‘Radyo Pencere’nin sesini açın, kalbinizi duyacaksınız!

Güncelleme Tarihi:

‘Radyo Pencere’nin sesini açın, kalbinizi duyacaksınız
OluÅŸturulma Tarihi: Temmuz 03, 2020 13:16

Çiçek tozlarını emsalsiz bir karışıma dönüştüren arılar, un, şeker ve yumurtadan mis kokulu kurabiyeler, bezgin bir ruhu dans eden bir ergene dönüştüren müzik. ‘Radyo Pencere’de bu ince detaylarla beslenen bir değişim ve dönüşüm öyküsünü mizahla yumuşatıyor Hacer Kılcıoğlu.

Haberin Devamı

İnsan hiçbir zaman yalnız değildir. Onu yalnızlıktan alıkoyan kimseye göstermediği, belki kendinin bile fark etmediği iç benliğidir. İçindeki dehlizlerde kaybolduğunda, kavga etmek istediğinde, yargıç tarafsızlığına sığınma ihtiyacında hatırlarız onun varlığını. Ya hep o sesi duyuyorsak ya da hiç duymuyorsak… İşte o zaman tehlike çanları çalıyor demektir.
Büyümek, değişmek, alışmak... Diş çıkarmak gibi. Diş büyüyor, etini parçalayıp canını yakıyor ve sen onun varlığına alışmaya çalışıyorsun. Süreç doğal işlerse alışmak kaçınılmaz son. Ya dişiniz çürümüşse… Belki de hiç alışamayacaksınız. Ayrılan anne ve babanın çocuklarının yeni hayatlarına uyum sağlamalarını çürümüş dişin tedavi sürecine benzetirim. Kitabımızın Uzun’u Ekim dişçi koltuğunda oturan hasta gibi beyninde zzztt sesler duyuyor. Ekim’in duyduğu bu seslerden yola çıkan yazar, çoklu bir dünyanın kapılarının anahtarını hem Ekim’e hem de okura uzatıyor.
Sürekli hareket halinde olması, hızla yer değiştirebilmesi, farklı şekillere bürünebilmesi açılarından fırsatçı bir bakterinin adının ilham kaynağı olan Proteus (Deniz Tanrısı Poseidon’un oğlu), tam köşeye sıkıştırıldığı anda önce bıyıklı bir aslana, ardından bir yılana, bir leopara, kocaman bir yaban domuzuna ve sonra upuzun, yeşil bir ağaca dönüşür. İnsanın yaşadığı zaman ve durumlara uyum gösterebilmesi için Proteus gibi bukalemunumsu bir değişim mi göstermesi gerekir? Acısız bir değişim mümkün müdür? Ekim, Asya, Demir Bey, Gülaçtı Hanım ve kitapta yer alan diğer kişiler aracılığıyla insanlığın var olduğu ilk zamanlardan beri zihinleri kurcalayan kurcalamaya da devam edecek bir sorunsal masaya yatırılıyor. Çiçek tozlarını emsalsiz bir karışıma dönüştüren arılar; un, şeker ve yumurtadan yaptığı mis kokulu kurabiyelerle Muko; kederli ya da bezgin bir ruhu dans eden ergene dönüştüren müzik. Bu detaylarla beslenen bir değişim ve dönüşüm öyküsünü mizahla yumuşatarak katlanılır hale getirmiş Hacer Kılcıoğlu.

Haberin Devamı

EKİM'İN 'İÇİNDEKİ SES'
Babasının bir kız arkadaşı olduğunu tesadüfen öğrenen ve köpekleri Lorel ve Hardi’ye ‘’Keşke ben de havlamayı bilseydim ya da siz konuşmayı bilseydiniz’’ diyecek kadar yalnız bir çocuktur Ekim. Yemek pişmeyen,  kurabiye kokmayan, kalabalıktan uzak ’tepenin en tepesinde' bir evde babasıyla yaşıyor. Ekim’in burada yaşamakla ilgili sıkıntıları var. ’’Doğa doğruyu söylermiş, şehir yanlışmış. Şehir kaçkınıymışız biz. Hiç değil’’ Aile yaşamında anne baba kadar çocuğun da fikrinin alınması, birey olduğunun sadece sorumluluklar noktasında hatırlanmaması gerektiği, özdeşim kurularak verildiğinden, daha en baştan okuru satırlar arasına almayı başarıyor. Aile içi iletişimsizlik sebebiyle parçalanmış bir hayatı var Ekim’in. Radyo Pencere’de yazar bu parçalanmışlığa uygun olarak, kurguda akışı zenginleştiren, üç ev arasında geçen duygu değişimlerini yükselen bir tempoyla kısa bölümler halinde vermiş. Bu durum hem okumayı kolaylaştırıyor hem de parçaları birleştirmede okura panoramik bakışlar kazandıracak duraklar yaratıyor.

