Ayşe Arman

O meşhur popoyu nasıl yaptığını sordum. “Çalış senin de olur!” dedi

11 Ağustos 2019
Yalan yok, kadın fişek gibi! Bir ateş topu fırladı sahneye. Şov müthişti. Ağzın açık kalıyor. Güzel bir şeyi nasıl tanımlayabileceğini bilmediğinde, “Görsel şölen” dersin ya, işte öyle bir şeydi. Kostümler de yıkılıyordu. Demek ki boşuna dünya starı denmiyor. Yok bizde henüz böyleleri. Bu turun adı da ‘It’s my birthday’. 50’sine girdi ya, bunu dünyayla birlikte kutlamak istemiş. Herkes on binlerce fotoğraf çekti ve konser bitti. Sıra röportaja geldi...

JLO röportajı bana hayat dersi oldu: İçgüdülerine güven Ayşe! Salt İletişim’in kurucusu İlkin Karataş aradı birkaç hafta önce. “Sana bomba bir haberim var, Jennifer Lopez geliyor. Röportajı senin yapmanı istiyoruz!”

İçimdeki ses ya da içgüdü, ne derseniz deyin... “Girme bu işe!” dedi. Ben tereddüt edince İlkin, “Kızım, tek röportaj diyorum, 45 dakika baş başa olacaksınız!” dedi.

Normalde ayılıp bayılmam gerekirdi. Ama içgüdüm engelledi, yükselemedim işte.

Önce röportaj Moskova’da olacaktı, sonra Antalya’ya kaydı. O arada basında haberleri çıkmaya başladı: “Ayakta 7 bin lira, localar 50 bin Euro!” Bu haberler de soğuttu beni işten. Bana tuhaf geliyor bu kadar büyük paralar vermek. Niye verirsin o kadar parayı? Tek bir açıklaması var: “Ben oradaydım!” diyebilmek. Türkçesi, parasını ödeyerek hava basmak!

*

Konserden önce aradım. “Beni affedin. Bodrum’dan İstanbul’a, oradan Antalya’ya uçmak içimden gelmiyor. Zaten 45 dakika konuşabileceğimize de inanmıyorum. JLo’yu görmek için can atan bir sürü gazeteci vardır, n’olur onları davet edin!” “Mahvoluruz, ölürüz, biteriz!” dediler, kıramadım. Bir de Alya faktörü var. “Nasıl gitmemeyi düşünebilirsin ki? O müthiş bir dünya starı. Yaşayan efsane. Latin ruhuyla. Batı eğitiminin sentezi. İnanılmaz bir dansçı ve şarkıcı. Müziğiyle de çığır açtı. Öyle dans edebilmek için de bir hayat boyu emek vermek gerekiyor!” dedi durdu.  Kadının müthiş olduğundan hiç şüphem yok ama ah işte o içimdeki ses...  Sonunda bu kadar itiraza dayanamadım, atladım gittim.

Regnum Carya. O da ne!

Bütün otel Rus ve Kazak dolu.

Yazının Devamını Oku

‘Küçük olsun benim olsun diyerek dondurmacı oldum!’

9 Ağustos 2019
BUGÜN o gün...Kadın girişimcileri yazdığım gün. Yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları sizinle tanıştırdığım gün... Arzu Tüzün de onlardan biri.Bir dondurmacı. Bizim köyün, Bodrum Gürece’nin şahane dondurmacısı. Öyle dev bir zincir değil, dükkânı filan da yok. Farklı noktalara dondurma veriyor. Tamamen butik çalışıyor. Kendi atölyesinde dondurmalar yapıyor, ama ne dondurmalar! Ağzına değdiğinde kendinden geçiyorsun. Direkt çocukluğuna dönüyorsun. Öyle bir lezzet. Geleneksel yöntemlerle üretiyor. Ama sürekli kendini aşmak için farklı çeşitler deniyor. Lavantalı, adaçaylı, tahinli, taze naneli ve daha pek çok farklı çeşit dondurma yapıyor. Yerel kalkınma projesine destek kapsamında da zaman zaman köyün tüm çocuklarına dondurma dağıtıyor. Şahane yani! Beni en çok etkileyen cesur olması, risk alması, tutku duyduğu işi yapması. Ve ortaya çıkardığı ürünün gerçekten nefis olması...

Seni tanıyalım?

