Tevazuya veda

Güncelleme Tarihi:

Tevazuya veda
Oluşturulma Tarihi: Mart 16, 2023 20:54

Geçen hafta kaybettiğimiz Ayşegül Sarıca, Türkiye’nin önemli uluslararası yarışmalarda ödül kazanan ilk piyanistiydi. Tevazuyla perdelenmiş yaşamının bilinmeyen pek çok ayrıntısından biriydi bu. 1950’lerde başladığı uluslararası konser kariyerini 50 yıl, dört kıtada sürdürüp dünya basınındaki övgüleri arşivinde saklamıştı.

Haberin Devamı

Dünyanın en büyük klasik müzik plak yayımcılarından EMI Classics’i 34 yıl yönettikten sonra görevinden ayrılan Peter Alward, 2005’te New York Times’ta yayımlanan röportajda dinleyici eğilimindeki değişikliğe dikkat çekip şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Artık insanlar gözleriyle dinliyor!”
Ayşegül Sarıca, müziği doğru duyu organıyla algılayanların piyanisti, icralarında eser ve bestecisini öne çıkaran kuşağın yorumcularındandı. Mozart, Schumann, Beethoven, Brahms, Chopin yorumlarına getirdiği sadelik ve derinlikle tarihe geçen Wilhelm Backhaus’un dünyasına çocukluk çağında adım atıp beğeni sahibi meraklı kulaklara hitap eden bu ekolden hayatı boyunca ayrılmamıştı.
Aslında istese de ayrılamazdı. Çünkü yine çocukluğunda ailesinden aldığı, içselleştirdiği, tüm yaşamını belirleyen tevazusu gözlere hitap eden piyaniste dönüşmesine izin vermezdi. Bu özelliğin genlerine hangi oranda kazındığını örneklemek gerekirse:
2018’de Sevda-Cenap And Müzik Vakfı’nca verilen Onur Ödülü kapsamında biyografisinin kitaplaştırılması gündeme geldiğinde yazarını seçip teklifi kendisi götürmüş, annesi ve eşince oluşturulan arşivini açmış, çocukluk arkadaşlarına erişilmesini sağlamış fakat sıra sadrazam dedesi ve Sultan Abdülhamit’in doktoru büyükbabasıyla başlayan aile öyküsünü, Fransa’daki öğrencilik başarılarını, ödül kazandığı yarışmaları, sahnede yıldızının parladığı günleri anlatmaya geldiğinde tüm içtenliğiyle özür dilemekle yetinmişti. 18 ayda toplam 45 saati bulan görüşmelerin her birinin sonunda “Deniyorum, fakat olmuyor” diye açıklamıştı durumu. Kendisinden, başarılarından ve bunların duygusal geri planlarından bahsetmek tevazunun kırmızı çizgisini aşmak anlamına geliyordu. Bu konuları yakınlarıyla, hatta çocuklarıyla da paylaşmadığı kitabın çalışma sürecinde ortaya çıkmıştı. Metin tanıklıklarla şekillenmiş, Ayşegül Sarıca sıra bestecilere, icra yaklaşımına, gençlere tavsiyelerine gelince sessizliğini bozmuştu.

LEYLA GENCER’İN SINIF ARKADAŞI
Sarıca, hedefini Batılılaşmaktan yana koyup kültür politikalarında müziğe öncelik veren, gençlerini sanat, bilim, kültüre yönlendiren genç Cumhuriyet’in 1930-40’lardaki coşkulu yıllarının çocuğuydu. Kentli ailelerin evlatlarındaki gizli yeteneği keşfetmek amacıyla çabaladığı, becerisini kanıtlayanların Doğan Kardeş Müsamereleri ve tek kanallı yayıncılık çağının devlet radyosundaki konserlerle topluma tanıtıldığı, tüm çocukların teşvik edildiği özel bir zaman kesitinin...
İçine doğduğu aile, yaşadığı semt de çok özeldi. Buna karşın ağzında gümüş kaşıkla doğan bebekten uluslararası virtüoz yaratan unsur şans değil üç temel kişilik özelliğiydi: İnatçılık, azim ve iyimserlik.
1933’te Nazi zulmünden kaçıp İstanbul Üniversitesi’nde ders vermeye gelen Alman iktisat profesörü Alfred Isaac’in piyanist eşi Gerthrude’un Moda’daki komşuları arasında keşfettiği 4 yaşındaki İdil Biret’ten önceki ilk yetenekli çocuktu Sarıca. Gerthrude, öğrencisini 9 yaşında Kadıköy Halkevi’nde ilk resitalini verecek düzeye getirdikten sonra Viyana Konservatuvarı mezunu Ferdi von Statzer’e teslim ederek geleceğini belirlemişti.
Statzer’in İstanbul Konservatuvarı’ndaki sınıfına kabul etmeden bir yıl okulda şan dersi almasını koşul koyması bir virtüozun şekillenmesindeki ikinci önemli adımdı. Leyla Gencer’le aynı sınıfta sesini kullanmayı öğrenmesi hayatı boyunca sürdüreceği piyanoda şarkı söylercesine doğal ve akıcı üslubu kazanmasını sağlamıştı. Statzer’in diğer özelliği analiz ve müzikaliteyi çok önemsemesiydi.
Modalı piyanistin Alman-Avusturya ekolüyle başlayan yolculuğu onu ailesinin imkânlarıyla Fransa’ya ulaştırmış, her yıl sadece beş yabancı öğrenci kabul eden Paris Konservatuvarı’nda Fransız ekolünü içselleştirmesini sağlamıştı. Birincilik derecesiyle mezuniyetinin ardından virtüozitesi Maurice Ravel’in gözde piyanisti Marguerite Long’la mükemmelleşmişti.

