iş hususunda tanıdığım en erkek adam Zeki Müren’dir. Söz verir, yazılı anlaşma yapmaz, sözlü anlaşmaya harfiyen riayet eder.’

Hürriyet
’in gecelerinden birinde, yenilenen Maksim Gazinosu’nun yenilenen holünde, çok önemli, Türk bestecilerinin yağlıboya tablolarını gördüm. O yaptırmıştı bunları.

Anımsadıklarım arasında; Dede Efendi, Hacı Arif Bey, Şevki Bey, Rahmi Bey vardı.

Sanırım bu müziği seven ve anlayanların tanıdığı adları daha girişte onlara sunarak bir kadirbilirlik yapmıştı.

Popüler kültür alanında onun adını mutlaka anmak gerekir. İşinde ses keşfeden biri olarak önemliydi.

Gazinoculuğun bir risk olduğunu iyi bilirdi. Solistleri seçmede bunu gösterirdi.

Ben elbette gençliğimin, çocukluğumun gazinolarını biliyorum, ailemle gittiğim içkisiz dinleme günlerini anımsıyorum.

* * *

ONUNLA karviziti uzatıp beni görmeye gel diyen, o keşfi yaptığına inanan ve yanılmayan patronluk kurumunun sona erdiğine inanıyorum.

Bir dönem kapandı.
Yazının Devamını Oku

Ekran kitap savaşı

27 Ekim 2005
FRANKFURT Kitap Fuarı’nda konuşulmaya başlandı. Yayıncılarla Google’ın savaşı. Google’s Book Battle yazısını (Newsweek, October 31, 2005) okuyunca konu, bir okur-yazar olarak dikkatimi çekti, okurlarımı da haberdar edeyim dedim.

Bazı yayıncılar, Google’ın kitaplardan bölüm yayınlamasının yasaklanması için yargıya başvurmuşlar. Üstelik çıktı alınması onları daha da çıldırtıyormuş.

Amerikan Yayıncılar Birliği’nden (AAP) beş büyük yayınevi, bölüm yayınlama işleminin durdurulması için New York Federal Mahkemesi’nden karar çıkartmaya çalışıyorlar.

Google’da eski, yeni kitapların yayınlanan bölümlerinden alınabilecek dijital kopyaların kitapçılık için yıkım olacağı görüşündeler yayıncılar.

Her ay 80 milyon internet kullanıcısının Google.com’u ziyaret ettiği düşünüldüğünde, yayıncıların önlem almaktaki telaşı daha iyi anlaşılabilir.

Davayı açanlar, yayınevi yöneticileri Google’ın hırçın, gözü doymaz bir yayılma stratejisi uyguladığı konusunda ısrar ediyorlar.

Her şeyi almak istiyor Google onlara göre. Videoları, fotoğrafları, makaleleri de kendi data verilerine almak istiyorlar.

Yayıncılar, kitapların kendi veri tabanlarında kalmasını istemelerine rağmen, Google bende kalsın diyor.

YURTSAN ATAKAN, Google’ın haklı çıkacağına inanıyor. Çünkü ona göre, şimdi bütün kitapların tamamını göstermiyor.

Ancak bütün kitaba ulaşılamaması için de önlem alması gerekiyor. Çünkü Amazon aramayı sağlıyor, Google’dan ise káğıt kopya da alınabiliyor.

Google’ın amacı; data verisinde 30 milyon kitap bulundurmak.Şimdilik kitaptan, Atakan’ın belirttiğine göre, 10 sayfalık bir çıktı alınabiliyormuş, bir de belli bir kelimeyi yazarak bunun nerelerde geçtiği görülüyormuş.

Başvuru kaynakları olarak bu sitelerin gündelik yaşamımızı, yazılarımızı ne kadar kolaylaştırdığını biliyoruz.

Ancak kitapların yayın haklarının (copyright) da korunmasından yanayım. Zaten kitabı okuyacak olan, o kitabı satın almalı, tamamını okuyabilmek için.

Dün sabah uğradığım bir kütüphanenin müdürü, kış günü kapıda kuyrukta bekleyen öğrenci görüntülerinin bittiğini, ziyaretçi sayısının azaldığını, başvuru, bilgi sitelerinin bu sayıyı azalttığını söyledi.

Google yetkilileri, bari copyright’ı olmayan kitaplarda özgür bırakın bizi diyorlar, itirazlarını da şöyle gerekçelendiriyorlar:

‘Bazı copyright’ların sahibini bulmak imkánsız.’

* * *

NE
olursa olsun teknolojinin zaferi önlenemeyecek gibi görünüyor. Hukuk savaşlarında bile.
Yazının Devamını Oku

Türk müziğinin geniş coğrafyası

26 Ekim 2005
KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün çıkardığı 15 CD’lik müzik arşivi, Türkiye ve Türk coğrafyasının içindeki dini, dindışı bestelerin, türkülerin bize, doğru icrasını dinletiyor. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, CD’lerin tanıtım kitapçığındaki Sunuş’unda müziğin işlevini, müziğin bir ulusun kültür varlığı içindeki yerini belirtiyor. Birinci paragrafı birlikte okuyalım:

‘Müzik ait olduğu toplumun sosyal, kültürel ve siyasal tarihinin derin taraflarıyla kavranması yanında insanı, eşyayı, tabiatı, olayları algılama ve yorumlama biçimlerine dair çok önemli ipuçları içeren bir sanattır.’

Güzel Sanatlar Genel Müdürü Bayram Bilge Tokel’in Önsöz’ünden sonra bestecinin yaşamı, icra eden topluluk hakkında bilgi, saz ve ses solistlerinin listesi, eserlerin güftesi yer alıyor.

CD’lerde neler var?