Kurumsal hayatı geride bırakıp dondurmacı olan bir kadınım. 21 yıl iletişim danışmanlığı ve medya analistliği yaptım. 30 yıl özel sektörde çalıştıktan sonra, “Buraya kadar! Küçük olsun, benim olsun!” diyerek dondurmacı oldum! Ve Bodrum Gürece’ye yerleştim.

Tek başına mı?

Hayır! Biz bir ekibiz. Eşim Uğur, oğlum Yiğithan, 2 köpeğimiz ve 1 kedimizle birlikte. Küçük bir atölyemiz var. Butik dondurmamızı maaile, güle oynaya mutluluk içinde üretiyoruz.

Bu dondurma aşkı nasıl başladı?

25 yıl önce, yine Bodrum’da! Eşim Uğur, Bodrum’da dondurmacılık yapıyordu. Ben de bir iş seyahati için geldiğimde tanıştık. “Sen evlenmek, aile kurmak ve birlikte dondurma yapmak istediğim kadınsın!” dedi. Gerçekten de 3 yıl sonra evlendik. 21 yıl İstanbul’da, o keşmekeşin içinde, birlikte özel sektörde çalıştık. Hani hep o, “Emekli olunca Bodrum’a yerleşelim!” hayali vardır ya, sonunda canımıza tak etti, emekli olmayı bekleyemedik, kendimizi iyi hissedeceğimiz bir yere, yani bu küçük köye yerleşmeyi seçtik. Ve Bodrum Mavi Dondurma’yı hayata geçirdik.

Senin dondurmanın ne farkı var? Nasıl kuş konduruyorsun?

Kaliteli ve doğal malzemeleri geleneksel yöntemlerle bir araya getiriyoruz. Buna, “kuş kondurmak” denir mi bilemiyorum, ama biz yapılması gerekeni yapıyoruz. Malzemeden çalmıyoruz. Tat ve kaliteyi aynı çizgide tutmak için mesela, 50 kg çilekli dondurma üretilecekse karışımın tamamı bir kerede değil, her bir makine için kapasitesi kadar karışım hazırlıyoruz. Aynı işlemi 10 kere yapıyoruz, deli işi aslında!

Yazının Devamını Oku

Bu doğa katliamına SON VERİLMELİ!

8 Ağustos 2019
HEPİMİZ sosyal medyadan Kazdağları’ndaki doğa katliamını takip ediyoruz. İçimiz sızlıyor. Hakikaten üzülüyoruz. Olacak iş değil. İsyan etmemek mümkün değil. İstedim ki durumun vehametini bizzat orada yaşayan ve fiilen mücadele eden Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı Süheyla Doğan’dan dinleyelim. Sordum, bakın neler anlattı...

Sizi tanıyalım...

Ben Süheyla Doğan. “Kazdağı Doğal Ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği” başkanıyım.

Kaç yıldır Kazdağları’yla ilgileniyorsunuz?

2002’de kamudan emekli olunca, Kazdağları eteklerinde bir köye, Nusratlı köyüne yerleştim. 2005’te de bu derneği kurup köyün ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına katkıda bulunmak için faaliyetlere başladım. O gün bugündür devam. Canla başla çalışıyoruz.

Altın madeni arama faaliyetleri ne zaman başladı peki?

2007’de. Köyümüze çok yakın başka bir köyde, Bahçedere’de başladı. Bir grup arkadaşımızla henüz maden arama aşamasındayken müdahale ettik. Küçükkuyu halkı, turizmciler, siyasi partiler ve odalar bir araya geldik ve “Kazdağı Koruma Girişimi Grubu” adıyla iki yıl süren yoğun bir kampanya örgütledik.

Sonuç?

Yazının Devamını Oku

Kazdağları’nın üstü altından daha değerli!

7 Ağustos 2019
BU cümleye katılmayacak insan var mıdır?

Bu doğa katliamı karşısında isyan etmeyecek insan var mıdır? Sosyal medyada müthiş bir protesto var. Herkes “Kazdağlarıma dokunma!” diye paylaşım yapıyor. 190 bin ağacın katledildiği söyleniyor, 60 km uzunluğundaki Munzur Dağları’nın tamamının maden sahası ilan edildiği yazılıp çiziliyor. Ve yüzlerce insanın katıldığı bir yürüyüş gerçekleşti. Şahan Gökbakar nefis bir paylaşımda bulundu: “O ağaçlar senin çocuğun, benim çocuğum ey vatandaş... Kazdağları bir tane. O şehirde ne destanlar yazıldı. İyi bilir yabancılar. Çanakkale geçilmez diye boşuna denmedi. Çanakkale geçilmez, Kazdağları deşilmez!”

