Banu Tuna

Haftalık

17 Şubat 2013

1. Deniz Seki’nin kardeşi Serkan Seki, ilk albümünü çıkardı. Adını duydunuz mu?
a. Manik Depresif
b. Pasif Agresif
c. Obsesif Kompulsif
d. Panik Atak
2. Çin astrolojisine göre bu yıl ne yılı?
a. Öküz

Yazının Devamını Oku

Şekersiz çay mı olur!

16 Şubat 2013
Mahrumiyet denemelerime bu hafta şeker diyetiyle devam ediyorum

Cuma sabah saat 11.00. Televizyonda sabah programlarından biri açık ve ben elimde bir tabak mama ve kaşıkla, kurulmuş oyuncak hızında emekleyen sempatik yaşam formunun peşinde koşmaktayım. Zorunlu dadılık vazifesiyle beklenmedik biçimde içine düştüğüm domestik ortamın bu yazıya fikir vereceğini bilemezdim tabii.
Nihayet bebeği yakalayıp mamayı yedirmeyi başardığım sırada, ekranda bir kadın görünüyor. Önündeki kâseden bir avuç şekeri alıp kameraya doğru uzatıyor: “Günde tüketmemiz gereken şeker sekiz-dokuz tane. Baldan, meyveden, sebzeden aldığımız şeker de buna dahil”.
Hemen kaba bir hesaba girişiyorum. Bir günde içtiğim çay miktarı üç ince belli, üç de kupa kadar. İnce belliye iki, kupaya dört şeker atıyorum. Toplamda 18 tane küp şeker eder. Yemek, içki, meyve, tatlı ve meşrubattan aldığım şekeri hiç saymıyorum.
Televizyondaki kadın gayet ciddi. Şeker, ‘üç beyaz’ın en tehlikelisi. Anlattıklarına bakılırsa uzun soluklu bir intihar teşebbüsündeyim. Aklıma, annemin çay saati yalvarışları ve pazarlıkları geliyor: Bari bir tane at!
Bir süredir çayı şekerli içenlerin, sigara tiryakileriyle aynı muameleye maruz kaldığının farkındayım. Evlerde artık çayın yanında otomatik olarak şeker getirilmiyor, ayrıca rica etmen gerek. Kullandığın miktarı gördüklerinde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Başlıyorlar kendilerinin şekeri nasıl bıraktıklarını anlatmaya: “Bak sık dişini, bir hafta sonra çayı bu kez şekerli içemez hale geleceksin.”
Kahveyi zaten şekersiz içerim de, şekersiz çay mı olur? Haşlanmış ot, peh!
Şekerden vazgeçmem ama pekâlâ iki gün hayatımdan çıkararak yazı konusu yapabilirim.

Yazının Devamını Oku

Haftalık

10 Şubat 2013

1. Televizyoncu Can Tanrıyar’ın burnunu kıran İzmirli işadamı Fırat Seven, kendini nasıl savundu?
a. Tipini beğenmedim
b. Kendisini Acun Ilıcalı sandım diye sinirlenip o saldırdı
c. Arkadaşlarla oturduğumuz masaya gelip küfretti, üstelik fermuarı açıktı
d. Ben Petek Dinçöz hayranıyım, hakkında söylediklerine sinirlendim
2. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’ye ait bu sözdeki boşluğu doldurunuz: “Türkiye’yi …… gibi ikiye ayırıyor, bölüyor ve ayrıştırıyorlar.
a. Karpuz

Yazının Devamını Oku

Sakın evden ‘çantasız’ 32 km. uzaklaşmayın

9 Şubat 2013
Kadınlar olarak çantalarla fonksiyonun ötesinde bir ilişkimiz var. Annenizin evden çantasını almadan çıktığını fark etseniz, kaçırıldığını ya da başına başka bir felaket geldiğini düşünmez misiniz? Peki çantasız yapabilir misiniz?