YALNIZLIÄžA MÃœZÄ°KLE ATILAN GOL
Yaz tatilinin gelişiyle Ekim, içindeki sesi duymaya başlar. Şaşkın bakışlı adamın resmi olan anahtarlık kafasını kurcalar, bir türlü soramaz babasına fakat rüyasında görür. Ekim’in gördüğü rüyalar kurguda heyecan yaratmanın ötesine geçerek, onun iç dünyasına giden bir yol olarak karşımıza çıkıyor. Babasının İzmir’e birlikte gitme teklifini coşkuyla karşılayan Ekim’in bu gezisi onun keşiflerle dolu yeni evresinin başlangıcı oluyor. Mahalleyi gezdiği sırada gördüklerini anlatırken, yazarın sokağın diline ne kadar hâkim olduğunu görüyoruz. Boşanmış, sık sık arıcılıkla ilgili toplantı ve işlere koşturan bir baba ile hayli ıssız denebilecek bir yerde oturmak zorunda kalan Ekim, müzikle yârenlik edip yalnızlığa müzikle gol atıyor. Sıla, Mor ve Ötesi, Kenan Doğulu gibi pek çok şarkıcıdan tam da karakterin içinde bulunduğu ruh haline uyan sözlerin yer alması, okurun Ekim’le ruh birliği içine girmesini kolaylaştırıyor. Bu yönüyle hepimiz kendimizi onun gibi hissedip "Dünya yansın koy verdim. Bana biraz renk ver!" diyecek kadar kaptırıyoruz Ekim rüzgârına.
Anahtarın peşinden giden Ekim ile Macera Apartmanı’nda buluruz kendimizi. Bu apartmanda şikâyet, memnuniyetsizlik, mutlu olamama gibi çağın sâri hastalıklarından eser yok. Çünkü ‘’Evim küçük, kalbim büyük’’ diyen bazen Cüneyt Arkın, bazen Orhan Boran, bazen Vedat Milor, bazen Orhan Kemal olan, sohbeti ve tatlı sesiyle eksi ikinci katı çınlatan hayat dolu bir dede var. Zayıf, esmer ve kıvırcık saçlarıyla daha çok Afrikalıya benzeyen Asya ile birbirini tamamlayan dede torun ilişkisi, hem kuşaklar arası kültür aktarımını sağlamada hem de hayata tutunmada yaşın ve yaşadıklarının bir kenara bırakılmasını göstermede etkili olmuş. Mahalleden geçen gevrekçinin adını bilen, kullandığı deyimler ve kendine has kelimelerle sayfalardan taşan, gerçek adını epey dolambaçlı yollardan geçerek öğrendiğimiz dede, torunu ve kızı eksenindeki olaylarla Ekim, kendi kovanına soktuğu çomakla neler yapıyor şahit oluyoruz. Özellikle Macera Apartmanı’ndaki olayların anlatımında kullanılan konuşma cümleleriyle yazarın balkıyan dilini tanıyoruz. Anlatıcı olarak çocuğun gözünden deneyimlemeye imkân veren kahraman anlatıcının bakış açısının kullanılması, hikâyenin gerçekçiliğini ikiye katlamış.
Birbiriyle konuşamayan, birbirini dinlemeyen bir topluluğa dönüştük son yıllarda. Hep meşgulüz, hep yoğunuz. Bu nedenle içimizdeki boşluk büyüdükçe büyüdü. Ekim ile babası ve annesinin en önemli sorunu bu. Ekim Macera Apartmanı’nda 'Pencereden Canlı Yayın' programı ile anlamaya çalışarak dinlemenin yollarını görüyor. Müzik dinlemek, iç sesi dinlemek, zamanı dinlemek, sessizliği dinlemek. Yazar radyodan yola çıkarak dinlemeyi hikâyenin merkezine koymuş. İnci’nin Demir’e "Ona zaman ayırabilsen. Çocuk kendini değerli hisseder" uyarısıyla baba oğul arasında askıda kalan sorunlar biraz zaman alsa da hallediliyor. Hans Jonas’ın dediği gibi  ‘’Bilgeliğe,  ona en az inandığımız zaman ihtiyaç duyuyoruz."
Brigitte Labbe ve Michel Puech'in birlikte yazdıkları 'Çıtır Çıtır Felsefe' serisinin 'Cesaret ve Korku' adlı kitabında şöyle diyor: ’’Eğer içindeki cesaret büyürse, korku ezilir. Çünkü korku mücadele etmez; korku korkaktır; cesaret kendini gösterdiği an geri çekilir.’’ İşte içimizdeki cesareti besleyen, herkesin bal kavanozunu bitmeyen bir balla dolduran hatıralarıdır. O kapak biz konuştukça ve dinledikçe hep açık kalacak ve dolmaya devam edecektir. ’’Durup ince şeyleri anlamaya’’ ve anlatmaya vaktimiz olmalı. Ekim’in kalbinde, içindeki arılardan daha çalışkan bir şey var. Tıpkı sizin içinizde, kalbinizde  olduğu gibi.Hadi o zaman Asya’nın deyimiyle Büyükbaba ile birlikte söylemeye: "Gülünce gözlerinin içi gülüyooor..."

RADYO PENCERE Â

‘Radyo Pencere’nin sesini açın, kalbinizi duyacaksınız

Hacer Kılcıoğlu
Günışığı Kitaplığı, 2019
136 sayfa, 18 TL.

BAKMADAN GEÇME!