Zülfü Livaneli’nin Unesco’ya açık mektubunu da çok değerli buluyorum. Fazıl Say’ın 18 Ağustos’ta Kazdağlarındaki doğa katliamına dur demek için vereceği orman konserini de yürekten destekliyorum. Kavga etmeden, küfür etmeden, lanet etmeden, yanlış bir uygulamaya itiraz etmek böyle olur işte!

KADIN KANSERLERİYLE MÜCADELE İÇİN EL ELE

ÜÇ gün süren ‘İyilik Şenliği’miz anlı şanlı geçti. Her gün aşağı yukarı 150 ziyaretçimiz oldu. Kadın Kanserleri Derneği’ne destek vermek için gelenler, kolye dizenler, “Biraz da alışveriş!” diyenler, nefis dönerin kokusunu takip edenler, annem gibi sarma kuyruğuna girenler, kalabalığı görüp “N’oluyor burada!” diye meraktan bahçemize dalanlar, ağaçların altında oturanlar, çimlere yayılanlar, ebru yapanlar, diğer atölyelere katılanlar, konser saatini bekleyenler, dövme yaptıranlar, piercing taktıranlar...

Güzel bir enerji vardı yani.

Organikti her şey. Süs, lüks yoktu. Her şey doğaldı. Stantlarımız ve sahnemiz manav kasalarındandı. Ama üzerine mavi ahşap kestirdik, boyadık filan. Yine manav kasalarından stantlar yaptık, tüller astık. Şenlik Gürecelilere de açıktı. Kimileri çocuklarını kaptı geldi. Kimi de damlarından izlemeyi tercih etti, rakı ve kavun eşliğinde. Bayıldım. 

Dışarıda Güreceli kadınlar kendi köylerine ait yiyecekler sattı. Köyün nefis dondurmacısı Bodrum Mavi Dondurma da kapıdaydı.

Yazının Devamını Oku

Organ nakil havuzunu hayata geçirmek şart... Ne kadar çok çapraz nakil yapılabilirse o kadar çok hayat kurtulur!

6 Ağustos 2019
PAZAR günü başlayan Prof. Dr. Murat Tuncer röportajı bugün de devam ediyor. Hoca bize ‘çapraz naklin’ önemini anlatıyor ve organ bağışıyla ilgili pek çok bilgi veriyor. Bu mesele çok mühim. Hepimiz harekete geçmeli, çevremize organ bağışının önemini anlatmalı ve bu organ havuzunun gerçekleşebilmesi için çalışmalıyız...

- Hocam, İstanbul Organ Nakli Derneği’ni kurdunuz. Artık ‘organ havuzu’ ve ‘çapraz organ nakli’ daha fazla gündeme gelecek. Çapraz organ nakli ne demek?

Kan grubu uyumsuzluğu nedeniyle veya bağışıklık sistemi problemi sebebiyle gerçekleştiremediğimiz organ nakillerinde uyguladığımız yönteme “çapraz organ nakli” diyoruz.

- Biraz daha açar mısınız? Kim kime veremiyor?

Örneğin A kan gruplu bir hasta, B kan gruplu bir vericiden organ alamıyor. Kan grubu uyumsuzluğu yüzünden. Ama bilimsel olarak eşdeğer A vericili ve B alıcılı, yani tam ters çapraz çiftler bulunursa, bir ameliyatta iki can da kurtulmuş oluyor. Buna benzer 0 kan grubu olan ve ailesinde 0 vericili akrabası olmayanlar da çoklu çapraz nakiller yoluyla nakil şansı bulabiliyor. Bunun yanı sıra, son zamanlarda diyalize giren hastaların neredeyse yüzde 20’sinde görülen PRA yüksekliği yüzünden nakil yapamamanın da çözümü çapraz nakiller. Burada da diyelim ki hastanın kan grubuna uyan bir vericisi var ancak hastanın kanındaki bir madde (PRA) o kadar yüksek ki, nakil yaparsak günler ve haftalar içinde böbreği çıkarmamız gerekiyor. İşte burada da çapraz nakiller devreye giriyor ve birbirini hiç görmemiş insanlar bu sayede “böbrek kardeşi” olup karşılıklı can kurtarıyorlar.