Cüzdan, güneş gözlüğü, numaralı gözlük, makyaj çantası, kitap, el temizleme jeli, iki kalem (ne olur ne olmaz), ajanda, not defteri, gazetenin güvenlik kartı, el kremi, bar standına çanta asmaya yarayan aparat, ağrı kesici, şemsiye, kâğıt mendil, ıslak mendil, iki çift eldiven (içinde zaten bir çift varken unutulup ikincisi atılmış), anahtarlar, akbil, bozuk para çantası, fermuarlı cepte yurtdışı seyahatlerinden kalma üç farklı ülkeye ait bozukluklar (yurtdışına çok sık çıkmam), cep telefonu, isviçreçakısı, su şişesi, gazete, kulaklık, USB bellek, çakmak (sigara paketi taşımam), pet, bir arkadaşın düğününde dağıtılmış, içinde pirinç, nazar boncuğu ve metal para bulunan tül kesecik (uğur getirsin diye, bir de zaten evde nereye koyulur ki böyle bir şey?), çöp bulana kadar çantaya atılmış sonra da unutulmuş bir yığın buruşturulmuş kâğıt ve mendiller, kâğıda sarılı çiğnenmiş çiklet (bu kadar açık yürekli davranmasa mıydım, gerçekten pasaklı değilim) ve en dipte, çoktan bitmiş bisküviden geriye kalan kırıntılar ile Tibet’te bir manastırdan aldığım buğday taneleri...

O TOMBALAK ÇANTALARIMIZ

Deneye başlamadan bir gün evvel kullandığım çantanın muhteviyatı... Ve hâlâ geriye kalan bir parça boşluk... Çantanın içine ne atman gerekeceğini bilemezsin. Elde poşet taşımaktan nefret ederim.
Deney bittikten sonra da bu içerik değişmiş değil, sadece hazır elim değmişken atılması gereken çikletlerle kâğıtları temizledim o kadar. Erkek avcı, kadın toplayıcıdır derler ya; ben üçüncü türe aidim: Taşıyıcı. Taşıyıcı kadınları sokakta büyük ve tombalak çantalarından tanıyabilirsiniz. Bir de omurga röntgenlerinden belki. Onlar her ihtimale hazırdır. Bir arkadaşım yedek iç çamaşırı bile taşırdı çantasında.
Tansu Çiller ile Fransız Vogue’unun eski yayın yönetmeni Carine Roitfeld, şaşkınlıkla karşıladığım iki kadındır. İkisini de elinde çantayla göremezsiniz.
Bu arada sokağa kocaman çantalarla çıkma alışkanlığı da ‘sanayi devrimi’nin bir
sonucu anladığım kadarıyla. İlk büyük çantalar tren seyahatlerinin başlamasıyla birlikte yapılmış. Daha önce evden çıkarken bezden bozuk para çantaları yeterli oluyormuş. Sanayi devrimi olmasa, benim her gün ev-iş arasında kat ettiğim yol şehirler arası seyahat kabul edilirdi tabii: 32 km.

CEBİM OLMASA NE YAPACAĞIM?

Yazının Devamını Oku

Haftalık

3 Şubat 2013

1. Müjde Ar’a Twitter’daki trend topic’i (hakkında en çok yorum yapılan konu) sordular, ne cevap verdi?
a. “Trend topic de neymiş? P.. gibi, i.. gibi bir şey mi?”
b. Takipleşelim
c. Ben her dem TT’yim
d. One Direction’cılar birleşin!

2. İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, görevini yeni Bakan Muammer Güler’e devrederken ne dedi?
a. Ben doyamadım, siz hayrını görün

Yazının Devamını Oku

Kahvesiz birkaç gün

26 Ocak 2013
Kafeinsizliğe bağlı alıklık ne kadar sürer, bilmiyorum. Öğrenmeye de niyetim yok. Çünkü beynimle bulaşık süngeri arasında bir fark kalmadı.

Kafein bağımlısı olmayanlarınız için bu mahrumiyet deneyi bir şey ifade etmeyecektir. Muhtemelen aklınızdan “Ne var bunda, atla deve değil ki” diye geçiyor. Ama elimizdeki denek, bir kafein bağımlısı. Güne bir fincan kahve olmadan başlayamayan, yatmadan 10 dakika önce kahve içse dahi mışıl mışıl uyuyan bir karakter.
Deneyden bir gün önce kahve tüketimi: Altı büyük fincan (gerçekten büyük) filtre kahve, iki fincan Türk kahvesi. Deney süresi: İleri düzey sersemleşme sonucu bir kamyonun altında kalmaz ya da anlamsızca parmağını elektrik prizine sokmazsa üç gün. Okuyucuya uyarı: Denek yazıyı kafeinsiz yazma gayretinde (daha çok mücadele) olduğundan, yüzde yüz kendi üretimi olmasına rağmen, üzerinde pek fazla mesuliyet kabul etmemektedir.

