Menopoz sürecinde yumurtalıklar fonksiyon kaybına uğrar, östrojen ve progesteron denilen iki kadınlık hormonunun üretimi azalır. Bu hormonların azalmasına bağlı olarak menopoza giren kadınlarda, hayatı tehdit edici olmasa da yaşam kalitesini azaltan ve sağlığı olumsuz yönde etkileyebilecek sıcak basması, libido azalması, çarpıntılar ve vajinal kuruluk gibi bazı olumsuz bulgular gelişmeye başlar. Özellikle östrojen hormonu, kadınlarda üreme fonksiyonlarını sağlayan, kemik ve eklemler arası bağları düzenleyen, vücut sıcaklığı ve duygu durumunu düzenleyen ve kadını kalp hastalıklarından, osteoporoz denen kemik erimesinden ve meme kanserinden koruyan bir hormondur. Menopozdaki tüm bulguların ana etkeni östrojen hormonu eksikliği olduğu için en sık kullanılan tedavi yöntemi hormon replasman tedavisidir. Hormon replasman tedavisi, tüm bu bulgular ışığında hastanın tüm şikayetlerini azaltan ve hayat kalitesini artıran ancak mutlaka hastanın hekimi ile tartışarak başlaması gereken bir tedavidir.
İlaç tedavilerinin dışında; menopoza giren kadınlarda sağlığın korunmasında ve kaliteli bir yaşam sürdürülmesi için beslenmenin çok önemli olduğu yapılan çalışmalar ile de gösterilmiştir. Bu dönemde meydana gelebilecek şişmanlık, kalp-damar hastalıkları ve osteoporoz gibi hastalıkların gelişimini önleyici, koruyucu veya tedavi edici diyetlerin hazırlanması gereklidir. Bu dönemde yeterli ve dengeli beslenme ile düzenli egzersiz bu dönemin sıkıntısız geçirilmesi için çok önemlidir.
Menopoz döneminde özellikle östrojen hormonu eksikliğine bağlı oluşabilecek şişmanlık, kalp damar hastalıkları ve osteoporoz gelişimini önleyici diyet programları düzenlenmeli ve aynı zamanda hipertansiyon, dislipidemi (kan yağlarında bozukluk) ve diyabet (şeker hastalığı) gibi hastalıklar da mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Menopozda mutlaka besin çeşitliliği sağlanmalı ve beyaz et, uskumru ve sazan gibi balıklar, az yağlı besinler, sıvı yağlar, sebzeler, meyveler, tam tahıllar, kuru baklagiller, süt ve süt ürünleri gibi kalsiyumdan zengin gıdalar, artırılıp enerji, kafein ve yağdan fakir bir beslenme tercih edilmelidir.
Fazla protein alımı böbrek hastalıkları, gut, hipertansiyon ve kalp hastalıkları ile ilişkilidir. Ayrıca fazla hayvansal protein tüketimi vücuttan kalsiyum atılımını artırır. Bu da kemik erimesini artırır. Bu dönemde en iyi protein kaynağı beyaz ettir. Haftada en az 3 gün balık tüketip kırmızı et tüketimini haftada 2 kez yapmak faydalıdır. Kalsiyum alımı için süt ve süt ürünleri tüketilebilir ancak bunların da yağ oranlarının azaltılmış olanları faydalıdır.
Kan şekeri düzeyi sağlıklı bir menopoz açısından çok önemlidir. Kuru baklagiller, bulgur, arpa, çavdar ekmeği, sebzeler ve meyveler kan şekerinizin aşırı yükselmesini engelleyip dengede kalmasını sağlayacaktır. Şeker, bal, reçel, pirinç, muz, üzüm, incir gibi şeker oranı fazla olan besinler ise daha az ve kısıtlı tüketilmelidir.
Yağ kullanımı gerektiği takdirde sıvı yağlar tüketilmelidir. İnsan vücudu kendi fonksiyonları için elzem olan bazı yağları üretemez ve bunları dışarıdan almak zorundadır. Yağ içermeyen diyet ise cilt problemlerine ve diğer bazı fonksiyonların bozulmasına neden olurlar. Ayrıca sıvı yağlar kalp hastalıklarına karşı da koruyucudur. Bu nedenle yemekleri az yağ ile pişirmeli ve mutlaka sıvı yağ kullanmalıyız. Zeytinyağı başta olmak üzere soya yağı, mısırözü yağı, ayçiçeği yağı kullanılabilir. Tereyağı da vücut için faydalı bir yağ çeşididir. Az miktarda alınabilir. Ancak mümkün oldukça katı yağlar ve margarinlerden uzak durmak gerekir.