- Bizim ana hedefimiz ne olmalı?

Kadavradan böbrek nakli sayısını artırmak olmalı! Ama kadavradan nakli istenen seviyeye getirene kadar da hastalarımızın kaybını önlemek gerekiyor. O yüzden çapraz nakil önemli. Geçen yıl nakil yapılan hastaların yüzden 4’ü çapraz nakil oldu. Diyalize giren hastaların da neredeyse yüzde 20’sinin yüksek risk nedeniyle nakil olamadığı düşünülürse, “çapraz nakil” modern ülkelerde hastaların canını kurtarmanın en önemli yollarından biri!

-

Yazının Devamını Oku

Yılda 10 bin kişi ölmesin artık yazıktır, günahtır!

4 Ağustos 2019
O, ilklere imza atmış değerli bir hoca... Türkiye ve dünyada 6 binden fazla hastayı takip ve tedavi etmiş, birçok ilke imza atmış biri... Hocaların hocası Profesör Murat Tuncer... Organ nakli konusunda duayen. Artık bilgilerini bir dernek çatısı altında toplayıp bu işin Türkiye’deki neferi olmak istiyor. İstanbul’un da organ naklinde ‘merkez’ olmasını hedefliyor. Ve genç doktorların bu konuda daha da bilgilendirilmesine çalışıyor. Ama en önemlisi, toplumda organ bağışı konusunda bir bilinç yaratılması, yanlış inanışların bertaraf edilmesi için çook büyük adımlar atıyor. Hoca’yı buldum konuştum, bu röportaj salı da devam edecek.

Hocam, ‘İstanbul Organ Nakli Derneği’ni kurdunuz. Bu ülkenin insanlarına, organ bekleyen, şifa arayan herkese hayırlı uğurlu olsun.

- Teşekkürler.

Biz organ bağışı konusunda sınıfta kalmış bir ülke miyiz?

- Evet, ne yazık ki öyleyiz! 20 yıldır hep Türk insanını duyarlılığa davet ediyoruz. Televizyon programlarında, orada burada bu meselenin hayati olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. “Organ bağışını artırmamız gerekiyor” diyoruz ama yeterli olmuyor. Bir türlü ciddi bir farkındalık yaratamıyoruz. Avrupa Birliği bundan tam 10 yıl önce yaptı ve kadavradan nakil oranlarında ciddi artış sağladı. Demek ki bu, organizasyonla, eğitimle olabilecek bir şey. Ama biz yapamadık. Ben hekimlere de kızıyorum.

Neden?

- İnsanların kalbine girmek gerekiyor, demek ki biz giremiyoruz. Çuvaldızı kendimize de batırıyorum. Biz hekimlerde, sağlık profesyonellerinde de suç var, demek ki anlatamıyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de 70 bin civarında diyaliz hastası var. Peki organ bekleme listesinde kaç hasta var? 22 bin. Bu ne demek? 50 bin hasta, organ nakli olmak için sıraya girmiyor bile. Ücretsiz olduğu halde. İkinci bir hayata kavuşabileceği halde. Neden? Çünkü sistemin adil olduğuna inanmıyor, çünkü güvenmiyor, çünkü umutsuz. İnsanların organlarını bağışlayabileceklerine de inanmıyor. Birilerinin bu hasta insanlara umut vermesi, ikna etmesi gerekiyor. Organ nakliyle hayatlarının kurtulacağına inandırması gerekiyor. Çünkü gerçek bu. Çözüm, kurtuluş organ naklinde. İşte İstanbul Organ Nakli Derneği’nin kuruluş amacı bu. İstanbul’dan başlayarak organ nakliyle ilgili ülkemizdeki yanlış algıyı, anlayışı değiştirmek istiyoruz. Bu kaderi kırmak istiyoruz!

Organ bulamadığı için günde kaç kişi hayatını kaybediyor?

Yazının Devamını Oku

Güneş Mutlu’nun MEHRY MU’sunun 5 kıtadaki büyük başarısı

2 Ağustos 2019
BUGÜN o gün...Yürünmeyen yollarda yürüyen kadınları yazdığım gün... Yaratıcılıklarıyla fark yaratan kadınları sizlerle tanıştırdığım gün... Güneş de onlardan biri. Güneş Mutlu. Bu isme dikkat edin, adını daha çok duyacaksınız. Son on yıldır çanta sektörüne damgasını vurmuş genç bir kadın. Hikâyesi olan nefis çantalar üretiyor. Ve 5 kıtada satılıyor. Her şeyi de kendi başına yaptı. Daha yeni havaalanı dükkânı açtı, başarılarının devamını dilerim...

