Unutuluşuyla savaşan bir dilin sessizlikleri

Güncelleme Tarihi:

Unutuluşuyla savaşan bir dilin sessizlikleri
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2022 22:32

Kosta Rikalı yazar ve akademisyen Carlos Fonseca ‘Cenup’ romanında ölen sevgilisinin bıraktığı ipuçlarını takip eden bir adamın hikâyesi üzerinden Latin Amerika’nın adaletsiz geçmişine, geçmişin silinmiş izlerine uzanıyor.

Haberin Devamı

Carlos Fonseca 1987 yılında San José, Kosta Rika’da doğdu, Porto Riko’da büyüdü. Liseyi Porto Riko’da bitirdikten sonra ABD’ye giderek Stanford Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat öğrenimi gördü. 2009 yılında Stanford’dan mezun olan Fonseca, Princeton Üniversitesi’nde Latin Amerika edebiyatı ve kültürü üzerine doktora yaptı. 2014 yılında yayımlanan ilk romanı ‘Coronel Lágrimasile’ eleştirmenlerden övgü aldı. 2016 yılında Guadalajara Kitap Fuarı’nda, 1980’lerde doğmuş en iyi 20 Latin Amerikalı yazardan biri seçildi; 2017 yılında ise 40 yaşın altındaki en iyi 39 Latin Amerikalı yazarın sıralandığı Bogota39 listesine girdi. Ardından 2018 yılında, ‘La lucidez del miope’ adlı deneme kitabıyla Kosta Rika’da Ulusal Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Eserleri The Guardian, BOMB, Art Flash ve The White Review gibi gazete ve dergilerde de yayımlanan Fonseca halen Londra’da yaşıyor ve Cambridge Trinity College’da ders veriyor. Türkçedeki ilk kitabı ise ‘Hayvan Müzesi’.

FELAKETLER ZİNCİRİ
Julio Gamboa, Cincinatti’de yaşayan, hayatının son 20 yılını ders verdiği üniversite kampüsünde geçirmiş, pek yolunda gitmeyen evliliğine rağmen hayatından şikâyeti olmayan, 40’lı yaşlarının sonuna yaklaşmış bir adam. Kosta Rika doğumlu. 17 yaşındayken Michigan Üniversitesi’nden burs kazanmış ve babasının “Eline fırsat geçmişken git, bu memleket dağılmak üzere” öğüdünü tutarak ABD’ye göç etmiş. Ne var ki tam da o günlerde tanıştığı genç ve delişmen İngiliz kızı Aliza Abravanel ile çıktığı Güney Amerika seyahatini hâlâ unutmuş değil. Daha doğrusu, 1982’de çıkılan o seyahati yarıda kesip apar topar dönme kararı almasıyla hesaplaşmamış.
Julio Gamboa’yı 30 sene öncesine götüren neden, öldüğünü öğrendiği Aliza Abravanel’in yardımcısından gelen bir mektup. Julio, geçirdiği beyin kanaması sonucu dil yetisini, sözcükleri kaybeden Aliza’nın, Arjantin’in kuzeyindeki Humahuaca’daki bir sanatçı komününde yaşadığını ve elementlere adanmış roman dörtlemesinin yarım kalan son cildini Julio’nun tamamlamasını vasiyet ettiğini bu mektuptan öğrenir. Julio, çağrıya kulak verecek, Humahuaca kırsalındaki komüne ulaşacak, gençlik aşkının notlarını gözden geçirecek ve anlatılan hikâyelerle hiç bilmediği tarihlere, olaylara, insanlara açılacaktır.
Uzun bir felaketler zinciridir aklında kalan, 19’uncu yüzyılda Paraguay’da kurulan aryan Yeni Almanya komününün yıkıntıları arasında kaybolan Nietzsche’nin kız kardeşi Elisabeth Förster Nietzsche, bir yerli topluluğunun -ve bir dilin- son ferdi Yitzhak Abravanel, kendisini bir başkasının tarihini kurtarmaya adayan Karl-Heinz von Mühlfeld, 1982’de Guatemala soykırımından kurtulan ve savaşın travmasıyla kaybolan hatıraları kurduğu Bellek Tiyatrosu ile geri kazanmaya çalışan Juan de Paz Raymundo, “geleceğe mektup yazar gibi o sayfaları yazan, tanıklık etmek üzere orada olmayacağını bilen, ama yazdıklarının artık parçası olmadığı şimdiki zamanda yankılanacağına güvenen Aliza”... Ama aslında kendisi de dahil olmuştur bu zincire: “Öykünün bütün kişileri arasında sahnede görünmeye yanaşmayan, korkarak saklanan tek kişi kendisiydi. Kendisine geçmişten gelen seslerle yüzleşince harekete geçme vaktinin geldiğini anladı...”