Omega 3 ve omega 6 yağları da bu dönemi daha rahat geçirmeniz açısından önemli besin maddeleridir. Bu yağlar özellikle uskumru, sardalye, somon ve ton balıkları gibi balıklar ve ceviz, badem, soya filizi, keten tohumu ve yeşil yapraklı sebzelerde fazla miktarda bulunur. Bu yiyecekleri diyetinizde artırmanız hem kilo kontrolünde yardımcı olacak hem de omega 3 ve omega 6 yağlarını daha fazla almanızı sağlayacaktır.
Menopoz döneminde tuz alımı kısıtlanmalıdır. Fazla tuzlu hazır gıdalardan da (ketçap, cips, bisküviler, turşu, şarküteri ürünleri gibi) mümkün olduğunca uzak durulmalı ve tuz yerine baharat, limon, sarımsak gibi lezzet vericiler kullanılmalıdır.
Laparoskopi ve histeroskopinin avantajları nelerdir?
Hastanın çok zayıf veya çok kilolu olması, şiddetli akciğer ve kalp hastalıkları olması durumunda laparoskopi tercih edilmemektedir.
Laparoskopik yöntemle kısırlık tedavisi
Laparoskopik yöntemle yapılan operasyonların başında infertilite (kısırlık) tanı ve tedavisi gelir. Tüplerin açık olup olmadığı, rahimin yapısı ve yumurtalıkların görünümü değerlendirilebilmekte ve saptanan bazı bozuklukların da laparoskopik cerrahi yöntemlerle tedavi etmek mümkün olmaktadır. Histeroskopi ise tanısal ve operatif olmak üzere iki çeşittir. Histeroskopi ile kısırlık, tekrarlayan düşüklerin nedenleri, anormal adet kanamalarının nedenleri ve rahim içi patolojilerin tespiti yapılabilir. Operatif histeroskopi ile bunlara ek olarak rahim içi yapışıklıkların açılması, polip ve myom çıkarılması, septum kesilmesi ve kayıp rahim içi araç tespiti ve çıkarılması işlemleri yapılabilir.
Gebe kalamayan çiftlerde (İnfertlite- kısırlık), kadının rahim yapısı, rahim içi yapışıklıkları, rahim içi polipler veya myomlar oluşabilecek gebeliğin rahim içine tutunmasını engelleyebilir. Ayrıca rahim ağzı darlığı spermin rahim içine olan gidişini engelleyebilir. Tüplerde hidrosalpinks dediğimiz sıvı birikimi hem tüpü tıkayacak ve hem de rahim içi tabakasının yapısını bozduğu için oluşan gebeliğin tutunmasını engelleyecektir. Böyle durumlarda aynı anda yapılacak laparoskopi operasyonu ile tüplerin açık olup olmadığı tespit edilebilir, varsa bir tıkanıklık açılabilir, yumurtalıktaki kistler alınabilir ve alttan bir kanül ile verilecek metilen mavisi ile tüp tıkanıklığı açılabilir.
Histeroskopi operasyonu ile rahim içi yapışıklıklar açılabilir, polip veya myomlar çıkarılabilir. Ayrıca tekrarlayan düşükleri olan kadınlarda da histeroskopi ile yapılacak rahim içi çizilmesi de oluşacak gebeliğin tutunma şansını artırmaktadır. Bu iki operasyon sonrasında gebelik oranlarının arttığı bilimsel olarak ispat edilmiştir.
Uluslararası Jinekoloji ve Obstetri Federasyonu (FİGO) sezaryeni isteğe bağlı olarak değil, tıbbi nedenlerle yapılması gerektiğini belirtmektedir. Amerikan Jinekoloji ve Obstetri Birliği (ACOG) 2008'de yaptığı açıklamada 39. haftadan önce isteğe bağlı sezaryen yapılmasını kabul etmemektedir.