Müthiş çantalar tasarlıyorsun. Çok çok tebrik ediyorum seni. Nasıl tanımlıyorsun onları?

“Ruhu olan çantalar” diyorum. Ve ulaşılabilir lüks.

Güzelmiş “ulaşılabilir lüks”. Açsana biraz...

Lüksün kendisi, aslında ulaşılmazlığın getirdiği cazibeden doğan bir kavram. Ama ille de maddi ulaşılmazlık değil sözünü ettiğim. Mevsiminde güzel tadı olan domates yiyebilmek de bir lüks! Dolayısıyla benim “ulaşılabilir lüks” kavramım; arzuyu, tutkuyu, cazibeyi barındırıyor.

“Mehry Mu” çok akılda kalan, müzikal bir isim... Nereden çıktı?

Farsça’ya bir gönül bağım var. Sebebini bilmiyorum, karmik bir bağ olabilir. Farsçada Mehry, günışığı demek. “Mu” ise, soyadım Mutlu’nun ilk iki harfi.

 Peki çanta maceran nasıl başladı?

Hayalim uygun fiyatlı, kaliteli, Doğu-Batı sentezi çantalar yapmaktı. Hani bazı çantalar vardır, görür görmez âşık olursunuz. Ve kullanana gider sorarsınız, “Nereden aldın?” diye. Aldığınız cevap da şudur: “Anneannemindi!” ya da “Vintage bir dükkândan aldım!” Nostaljik ama melankolik olmayan. Tanıdık hisler uyandıran ama modern ve yeni tasarımlar. Mehry Mu da böyle çantalar oldu...

Yazının Devamını Oku

Zeytin çekirdeğinden biyoplastik üretti!

1 Ağustos 2019
Duygu Yılmaz. Müthiş bir sosyal girişimci. ‘Accelerate 2030’un finalistlerinden biri. Çok parlak ve iyi eğitimli bir mühendis aynı zamanda. Henüz 29 yaşında. Sosyal girişimi ‘Biolive’ ile 6 aylık destek programına dahil oldu ve ekim ayında Cenevre’de gerçekleşecek Accelerate 2030’un finaline başvurma şansı elde etti. Duygu’yu tanıdım ve aklım uçtu! Kafayı zeytin çekirdeklerine takıyor ve sonunda plastikle ilgili problemlerin üstesinden gelmek ve biyoplastik pazarındaki eksiklikleri gidermek amacıyla, zeytin çekirdeği ve atıklarından tamamen doğal biyoplastik granüller üreten bir biyoteknoloji girişimi gerçekleştiriyor! Ürettiği normal plastik değil. Doğaya uyumlu plastik. Bizim bildiğimiz plastik 450 yılda doğaya karışırken, Duygu’nunki üç ayda karışıyor. Duygu Yıl-maz’la birlikte üç genç sosyal girişimci finalistle daha tanıştım. Hepsinin hikâyesi birbirinden ilginç, yarattıkları sosyal etki de inanılır gibi değil. Ülkemizin geleceği adına çok umutlandım. Duygu’yu, diğer sosyal girişimci gençleri ve onları destekleyen bütün kurumları alkışlıyorum.

Seni tanıyalım...

Ben Duygu Yılmaz. Memur bir ailenin, kafayı buluşlara takmış kızıyım. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir mühendisim. Hem kimya hem de gıda mühendisliği eğitimi aldım. Bir süre, kurumsal hayatta kalite mühendisi olarak çalıştım. Sonra “sosyal girişimcilik” serüvenim başladı ve “Biolive”i kurdum...

Nedir Biolive?

Plastikle ilgili problemleri çözmek ve biyoplastik pazarındaki eksiklikleri gidermek amacıyla, zeytin çekirdek ve atıklarından tamamen doğal biyoplastik granül üreten biyoteknoloji girişimi.

Vayyy müthiş! Zeytin çekirdeğinden plastik üretiyorsun yani...

Evet, öyle de denilebilir. Ama bizimki doğada 3 ayda yok oluyor, normal plastiğin yok olması 450 yıl sürüyor!

Peki nasıl başladı bu macera?

Yazının Devamını Oku