‘GEÇMİŞİ GÖMÜLDÜĞÜ YERDEN ÇIKARMAK’
Carlos Fonseca’nın Latin Amerika’nın genç kuşak yazarları arasında öne çıkan bir isim olduğuna değinmiştim. Ama burada bir ekleme yapmak gerekiyor. Zira Latin Amerika edebiyatı denilerek yapılan bir genelleme her bir ülke edebiyatının özgünlüğünü gözden kaçırmamıza neden oluyor. Oysa Latin Amerika birbirinden farklı sorunlarla boğuşan çok sayıda ülkeden oluşan, yüzölçümü Avrupa’dan çok büyük bir kıta. Genellemenin kaynağında hiç kuşkusuz ‘büyülü gerçekçiliğin’ ve bu akımın efsanevi yazarlarının etkisi var. 60’lı, 70’li yıllarda yabancı dillere çevrilen farklı ülkelerden pek çok yazar, söylencelerle gerçeklik arasında titreşen romanlar üretmişlerdi. Ancak bu bile genellemeler için yeterli değildir ve Latin Amerika’nın Jorge Luis Borges, Juan Carlos Onetti, Mario Benedetti, Julio Cortazar ve daha birçok önemli yazarının gözden kaçırılmasına yol açabilir. Arjantinli Tomás Eloy Martínez’in itirazını önemli buluyorum: “Latin Amerika edebiyatı Boom’dan üstündür, aşağı değil.”
Latin Amerika edebiyatı gücünü ‘büyülü gerçekçilik’ sonrası ortaya çıkan yeni arayışlarla kendisini kanıtladı. Yeni kuşağın temsilcilerinden olan Carlos Fonseca “Post-yuppie, post-komünizm, post-boom, post-babyboom, kısacası bütün post eğilimleri” bünyesinde barındıran ‘novisimo’ (en yeni) akımına yakın duran bir yazar. Postmodern formlar kullanıyor ama güncel ve tarihi gerçeklere sıkı sıkıya bağlı. Latin Amerika tarihinin ve kendi ülkelerinin kirli gerçeklerini deşmeyi, bellekleri zorlamayı, unutulanları hatırlatmayı ve yüzleştirmeyi hedefliyor. Türkçeye çevrilen ilk romanı ‘Hayvan Müzesi’nde Subcomandante Marcos’tan W.G. Sebald’a, Marx’tan Walter Benjamin’e, Edward Hopper’dan Francis Alÿs’in yapıtlarına gizli açık göndermelerle okuru görünen ile gizlenen, yalan ile hakikat, hukuk ile adalet, sanat ile gerçek üzerine düşünmeye davet ediyordu. Bu romanıyla siyasetten ekonomiye, modadan sanata, yıkımlarla ve adaletsizliklerle dolu insanlık tarihinin müzesini kurmuştu Fonseca.
Cenup’ gerek kurgu ve biçim gerek açtığı meselelerle ‘Hayvan Müzesi’ni çağrıştıran bir roman. Çok sayıda kişi, karakter ve hikâye barındıran çok katmanlı bir metin okuyoruz. Roman farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı insanların merkezinde olduğu hikâyelerle ama merkezi temaları yineleyen eşmerkezli çemberler çizerek ilerliyor. Romanda gerçek tarihi karakterlere de yer vermiş ama rolleri birinci planda değil, onlar Latin Amerika tarihine yaptıkları somut etkilerle ve dönemin egemen ideolojilerinin temsilcileri olarak katılmışlar hikâyelere. ‘Hayvan Müzesi’ndeki başarısını tekrarlayan Fonseca, ‘Cenup’ta da karakterlerini ve okurlarını oradan oraya sürüklemekte, bir konumdan diğerine atlamakta ama her seferinde ana hikâyeyle bağlanmakta çok başarılı. Ama ne yazık ki ‘Cenup’u oluşturan bütün hikâyeler kederli. Tarihten gelen bir keder. Sömürgecilerin ve emperyalist politikaların yol açtığı yıkımlar, soykırımlar, kaybolan diller, dillerini ve tarihlerini savunmaya çalışan insanlar... Bu insanlardan biri de Guatemala askeri diktatörlüğünün neden olduğu şiddeti ve bellek kaybını açtığı Bellek Tiyatrosu ile göğüslemeye çalışan Juan de Paz Raymundo’dur. “Amaç geçmişi gömüldüğü yerden çekip çıkarmak” diye açıklar tiyatrosunun mantığını. “General Ríos Montt’un askerlerinin hunharlığını ayrıntılarıyla anlatan yüzlerce tanıklığı dinlediğinde, yapılan zulmü kaydetmeye çalışan tarihçilerin, çatışmanın birçokları için taşıdığı anlamın en insani yanını unuttuğunu anlamıştı: Bir amaca hizmet etmeyen bütün anıları bastıran terör perdesinin ardında gündelik anılar yok olup gidiyordu (...) amaç köyün hafızasını adeta bir müzeymiş gibi yeniden oluşturmaktı.”
Fonseca’nın özelde ‘Cenup’, genelde edebiyat üzerinden yapmak istediği tam da böyle bir şey. Romanında hayat verdiği karakterler gibi o da “adaletsiz bir geçmişin sırrını gömebileceği bir anıtmezar inşa etmek istemiş”. Latin Amerika’nın istilacılarının, hâlâ kanayan kesik damarlarının ve direniş kültürünün izlerini sürüyor.
‘Cenup’ söylenceler, sözcükler, imgeler yoluyla kurgulanmış, kayıpların acısına, dillerin ve anıların silinişine, bellek ve yazı ihtiyacına ve küreselleşmenin tehlikelerine dair büyüleyici bir anlatı.

CENUP 

Unutuluşuyla savaşan bir dilin sessizlikleri

Carlos Fonseca
Çeviren: Roza Hakmen
Metis Kitap, 2022
208 sayfa.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!