Zekái Dede - Sûz-i Dil Mevlevi Áyini, Zekái Dede - İláhiler, Hammámizade İsmáil Dede Efendi, Tanbûri Mustafa Çavuş, Şevkó Bey, Rahmi Bey, Balkanlarda Türk Müziği, Raci Alkır - İláhiler, Sultan Bestekárlar-Mehter, Bengisu, Osman Aziz Balkan Türküleri - Varayım Gideyim Urumeline, Áşık Emrah, Áşık Kerem, İstanbul Modern Folk Müziği Topluluğu, Mücahit Işık - Sentez-i Muhabbet.

* * *

BÜTÜN
ulusların dini müziklerini dinlerim, ikisi de ruh álemimizin derinliklerindeki duyguları açığa çıkarır, varlığımız üzerine düşünme sürecini başlatır.

İster Bach, ister Zekái Dede olsun, ikisi de benim kişisel dünyamda aynı etkiyi yaratır.

Sözünü ettiğim CD’lerde dini müziği dinlediğinizde sanırım bu karşılaştırmayı yaparsanız, benim düşüncelerime katılabilirsiniz.

Bestelerin hem enstrümantal, hem de sözlü icraları iki CD’lik albümde bir arada.

Sanırım genç kuşak, enstrümantal olana daha yatkın bir kulak taşıyor. Çünkü sözleri anlamakta güçlük çekecek, belki yeniden basımı yapıldığında, albümlere küçük bir sözlük de eklenebilir.

Bu dizi daha da zenginleştirilebilir. Bizim türkülerimizle, saz eserlerimizle, diğer bestecilerimizle.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bu ses antolojisinin, eksiksiz ve mükemmel olmasını diliyorum. Bunu alan Türk müziğini seven ya da öğrenmek isteyen bir meraklı, o müziğin geniş coğrafyasındaki bütün sesleri bulmalıdır.

* * *

KÜLTÜR
ve Turizm Bakanlığı’nın görevinin bu tür çalışmalar olduğu kanısındayım. Asıl işlevini böylece yerine getiriyor.

Dinlemenizi salık veririm.
Yazının Devamını Oku

Papyoncular teker teker kapanıyor

25 Ekim 2005
BEN Almanya’yı da, Frankfurt’u da çok severim. Gecelerinin ıssızlığını da, gündüzlerin dingin kalabalığını da...<br><br>Gece bildiğim lokantada yemeğimi yerim, gündüz de bildiğim mağazaları dolaşırım. Mağaza türleri bellidir.

Kitapçı, müzikçi, pastacı, papyoncu. Kırk yıldır gittiğim şehrin nirengi noktaları.

Eğer kendime bir şehir rehberi yaparsam sadece onları işaretlerim Frankfurt şehir haritasında.

İtalyan lokantalarını da unutacağımı sanmayın.

Kitap fuarına her gidişimde şehir merkezindeki papyoncuma gider, bir yıllık papyon ihtiyacımı sağlarım. Dostlarımın da renk zenginliği tavsiyelerine kulağım açıktır.

Bir oranj, bir mor seçimine kim karşı durabilir.

Bu kez onun kapısına kadar gittiğimde kapandığını öğrendim.

Bir başka papyoncu daha vardı, o da kapanmış.

Okurlarımın bir bölümü; ‘Papyon mağazasının kapanması bizi ne ilgilendirir, bir hafta sonra Türkiye’ye geldiğinde tek derdin bu mu’ diye sorabilirler.

Hepimizin yaşamımızı renklendiren tutkuları, saplantıları, zevkleri vardır. Olmalıdır da. Onlar mutluluğumuzun yapı taşlarıdır.

Kravatın bile az kullanıldığı, herkesin yaka bağır açık gömleklerle gezdiği bir anlayışın egemen olduğu zamanda papyoncunun kapanması biraz nostaljik bir üzüntü gibi gelir size.

Papyon almadan döndüm. Bir gün benim de papyonsuz açık yakalı gömlek giydiğimi görürseniz, bağışlayın diye yazdım bu yazıyı.

* * *

KIRTASİYECİLER
de artık, sıradan kalem alıcısının mutluluğuyla pek ilgilenmiyorlar.

Daha çok koleksiyoncular için kalem üretiyorlar. Haklarını yememeli. Dolmakalem sevenleri yalnız bırakmıyorlar, karşılıklı sadakat devam ediyor.

Mürekkep renk çeşidi de azalmış. Siyah-mavi yetiyor mu? Gene de kırtasiye kataloglarını aldım.

Yazmışımdır, butik bir müzik mağazam var.

Phonohaus, merkezdeki iki katlı mağazasının kirasını ödeyemeyip Goethe’nin evinin yanındaki bir dükkána sığınmış.

Gene de en iyi, ödül kazanan seçkin CD’leri orada bulurum.

Üç tane sevdiğim CD aldım. Biri Anne Sophie Mutter, Mozart çalıyor.

Gounod ile Masnett’yi de tenor Vilazon seslendirmiş.

Mussorgsky-Stokowski
’nin Bir Resim Sergisinden Tablolar ile Çıplak Dağda Bir Gece’nin CD’sini aldım. Jose Serebrier, Bournemuth Senfoni Orkestrası’nı yönetiyor.

Leopold Stokowski’nin (1882-1977) Senfoni Transkripsiyonu konusundaki ustalığını kabullenin.

* * *

ALIŞKANLIKLARIMI
seviyorum ben. Her Frankfurt’a gidişimde yeni bir papyoncu arayacağım, Phonohaus’a gideceğim, yemeklerimi de Neu Isenburg’daki İtalyan lokantasında yiyeceğim. Lokanta seçimimin doğruluğuna inanmanız için küçük bir ipucu vereyim. Sahibi Alman Milli Takımı’nın da aşçısı.
Yazının Devamını Oku