Ayhan Sicimoğlu

Spaghetti Alla Nerano lezzetinin doğuşu

23 Temmuz 2017
Sevgili dostlar, bu hafta size ‘Capri Adası’ndan sesleniyorum. Size hastası olduğum yemek ‘spaghetti alla nerano’nun doğum hikâyesini anlatacağım ve tarifini vereceğim. Maharetli ellerdeki bir mutfakta ne tür mucizeler gerçekleştirilebileceğinin güzel bir örneği için buyurun…

Sevgili dostlar, hikayemiz ikiye ayrılıyor: 1901: Maria Grazia’nın kocası balıkçı. Nerano, İtalya’nın Amalfi sahillerinde ufacık bir köy. Maria Grazia ve ailesi bu şirin ama fakir köyde yaşıyor.

Ana köy “Nerano” kayalardan yukarıda. Daha çok yakın yıllara kadar, bugün deniz kenarına kadar inen yol, yok imiş. Sahile inmek için kayalardan aşağı ufak bir patikadan ve merdivenlerden yürünür imiş. Maria Grazia ise her sabah balıktan dönen kocasını karşılar, buzdolabının henüz mevcut olmadığı o yıllarda, balıkları sepetlerle hemen yukarı kasabaya taşıyıp satar imiş.


Yazının Devamını Oku

Tanrı’nın insanlara hediyesi Ege adaları

3 Temmuz 2017
Bir varmış bir yokmuş, eski çağlarda dünyada bilinen sadece tek bir deniz varmış. Bu denizin tam ortasında el ele tutuşmuş çember adacıklar varmış. Bu adacıklara ‘Çember’ anlamına gelen ‘Kiklad’ adaları denirmiş. Bu adalar çemberinin tam ortasında, merkezde minnacık bir adacık daha varmış ki, eski dünyada bilinen bu en eski denizin göbek deliği imiş, buranın adına da ‘Delos’ derlermiş. Bu yazıda çemberin sadece bir kısmını anlatacağım. Hepsini yazmaya kalksak kitap olur.

Çembere doğusundan girdik ve alt kısmına ulaştık. Bu denizlerde yazları, bilhassa Ağustos aylarında çok kuvvetli termal rüzgarlar olur. Eski zamanlarda bu rüzgarları, arada birdenbire “heyhey”leri gelen, ama sonra da birdenbire sakinleşen ve yumuşayan, biraz sinirli mizaca sahip abimiz, denizler tanrısı “Poseidon”un yarattığına inanılırmış. Mitolojide; Poseidon, babasından miras kalan dünyayı, kardeşleri Zeus ve Hades ile paylaşırken; payına tüm denizler düşmüş. Hatta tahıl ve hasat tanrıçası Demeter’e de aşık olmuş. Demeter de kaprisli bir abla, “Bana dünyanın en güzel varlığını yaratmazsan sana varmam” demiş. Bunun üzerine Poseidon “At”ı yaratmış. Ben mitolojinin yalancısıyım.

Poseidon abimiz bugün yatağının ters tarafından kalkmış olmalı ki, sakin başlayan yolculuk 2-3 saat içinde, saatte 30 knot esen rüzgarlara yani 7 beaufort kuvvetinde bir sinir nöbetine ulaştı. Bir hayli mücadele ettik, ıslandık, hatta kıç ıstralyası kilidinden çıktı, az kaldı direk kırıyorduk. Ada altına yaklaştıkça dalga boyları azaldı. İşareti ve feneri olmayan, deniz yüzeyinde ve böyle havalarda kolay kolay görülmeyen kayalardan sıyrılıp, Naxos’a liman dışı alarga demirledik. (başka bir yere bağlı olmadan sadece demir üzerinde kalmak, “larga” yani geniş kalmak)



Yazının Devamını Oku

Bir tatlı huzur almaya geldim Amorgos’tan ...

28 Haziran 2017
Ağdalı maviliklerin ortasında bir ada Amorgos... Ve adanın altın gülücüklü adamının üç torunu... İki komşu ülkenin kültürlerini barındıran, harmanlayan o tarihi doku beni yelkenliyle yola çıktığımız anda 10 knot hızla kendisine çekti. ‘Senin geçmişin benim geçmişim’ ayrımı yapamayacağımız kadar birbirimize bağlı olduğumuz güzel Ege’nin güzel insanlarıyla tanıştım orada. Hem çok tanıdık hem de çok değişik gelen yemekler tattım ve kendimi mavi-beyaz huzurun kollarına bıraktım.

