Paylaş
Ne zaman kendimi ve kafamı bulutlu hissetsem, yorulsam, sıkılsam ve bıksam, başımı birkaç gün bile olsa dinleyecek, güzel denizlerde yüzecek, hafif rüzgarlara yelken açacak ve lezzetli yemekler yiyecek bir mekanım var. Marmaris’ten çıkıp Datça istikametine doğru kıvrımlı bir yoldan ilerleyin. Yolda karşınıza safariye çıkmış “Land Rover” tarzı “cip”lere istiflenmiş, güneş görmemiş beyaz tenleri pembeleşen İngiliz turist kafilelerini arka arkaya göreceksiniz. Afrika sömürgelerini gezen “beyaz adam” muhabbeti midir nedir, bilemedim. Bu sıcakta üstü açık yampiri giden arazi araçlarında, erimeye yakın kızgın asfalt yollarda hem de Türkiye’de safariye çıkmayı anlamadık bir türlü. Pazarlama üstadı uyanık turizmcimizin işi olsa gerek bunlar. Bu zavallı İngiliz turistlere gelince; hep söylerim ya “turist olmak vallahi zor.”
Kıvrımlı yol sizi, Bozburun’a getirecek. Bozburun’u “Yunan Adaları” tarzı pırıl pırıl beyaz evleri, çivit mavisi doğramaları, hoş renkli begonvilli sokakları ile bir “Ege sahil kasabası” olarak beklemeyin. Dağınık, düzensiz ve çarpık kentleşme için depara kalkmış bir kurban kasabacık. Tepeden, dantel koyu gördüğünüz zaman arabanızı kenara çekip, müthiş manzarayı bir nefes gibi içinize çekerken; bir süre kullanamayacağınız telefonunuz ile daha evvel rezervasyon yaptırmış olduğunuz numarayı arayınız. Sahile inip düzenli bir park yeri aramayın. Siz arabanızı boş bir yer bulup park edene dek, Ramazan Kaptan sizi ufak bir bot ile kaçırmaya gelmiş olacak. Henüz (ümit ederim ki hiç olmasın) karadan yolu olmayan bir mekana gideceksiniz. Bu, her yere ve her köşeye geniş yol yapma hastalığı ülkemize ait ve maalesef “kalkınma” olarak algılanıyor. Dünyanın en önemli sahil kasabaları Fransa’nın St. Tropez’i veya İtalya’nın San Remo’suna sadece gidiş geliş tek şeritli yol vardır ve hiçbir zaman da bizim Bodrum yolu gibi çok şeritli ve ormanları tahrip eden yollar, o beldelere yapılmayacak. Yapılmasını o beldeler de istemiyor. Diğer “kitle turizmi” için başka mekanlar ve alternatifler mevcut. İspanyollar bin pişman, bizler ise hala anlamadık olayı. Örnek: Bakınız Alaçatı ve Ilıca.
Kısa bir bot yolculuğundan sonra “Bozburun Yat Kulübü”ne geleceksiniz sakın şaşırmayın. Kulübün o mütevazı görünümünün altında derin bir tarih ve asalet yatıyor. Sevgi ile yoğrulmuş dost bir mekan olduğu ise hemen anlaşılıyor.
Süleyman Dirvana kimdir bilir misiniz? Oradan başlayalım. Bozburun Yat Kulübü’nün temel taşı Süleyman Bey, Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa’nın torunu, Filozof İbrahim Edhem Bey’in oğludur. Istanbul Boğazı’ndaki meşhur Kıbrıslı Yalısı’nda 1915 harp yıllarında doğmuş. Osmanlı’nın sonuna ve Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık etmiş. Almanya’da tıp okumuş. 40 sene boyunca Gureba’da (Çapa) hekimlik yapmış. Efsane hekim Süleyman Dirvana, askerliğini Çanakkale’de dört sene yapmış. Askere gitmek için İstanbul’dan yelken bastığı ufacık yelkenlisi “Fıta” ile Çanakkale’ye üç günde vasıl olmuş. Bizzat kendi ağzından saatlerce dinleme şansına sahip olduğum hatıraları, bir kitap olmalı bence.
1943’te Seddülbahir’de askerlik yaptığı o topraklara aşık olmuş ve kendi eliyle yalısının bahçesinde restore ettiği yelkenlisinin adını da “Seddülbahir” koymuş. 30 sene evvel Boğaz’da tramola kavança, zigzaglar çizerek saatlerce tek başına yelken yapan beyaz saçlı yakışıklı adamı, Emirgan’daki evimin balkonundan dürbün ile izlediğimi çok iyi hatırlıyorum. Bu adamı muhakkak tanımam lazım derken, arkadaşım Rıfat Edin sayesinde bir gün tanışma fırsatını elde ettim ve o günden bu yana da dost kaldık. O yelkenli ise ben bu satırları yazarken şu an tam karşımda Bozburun Yat Kulübü’nün minicik mendireğine bordalanmış vaziyette uyuyor.
