Şiirle yüklü

Güncelleme Tarihi:

Şiirle yüklü
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 07, 2023 11:26

Aytekin Karaçoban’ın yeni şiir kitabı ‘Ufuk Çizgisinde’ (Pikaresk) bende bazen ortak dile uzaklığın şiir için iyi olabileceği duygusunu uyandırdı. ‘Ufuk Çizgisinde’, 1988’den beri şiir kitaplarını yayımlayan Karaçoban’ın dokuzuncu kitabı, fakat şiirin sevincini genç bir şair gibi duyan ve duyuran bir kitap.

Haberin Devamı

“Dil dediğin bir rüzgâr tohumudur;/ düştüğü toprakta eser.” Bu dizeleri okuyunca dilin anayurdundan uzakta yazılan şiirlerin nasıl estiğini canlandırmaya çalıştım. Hele bu uzaklık on yıllardır sürüyorsa. Belki de ‘dil terbiyesi’ dediğimiz şey bu koşullarda gündeme geliyordur daha çok. Başka bir dilin güncelliğinde, sosyalliğinde yaşamak, anadiline özeni çoğaltıyordur. Onu korumak için daha dikkatli davranmak, yazmak ve artık bir özel dil olarak kullanmak, hele bu şiir yazmak için yapılıyorsa, şairde büyüleyici bir serüvene dönüşebilir.
Şiir yazmak sözcüklerle uğraşmak olduğu kadar anadili aracılığıyla yeryüzünün diliyle buluşmaktır. Dünyadan söz etmiyorum, başka dile çevrilmekten de değil, yazdığın dilin senden çıkıp hiç bilmediğin varlıkların kimi zaman sessizliğiyle, kimi zaman heceleriyle, kimi zamansa müziğiyle buluşması bu. Elbette yeni bir dilin bilgisi de bu buluşmaya dahil. Bazı şairlerde bunun şiir diline çoğul katkısını da görüyoruz. Bizim şiirimizde bunun en iyi örneklerinden biri Şavkar Altınel’in şiirleridir örneğin.

Şiirle yüklü

İyi örneklerden biri de yazının girişine dizelerini aldığım Aytekin Karaçoban’ın şiirleri. Onun yeni kitabı ‘Ufuk Çizgisinde’ (Pikaresk) bende bazen ortak dile uzaklığın şiir için iyi olabileceği duygusunu uyandırdı. Alışkanlıklardan kaçınmak, klişelerden uzaklaşmak, benzerliklerden kurtulmak, yıpranmışlıktan fazla etkilenmemek gibi yararlarının yanında, sonradan edinilen dilin olanaklarıyla, kuşkusuz buna o dilde yazan şairlerin şiirlerini izlemek de dahildir, kendi dilini tazelemek, yeni şeyler söylemek ve anlamı zenginleştirmek gibi artıları da olabileceğini gösterdi.
Aytekin Karaçoban modern şiirin kurucu dili olan Fransızcadan çeviriler yapıyor, şairleri ve şiirle ilgili metinleri Türkçeye kazandırıyor, 30 yılı aşkın süredir iki dilde birden yaşıyor, heyecanlanıyor, seviniyor, üzülüyor, düşünüyor, yakınlarda Rimbaud adına verilen bir ödülü kazandı, iki dilin olanaklarını buluşturduğu zamansa ortaya ‘Ufuk Çizgisinde’ gibi yetkin yapıtlar çıkarıyor: “İki dilimin kanı hız üstüne hız alıyor/ yazımın damarlarında”. Anadili güzellemesi yapmak yerine, dillerin zenginleştiren, renklendiren, çoğaltıcı etkisini vurguluyor. Dillerdeki şiirlerin farkına varmak da şairin keşif yolculuğuna sayılır.
Aytekin Karaçoban, tam da kitabın adının imlediği gibi geniş, kapsayıcı, roman için kullanılır ama şiir için neden olmasın, sürükleyici bir şiirle gezdiriyor okuru. Nasıl bir gezi derseniz, dilden başlayan şiirle konuşan, aklındaki soruları taşıyan, anılara uğrayan, gündelik olandan hiç yüksünmeyen, içinde olduğu sınıfı unutmayan, doğayı koklayan, kendi doğasını yabana atmayan, her sabah yeniden yola çıkan bir şiirin tazeliğini taşıyan bir şairin gezisi, yeni, genç, hayretini eksik etmeyen bir şairin şiirle gezme hali.
Bir şiirinin başlığının da söylediği gibi ‘Yüklü’ bir şiir. Fakat bu yükün ağırlaştırdığı değil, aksine onu taşımanın mutluluğuyla yeğin bir şiir: “Uzaklıklarla ödeşmeni getirdin/ Çocukluğumun bir anısını bile/ hani terzi makası gagasıyla bulutlardan/ kendine kumaş biçen leyleği/.../ Buncasını beklemiyordum doğrusu/ne çok yüklenmişsin gelirken!”
‘Ufuk Çizgisinde’, 1988’den beri şiir kitaplarını yayımlayan Karaçoban’ın dokuzuncu kitabı, fakat şiirin sevincini genç bir şair gibi duyan ve duyuran bir kitap. İlk kitapların ruhundaki coşkuyu ve nesnelerden insanlara, anılardan geleceğe göz kırpmanın sevimliliğini de taşıyor. “Sınır tanımaz göçebe sözcükler elinde” olunca orada ya da burada olmak gibi uzaklıklar da ortadan kalkıyor belki ve fazla yakınlaşmanın görmeyi, dikkati azaltan etkisi yerine, o uzaklıkların kazandırdığı bakışla duyarlılık keskinleşiyor. Şiirin bir dil olurken öte yandan hep yeni bir dile de çalıştığını da unutmuyor, bunun şiirin hiç azalmayan işlerinden biri olduğunu yazıyor: “Yeni bir dil bulacağız/ dünyanın nasıl okunduğunu bize öğreten/ nasıl tozunun alındığını zamanın/ nasıl parlatıldığını/ sözgelimi/ bir iç geçirmenin nasıl özetleyiverdiğini/ bir pişmanlığın büyüklüğünü”.
Arkadaşımız Murat Koçak’a adadığı şiirde “İyi ki sokakta rüzgâr satan bir arkadaşım var” diyor, benim de iyi ki “dünyadan gelen seslerin çeşmesi”ni açmış bir şairim var.

BAKMADAN GEÇME!