“Mezkûr ada Venedik’e tabi’dür. Dayiresi seksen mildür. Hem yüce dağları vardur. Ve poyraz tarafında karayele karşu bir körfez vardur. Mezkûr körfeze Yalı dirler. Ve ol körfezin ağzınun gün doğusu tarafında olan burnunun ucu sığdır, ihtiraz ideler. Eğer içme su murad olursa, zikr olan körfez içinde bulunur.”  diye başlıyor Piri Reis, “Kitab-ı Bahriye”sinde ve şöyle devam ediyor:

“Mezkûr körfeze “Porto Katakola” dirler. Eyü limandır. İçerü girürler, ta yiğirmi kulaç su bulurlar. Demir korlar, yaturlar...”

Baştan demirimizi esen sert rüzgara karşı 60 metre bıraktık ve kıçtan kara Katapola Limanı’na bağlandık. Amorgos, dik kayaların ve Akdeniz’de görebileceğiniz en “ağdalı mavi”nin adası. Mikonos tarzı, lüks yatlar, lokantalar Avrupa jetset tipler ve pahalı butikli bir ada arıyorsanız veya Santorini tarzı “Coffee Table Book” kitabına konu bir ada arıyorsanız, bu adaya sakın gitmeyin.



Piri Reis’in Kitab-ı Bahriye’si yanımda olmadan Ege’de yelken basmam. İlk iş Piri Reis’imi alıp, yorgunluk kahvesi eşliğinde dikkatlice incelemek oldu. Luc Besson’un meşhur filmi “The Big Blue” (1988) (Türkçesi: Derinlik Sarhoşluğu) filmi bu adada çevrilmiş.  Adaya bağlanmadan bir gece evvel yelkenlimizde filmden bazı parçalar izledik, ama ilk fırsatta büyük ekranda izleyeceğim.

Yazının Devamını Oku

Yaşamak şakaya gelmez

13 Haziran 2017
İtalya Puglia’da1500 yaşında yaşlı bilge bir ağacın kabuğunun içine girdim ve usulca konuşarak kalın derisini okşadım. Dertleştik... Fransa’nın gurme şehri Nice’de ise “Zeytin ağacının anavatanından geliyorsunuz” denerek baş tacı edildim. Petrolümüz olmasa da zeytinimiz var..

Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın, yani o derecede, öylesine ki, mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin, beyaz gömleğinle bir laboratuarda insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, hem de en güzel en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, yaşamak yani ağır bastığından.

Nazım HikmetFransa’nın Nice kentinde, butik bir lokantaya gitmek, güzel yemek, hem de cüzdana fazla yük olmak istemiyorsanız ve de bu ufacık lokantada masa bulursanız uğrayınız 'La Merenda'ya. Sahibi ve şefi 'Dominique Le Stanc', tuhaf  bir adam. Michelin yıldızını ve büyük lokantalarını bırakmış bir kenara, bu aşevini açmış. Lokantanın telefonu yok, kredi kartı geçmez ve menüsü 12 yıldır hep aynı..  

Dominique ile sabah 8.00’de buluştuk alışveriş yaptık, yemekleri hazırladık ve fırına verdik. “Gel biraz gezelim” dedi. Eski Nice’te yürüyüşe geçtik, hamurcu ve makarnacı, fırın, balıkçı derken zeytinyağcıya gidelim dedi. Büyük bir dükkana girdik. Dünyanın zeytin yetiştiren her köşesinden yüzlerce zeytinyağları raflarda. Ortada kocaman bir masa, üzerinde minik kaşelerde zeytinyağları ve yanlarındaki plakette geldikleri yöre, cinsleri hakkında bilgiler. Dükkan sahibi, “Nerelisiniz, Güney Amerikalı mısınız?” diye sorunca, her zamanki heyecanım ile, “Hayır Türk’üm” dedim. Adamın yüzü aydınlandı.. “Aaaa zeytinyağının ana vatanı” deyiverdi. Koyu bir sobet başladı, oturduğumuz toprakların öneminden, medeniyetlerin beşiği olmamızdan, Hititler’den,  tahıldan ve zeytinin anavatanı olduğunu iddia ettiği Antakya’dan bahsettik. “Maalesef bize hiç Antakya’dan zeytinyağı gelmiyor” dedi.. Bir saat kaldık tadımda ve muhabbette, öğle servisi başlamadan lokantaya dönmek üzere ayrıldık.