Seddülbahir köyünde ise, Çanakkale şehitleri Anzak merasimine katılmak için gittiğim, bir gece misafir olduğum ve sabaha kadar hiç uyumadığım minik bir evi var ve vasiyeti üzerine de aynı köyün mezarlığında gömülü. Bu yazıyı okuduktan sonra lütfen “youtube” kanalına giriniz ve arama motoruna “Ayhan Sicimoğlu Çanakkale” yazınız. Bir kutu mendil ve bir bardak su yanınızda olsun.
Türk yelkenciliğinin duayeni Süleyman Dirvana’nın cenazesini, başkanlığını yaptığı Fenerbahçe’deki Istanbul Yelken Kulübü’nden alıp, Çapa Hastanesi’nde senelerce ders verdiği dev anfideki kürsüsü üzerine taşıyıp, vasiyeti üzerine Çanakkale Seddülbahir’e götürmüş idik. Hemen ilave edeyim, rahmetli aynı zamanda yakışıklılığı ile ünlü imiş. Pek çok kadının kalbini bilhassa Osmanlı prenseslerinin kalplerini cayır cayır yakıp kül ettiği de söylenir.
Rahmetli geride yakışıklılıktan tutun da, denizciliğine kadar bir nüsha kopya bırakmayı da ihmal etmemiş. Oğlu Edhem Dirvana hekimlik hariç, diğer tüm bayrakları yükseklerde taşıyor. Hekimliğe gelince, kurucusu olduğu “Bozburun Yat Kulübü” benim için dinlenme ve İngilizce argosuyla “rat race” yani kibarca ifadeyle “hengâme” hayatta bir can simidi. Buraya “Dirvana Kliniği” diyorum. Başhekim Edhem Dirvana. Edhem ise 3. nüshayı düşünmüş. Güzel ve narin, aynı zamanda kıvrak zekalı eşi Tanem Dirvana bir ay sonra inşallah hayırlısı ile II. Süleyman Dirvana’yı dünyaya getirecek. Merakla bekliyoruz.
Sabah: Anne Zeynep Hanım’ın kontrolündeki mutfağın ürünleri ev yapımı. Bilhassa her sabah, sizi klasik müzik ve genelde Johann Sebastian Bach ile karşılayan kahvaltı masası, benim gibi kahvaltı yapmayanları bile baştan çıkartır. Ispanaklı börek ve peynirlerin hastasıyım. Öğleden evvelki programda; kristal sulara dalma, Edhem Kaptan sizi götürürse deniz mağarasını ziyaret, kitap okuma seansları ile sarmaş dolaş. Gazetelerden biraz mola vermenin tam sırası.
Öğleyin: Öğle yemeğini atlatma çabaları, Zeynep Hanım’ın ısrarlarına yenik düştükten sonra bir ufak şekerleme için geniş odanız sizi bekler. Odalar, bir “otel” düzeninde tek tip ve numaralı değil. Barbaros, Zeynep Sultan, Çaka Bey, Cezayirli Hasan Paşa, vesaire gibi isimleri var ve her biri farklı döşemeli ve dekorlu.
Ben bu kez Cemile Sultan’dayım. Çepeçevre balkonum, Akdeniz’de kaptan köşkü misali.
Öğleden sonra: Ülkemizi extreme yelken yarışlarında temsil etmiş olan Edhem Dirvana’ya teslimsiniz. Bizzat kendisinin denizden, 18 günde, 1800 mil yaparak ta Fransa’dan Bozburun’a ulaştırdığı Formula 40 trimaranında ve katamaranda yelken yaparak geçireceksiniz. Kaskınız, can yeleğiniz ve cesaretinizi de sol üst cebinize koyarak, kısa bir brifingden sonra güvertede yerinizi alınız. Edhem’e size Kocabahçe’ye götürmesini söyleyin karadan yolu olmayan, kendi sebzelerini yetiştiren müyhiş bir mekan. www.kocabahceglamping.com
Akşam üstü: Güzel tazyikli ılık bir duştan sonra başlıyor esintili geceniz. Barmen Bugay’ın elinden bir Karayip adaları içkisi, sizi akşam yemeğine hazırlayacak. Akşam yemekte uzun masalar, ardı ardına mezeler ve yepyeni dostluklar… “Sicimoğlu Salatası” ısmarlayabilirsiniz mesela. Vişneli pazı sarması, karidesli börek, levrek marine ve yine tavsiyem üzerine menüye yeni eklenecek Napoli usulü patates kroket alabilirsiniz. Yemeğiniz, yıllarca Roma’da yaşayan ve tabiatı ile zor dondurma beğenen, benim bile beğendiğim ve Bozburun’da “Limon Ağacı Dondurmacısı”nda imâl edilen bir kaç top dondurma ile noktalanıyor.
Belki bir mehtap dinletisi, gündüz gibi aydınlık dolunay ortamında usulca ve sessiz bir deniz banyosu veya mehtapsız gecelerde kayan yıldızlar avı…
Paylaş