Doğum şekline eğer önceden bilinen belirli bir sebep yoksa doğumun işaretleri geldiği zaman karar verilir. Doğum sancılarının başlaması, su gelmesi, nişan (hafif kanama, lekelenme) gelmesi ile doğumun başladığı anlaşılır. Aksi bir durum olmadıkça doğum normal olarak takip edilmeli, takip sırasında gelişecek problemlere göre, gerekli görülürse sezaryen ameliyatı ile doğuma karar verilmelidir. Sezaryen gereksinimi olan durumlar, doğumun takibi sırasında bebek kalp seslerinde zayıflama, anne-bebek ölçülerinin uyumsuzluğu sonucu normal doğumun mümkün olmayacağı durumlardır. Doğum başlamadan sezaryen olacağı bilinen vakalar ise önceki doğumu sezaryen ile gerçekleştirilmiş gebeler, ultrasonografide bebeğin yan veya ters durması, anatomik olarak şekil bozukluğu (pelvis darlığı), plasentanın (bebeğin eşinin) yerleşim bozukluğu gibi durumların olduğu gebeliklerdir. Normal doğum sonrası lohusaların, normal hayatlarına ve aktivitelerine dönmeleri her zaman daha kolay olacaktır. Gelişen teknoloji, kısa ameliyat süreleri söz konusu olsa dahi sezaryen sonuç olarak bir ameliyattır. Mümkün olduğu kadar doğumun şekli ”normal doğum” olmalıdır.
Gebelik ve doğum fizyolojik bir olay olmakla birlikte kadın için büyük bir stres oluşturur. Anne adayı kendisi için bilinmeyen doğum olayının meydana geleceği anı korku ve heyecanla beklerken, bir canlı dünyaya getirmenin gururu da yaşanır. Özellikle ilk gebeliğinde kadın, tanımlayamadığı birçok yeni duyguyu bir arada yaşarken doğum anında karşılaşabileceği olayları tahmin edememektedir. Sezaryenin mi yoksa normal doğumun mu daha iyi olacağına karar veremez. Doğum tercihi, kadına verilecek destek ve bilgilendirme sayesinde daha sağlıklı ve doğru olacaktır.
Dünya Sağlık Örgütü yayınladığı kanıta dayalı 6 uygulamanın doğumu yöneten sağlık profesyonelleri için kılavuz olmasıyla sağlıklı anne ve bebek için mümkün olan en az girişim ile güvenli bir şekilde doğum eyleminin gerçekleşebileceğini ifade etmiştir.
İfade edilen bu öneriler:
1. Doğum kendi başlamalıdır.
2. Doğum boyunca hareket özgürlüğü olmalıdır.
Embriyo transferi rahim içi tabakaya yapılır. Bu tabakanın adı endometriumdur. Endometrium da önceki doğumlara, kürtajlara ve/veya geçirilmiş enfeksiyonlara bağlı bir takım yapışıklıkların olması, polip veya myom tarzı endometirum düzenliliğini bozan yapıların olması embriyo tutunmasını engelleyecektir. Bu durumun tanısında en sık kullanılan yöntem HSG (histerosalpingografi; rahim tüp filmi) dir. HSG de şüphelenilen yapı olması durumunda hastaya histeroskopi ameliyatı yapılır. Histeroskopi seçilmiş hastalarda hem tanı hem tedavi edici yöntemdir. Tüp bebek başarı şansını artıracaktır.
Kadında tüplerin tıkanması ve içerisinde sıvı birikimi ''hidrosalnpinks'' olarak adlandırılır. Hidrosalpinks durumunda tüplerde biriken sıvı endometrium tabakasına geri akacak ve embriyonun tutunmasını engelleyecektir. Bu durumun tanısında yine HSG kullanılır. HSG'de gerek tüp içi sıvı birikimi ve gerekse de endometirumda bozukluk olması durumunda laparoskopi ile beraber aynı seansta histeroskopi uygulanması hem tanş hem tedavi edici olduğundan tüp bebek başarısını artıracaktır.
Kadına ait bir diğer tüp bebek başarısızlığı sağlayan durumda endometriosis (çikolata kisti hastalığı) dir. Bu hastalığın bulunması da tüp bebek başarısızlığı riskini artıracaktır. Böyle bir durumda yine laparoskopi ile endometirosis odaklarının ortadan kaldırılması başarı şansını artıracaktır.
Hem kadın ve hem de erkek de fonksiyon bozukluğuna yol açan çok önemli bir neden ''İnsülin Direnci'' yani gizli şeker bozukluğudur. Kadında yumurtlamayı bozması ve erkek de sperm kalitesini azaltması nedeni ile insülin direnci ve varsa diyabetin kontrol altına alınması sonrası yapılacak tüp bebek uygulamasında başarı şansı artmaktadır. Tiroid bozuklukları ve süt hormonu artışları da tedavi edilmediği sürece tüp bebek başarısızlığına neden olacaktır.
Tüp bebek öncesinde düzenli ve sağlıklı beslenme, egzersiz programları, kilo verme, alkol ve sigaradan uzak durma, stres yaratacak durumlardan uzaklaşma gibi hayat tarzı değişiklikleri de tüp bebek başarısını artıracak faktörlerdendir.