Yazının Devamını Oku

Tatlı ve hüzünlü bir şehir kaçamağı Eminönü

5 Haziran 2017
Bir yarım günlük Eminönü ziyareti sizi başka çağlara götürecek. Yeni cami ve bilhassa Mimar Sinan eseri ‘Rüstem Paşa Camii’, ama camiye yapışmış, kebapçı, dönerci hamburgerci büfeler ve daha kötüsü zamanında İznik’te özel yapılmış ama sonradan çalınmış çiniler sizi biraz üzecek. Tabi ki Mısır Çarşısı ve Paris’ten kalkan meşhur ‘Orient Express’in son durağı Sirkeci Tren İstasyonunu görmeden ve ‘Hamdi’nin terasında kebap yemeden dönmeyiniz.

Osmanlı döneminde Deniz Gümrüğü yani Gümrük Eminliği burada imiş. Eminönü (Gümrük önü) adını alan bu semt her pazar bir panayır... Herkesin herşeyi sattığı meydan da satış yasaklanmış ve satıcılar yan sokaklara kaymışlar.



Bir pazar, başka bir Istanbul için muhakkak gidiniz ve evinizin peynir, şarküteri, kuruyemiş, bitki, tohum, fidan, ev hayvanları ihtiyaçlarını felan gideriniz. Bence tek eksik pazar günleri Mısır Çarsı'nın kapalı olması, onu da pek anlamadım doğrusu. Bence pazartesi kapanmalı. Erken akşam yemeğini de meşhur “Hamdi” nin terasında  yiyebilirsiniz gitmişken.


Yazının Devamını Oku

Üç farklı noktada lezzet dorukta

30 Mayıs 2017
Ben zor yemek beğenirim. Ama bu hafta size anlatacağım lezzetler farklı. Siz de hastası olacaksınız... İşte üç farklı noktada enfes lezzetler...

Kokoreçci Oğuzhan Dolapdere’nin göbeğinde kuzu kokoreç yapıyor. Kız kardeşiyle ufacık dükkanında baba mesleğine devam ediyor. Gururla kokoreçinin yapılışını anlatıyor ve gururla ısıtılmış demir dökme tabaklarda nefis kokoreçini sunuyor. Mahellenin son zamanlarda aldığı aşırı göç ile biraz karardığını ve kontrolden çıktığını söylerken, babasının 1968 de bu işe nasıl başladığını ve Dolapdere’nin eski halini anlatıyor.  Bol kekikli kokoreç önümüze değişik bir sunumla geliyor.



Ben pilav üstü severim diyorum. Babamda öyle severdi diyor ve komşu pilavcıdan alınan pilav, kokoreçin üzerine yorgan oluyor. Kuzunun karın bölgesindeki çöz ve beher kuzudan ufacık parça çıkan uykuluk etrafına  sarılan bumbar ile bu Kokoreç Makedonya usulü imiş. Oğuzhanlar da Makedonya göçmeni imiş zaten.

Oğuzhan ile tezgahının önünde...


Yazının Devamını Oku

Sakız Adası’nda, dostlar arasında...

22 Mayıs 2017
Sakızlı genç kıza sordum: “Neden siz yemeklerinizde hiç sakız kullanmıyorsunuz? Halbuki, bizde tatlılardan tut pilava kadar sakız kullanılır. Osmanlı mutfak reçetelerinde benim bildiğim en az yedi tarifte görülüyor.” Cevap: “Sakız bizim için tarih boyunca gelir kaynağı oldu. Varlığımızı, yaşamımızı sakıza borçluyuz, yiyemeyiz…” Baharı Sakız Adası’nda, dostlar arasında sakız ağaçlarına çizik atarak karşıladım. Hastasıyım…

Sakız ağacı altında, elimde ağacı çizmek için keski ile...