CİNLERİM TEPEMDE

İlk sabah... Kahve yerine su içtikten sonra hazırlanmaya başlıyorum. Fakat biri filmi yavaş çekimde oynatıyor sanki. Zaman hariç her şey ağır ilerliyor. Sırasıyla banyonun aynasına, gardırobun içine, telefonun ekranına bilemediğim sürelerle bön bön bakarken yakalıyorum kendimi. Unutulanlar yüzünden tam üç kere eve geri dönmem gerekiyor.
Sağ salim vapur iskelesine gitmeyi başarıyorum. Turnikeye İstanbul Kartı’nı okutuyorum ama bir türlü geçemiyorum, açılmıyor. Sinirleniyorum, böyle rezalet olur mu? Ben ‘turnike’ denen basit mekanizmayla kavga ederken, görevli yanıma geliyor. Ona da bir tur söyleniyorum. Zaten kahvemi içmemişim, cinlerim tepemde... Görevli denemek için kartı elimden alıyor. “Ama hanımefendi bu kartla geçemezsiniz ki!” Elinde gazetenin güvenlik kartını tuttuğunu görüyorum. Ertesi sabah da İstanbul Kartı ile gazeteye girmeye çalışırken yakalanıyorum.

BEYNİMDEKİ SİS PERDESİ

Kendimden korktuğum için uzun zaman sonra ilk kez (evet yaptığımla gurur duymuyorum) vapura sürme iskeleyi kullanarak biniyorum. Bu kafayla ayılma işini Marmara’nın serin sularına bırakmam işten bile değil. Her sabah birlikte seyahat ettiğim arkadaşların da yardımıyla kapağı gazeteye atmayı başarıyorum.

Yazının Devamını Oku

Haftalık

20 Ocak 2013

1. Ünlü aktör Leonardo DiCaprio, geçen hafta aradığı kadını tarif etti, duydunuz mu?
a. Mutfakta aşçı, sokakta hanımefendi olsun
b. Star kaprisinden bıktım, sıradan birini arıyorum
c. Hem içi hem dışı güzel olsun
d. Annem gibi kusursuz bir kadın arıyorum

2. Bu da ne?
a. Çernobil sonrası doğan talihsiz bebeklerden biri

Yazının Devamını Oku

Cep telefonsuz 48 saat

19 Ocak 2013
Saate bakmak, tweet atmak için elim hep çantama gidiyor. Acaba ‘cepsiz’ iki gün nasıl geçecek?

Mahrumiyet deneylerine başladığımdan beri bugünün geleceğini biliyordum. Ne kadar zor olabilirdi ki, neticede siyah beyaz televizyonun dinozorlarla çağdaş olduğunu sanan bir kuşaktan değilim. CTÖ (cep telefonundan önce) yıllarında doğdum. İlk cep telefonumu aldığımda 22 yaşındaydım. Muhabirlik yapıyor olmasam, birkaç yıl daha ihtiyaç duymayabilirdim.
Bu 48 saatlik deneyin nasıl geçeceğine dair ilk mesaj, posta kutusundan çıkmıştı oysa: Ev telefonunun faturası. Koca ay boyunca dört telefon konuşması görünüyordu. İki kez gazeteyi, iki kez de annemi aramışım. Kalan tüm konuşmalar ‘cep’le yapılmış demek ki...
Deney sabah başlayacak ama etkisini bir gece önceden gösteriyor. Nasıl uyanacağım? Yıllardır Cure’un cep telefonundan gelen sesiyle uyanıyorum. Evde bir çalar saat var ama elektrikli. Ya gece elektrik kesilirse... Elektriğin kesilmemesini veya gürültücü komşunun güne erken başlamasını umarak yatıyorum. İlk sabah sorun yok, çalar saat hâlâ güvenilir.

BİR GAZETEM BİLE YOK

Evden çıkıyorum. Türkiye’deki yaklaşık 67 milyon cep telefonu kullanıcısı o sabah bensiz bir eksik.
Her zamanki gibi 08.00 vapuruna bineceğim, her zamanki gibi ucu ucuna yakalayacağım. Yanında cep telefonu yokken böyle bir riske girmemek gerektiğini derhal öğreniyorum. Kolumda saat var ama klasik akrep-yelkovan kadranlı. Acaba şu anda 07.57 mi, 07.58 mi? İstanbul’da vapur yakalayacaksanız saniyelerin önemi vardır.
Saatten emin olamayıp koşarak yetiştiğim için vapura binmeden önce gazete alamıyorum. Telefonum  yanımda olsa şimdi tüm gazeteleri okuyabilirdim.

Yazının Devamını Oku