KRİTİK SEÇİM
Marguerite Long-Jacques Thibaud Yarışması’nda 1957’de kazanıp biyografisine almadığı Gabriel Faure Derneği Başkanı Bayan Jouvenel Ödülü ve 1959’da aynı yarışmada kazandığı Paris Kenti Ödülü’nün ardından başlayan uluslararası konser trafiği Ayşegül Sarıca’yı çok farklı noktalara taşıyabilirdi. Oysa o icralarındaki gibi özel yaşamında da dengeyi gözetmişti. 19 yaşında vermişti kararını: Piyano için yaşamayacaktı. Piyano yaşamının parçası olacaktı.
Fenerbahçeli milli basketbolcu, akademisyen Nejat Diyarbekirli’yle tanıştığında kalbinin sesini dinledi, evlendi, iki çocuk sahibi oldu. Hayvanları, denizi, çiçekleri tutkuyla sevdi. Almanca, İngilizce, Fransızcasıyla dünyadaki gelişmeleri takip etti. Her sabah Hürriyet’in spor sayfasında FB’li futbolcuların başarılarını gururla okudu. Ve mutlaka her gün ortalama altı saat çalışıp konserlerini sürdürdü. 65 yaşına kadar CSO’nun solistliğini üstlendi, 2000 yılına kadar çoğu Avrupa’da 25 ülkede sahneye çıktı. 1990-2000 arasında eski öğrencisi, besteci Ali Darmar’la Bilkent SSF’de ders verdi. Sonrasında, vefatına kadar, İTÜ MİAM’da öğrenci yetiştirdi. Aynı dönemde konser öncesi son provaların dinleyiciliğini üstlenen Darmar’ın sezgisi, önerileriyle yorumlarını bulutların ötesine taşıdı.
Başarısı zamanında takdir gören nadir sanatçılarımızdandı. 1971’de, önemli oranda Adnan Saygun tarafından belirlenen ilk 11 Devlet Sanatçısı arasında yer almıştı. Beethoven’ın 200. doğum yılında dünya sahnelerindeki icraları nedeniyle Alman hükümetinin altın madalyasına, 1975’te Fransız repertuvarı icraları nedeniyle Fransa’nın Sanat ve Edebiyat Nişanı’na değer bulundu. Ali Darmar, Çetin Işıközlü, Aydın Karlıbel adına piyanolu orkestra eserleri besteledi.

‘İYİ İNSAN, İYİ ANNE, İYİ VİRTÜOZ’
Uzun kariyeri boyunca az sayıda kayıt yaptı. Girişimde bulunmadı, teklif bekledi. Ses mirası, 1991-1995 arasında, beşi ‘Cumhuriyetin 70’inci Yılında Türk Solistleri’ projesi kapsamında yayımlanan toplam altı CD’den ibaretti. Arşivindeki çok sayıda konser kaydının listesini son dakikada biyografi kitabından çıkarıp yayımlanmaya değer bulmadığını ifade etmişti. Buna karşın kayıt konusunun mülakatlarda çok sık gündeme gelmesi, başta Ali Darmar olmak üzere dostları ve öğrencilerinin bu fikri desteklemesiyle 25 yıl sonra teklif beklemekten vazgeçip stüdyoya girdi, hayalindeki solo kayıtlara başladı. Schubert’in Op. 90, Brahms’ın Op. 118, Beethoven’ın Op. 110’undan sonra hastalandı. Kırıkla sonuçlanan iki kaza atlattı. 20 ay ara verdiği çalışmalarını sürdürmek üzere geçen hafta tekrar harekete geçmişti. Beethoven’ın anıtsal sonatı Op. 111’le devam edecekti.
Müzikal vasiyet niteliğindeki son kayıtlar nisanda dijital platformlarda yayımlanacak. Gönül ister ki Sarıca arşivindeki kayıtlar da dinleyicilerle buluşsun, kaybolmasın.
Biyografisi yazılırken Sarıca’ya yöneltilen son soru, gelecekte nasıl hatırlanmak istediğiydi. Cevabındaki öncelik sırası dikkat çekiciydi: “İyi bir insan, iyi bir anne ve iyi bir virtüoz...”

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!