Yeryüzünün tüm köşelerine bu sakız ağacını dikiyorsunuz. Ağaç mükemmel yetişse de sakız damlatmıyor veya damlayan sakız vasıfsız oluyor. Sadece Sakız Adası'nın güneyinde, sakız istenilen evsafta damlıyor, aynı adanın kuzeyinide bile değil. Sadece ve sadece 'Mastichoria' denilen, adanın güneyindeki ufak bir üçgenden sakız elde ediliyor. Havasından mi, suyundan mı  veya bölgeye ait kırmızıya çalan toprağından mı? Bilemiyoruz... Bence hepsinin karışımından...

İlk önce, aslında bir 'Akdeniz makisi' olan o tılsımlı minik ağacın altını mini tırmıklar ile taradık, yerdeki taşları aldık, sonra ufak süpürgelerle süpürdük. Ağacın altı temizlenince, elimizdeki kovadaki beyaz tebeşir tozunu, avuclarımızla ağacın altına sert darbeler ile serptik. Ucu keskin cekiç vari aletlerle, kökten başlayan ve yukarı doğru giden damarları, etli yerlerinden yatay çiziklerle çizdik. İnanılmaz bir manzara; yaşlı ağaç hemen hüngür hüngür ağlamaya başladı, gözyaşlarına boğuldu. Aslında biraz üzülmedim desem yalan olur. Bakarmısınız bendeki ilerleyen yaşla aynı orantıda artan romantizme. 'Sakız Adası’ndaki sakız veren ağaçları keskin bıçaklarla çizmeye üzülme, nedir bu sizce? 


Yazının Devamını Oku

2017’de gitmek istediğim 4 yer

15 Mayıs 2017
Yeni yılda dünyanın dört köşesinden dört mekan hayal etsem, acaba gitmek kısmet olur mu? Bu yerlerin bir kısmını daha evvel ziyaret ettim. Örneğin Peru… İki kez gitmeme rağmen yetmedi, hâlâ keşfedilmeyi bekliyor. Sadece Peru ile kalsa iyi; Kosta Rika, Varanasi ve Vietnam da beni ısrarla çağıran güzeller. Hastasıyım… İşte bu sene gitmek istediğim 4 yer...

Peru

Peru’nun sihri çok katlılığında, değişik kültürlerin çarpıştığı, birbirlerine kenetlendiği medeniyetlerde yatıyor. Kolonyal şehirleri, özel müzeleri, Afrika’dan 16. yüzyılda getirilen zencilerin yaşadıkları vadilerdeki çiftlik evlerini, dünyanın en enteresan ‘Wildlife Preservation’ mekânlarını, antik şehir Cusco ve sihirli vadi Urubamba’yı ve tabii ki meşhur Machu Picchu’yu gezmekle kalmadım…

Direkt olarak Lima sosyal yaşamına girip gece kulüplerini, lokantalarını, pazarlarını, Çin mahallelerini ve plajlarını arşınladım. Ardından ise kısa bir uçak yolculuğu için 3 bin 400 metre irtifadaki güzel kasaba Cusco’ya uçtum. Ertesi gün motorlu trenle insan girmeyen ormanlar arasında sihirli Machu Pichu’yu ziyaret ettim. Unutamadığım bir seyahati tekrarlamak ama bu kez Amazon ormanlarına çıkmak istiyorum.

Dünyanın Dört Bir Köşesinde İndirimli Tatil İçin Tıkla

Varanasi

Unutamadığım ikinci yer; Ölülerin yakıldığı şehir Hindistan’daki Varanasi… Ganga (Ganj) Nehri’nin bir ‘U’ dönüşü yaparak birdenbire kuzeye, dağlara, Şiva’ya doğru akmaya başladığı şehir, Lord Şiva’nın (yok edici tanrı) 5 bin sene evvel kurduğu efsanesine dayanan Benares (Varanasi) dünyanın hâlâ yaşanan en eski şehri. Sanat ve klasik Hint müziğinin doğduğu bu şehirde, kutsal Ganga 100 ml’de 1.5 milyon koli basiliyle dünya şampiyonu (Düşünün Dünya Sağlık örgütü üst sınırı 500, bizim Haliç’te 2 bin 500, Ganga’da 1.5 milyon).

Yazının Devamını Oku