Öldürmüş olanın neşe ve nefreti

Güncelleme Tarihi:

Öldürmüş olanın neşe ve nefreti
Oluşturulma Tarihi: Aralık 30, 2022 13:27

1982 Eylül’ünde, vahşet dolu katliamın yaşandığı Şatila ve Sabra mülteci kamplarında dört saat geçirir Jean Genet. ‘Uçlarında yüzlerce ölü bulunan bir rüzgârgülünün ortasında’ hissetmiştir kendisini...

Haberin Devamı

Dünyanın her köşesinde sürekli kötü şeyler olur. Güneş görür olanları. Bulut, taş, rüzgâr şahitlik eder. Toprak da duyar elbet olup bitenleri, kan dökülür onun üstüne. İnsanlar da şahit olur yaşananlara. Korku gözleri büyütür. Acı kadınların saçlarını alev yapar. Askerler vardır. Elleri silahlı. Komutanların, devletlerin, liderlerin emrinde. Ve onlar sanki tarihin susuzluğu hiç bitmeyen tuhaf yaratıkları gibi kutsal bir görevi yürütürcesine iş görürler. Can alırlar. Haber bültenleri vardır bir de. Gazeteler, fotoğraflar... Videolar, yorumlar. Çoğu bir şeyi açıklarken pek çok şeyin üstünü örter. Peki, bir vicdanlı yazar devreye girince ne olur? Bütün dünyayı karşısına alma cesaretini gösteren bir yazar devreye girince neler yaşanır?
Filistinlilerin barındığı Şatila ve Sabra mülteci kamplarında büyük bir vahşet yaşanmıştır. Dönemin İsrail başbakanı Menahem Begin “Yahudi olmayanlar Yahudi olmayanları katlettiyse bu bizi ne ilgilendirir ki” diyerek bir saptırma düğümü atmış, işin içinden sıyrılmaya çalışmış, medya neredeyse çok az şeyi ve bütün gerçekliği ile dünyaya aktarabilmiştir. Oysa Jean Genet burada geçirdiği dört saat boyunca ‘İlyada’ destanındaki Akhilleus’un tercihlerini hatırlatan manzaralarla karşılaşmış, şehvetli bir katliamla canları alınmış ‘şarkılarla, törenlerle, barut ve leş kokusuyla’ işkence görmüş insanların trajedisini yaşamıştır. ‘Öldürmüş olanın neşe ve nefretinden’ söz etmiştir Genet. “Barbar bir şenlik cereyan etmişti orada; kudurganlık, sarhoşluk, danslar, şarkılar, küfürler...” En ilkel olanın avdan dönüş sahnesidir adeta bu.
Yazar bir muhabirden, politikacıdan, askerden farklı bakar olaylara. Eğer vicdanı ölmediyse az önce oğlunu yitirmiş bir annenin ağıdı gibi sesler çıkarır. Ağıt şuursuzdur. Saf sözdür. Ve ancak Genet gibi bir yazar ölülerin arasında dolaşırken ‘kesik bir bacaktan hoyratça koparılmış bir takma bacağı’ fark edebilir. Şiddet burada ölümün arasında ‘canlı bir nesne’ olan takma bacakla simgeleştirilir. Daha da ileri gider Genet, ölümün hemen peşinden gelen arsa spekülatörlüğüne değinir. Toprakla birlikte ölümün bir pazar yapılmasına dikkat çeker. Ustacadır, planlıdır yapılanlar. ‘Ustaca ama öngörülebilir bir başkalaşım geçirerek iğrenç bir dünyevi iktidar’ düşü kurulmaktadır.
Şatila ve Sabra’da ‘uçlarında yüzlerce ölü bulunan bir rüzgârgülünün ortasında’ hissetmiştir kendisini Jean Genet. Ellerin ‘geceleyin görme’ işlevi kazandığına, ‘cesetlerin erotik bir kudurganlığa yakalanmışçasına’ çürümeye durduklarına şahit olmuştur. ‘Her şeyin herkesin oluşuna ve herkesin kendi içinde yalnız kalışına’ dair tarifsiz duyuşlara gömülmüştür. Sonra yazmıştır gördüklerini. Bir kısmı sansürlense bile artık Jean Genet’nin çizdiği ölümsüz bir tablo vardı. Ve böylece belki gecenin karanlığında bir büyük sırrı toprağa ebediyen gömmek mümkün olmayacaktır. Gecenin keskin gözü bir yazar tarafından emanet alınmıştır. Şüphesiz ‘Şatilla Katliamı mırıltılar arasında ya da mutlak sessizlikte’ gerçekleşmemiştir. Yazar, ölüme ve öldürene dokunmuştur.

Haberin Devamı

Öldürmüş olanın neşe ve nefreti
ŞATİLA’DA DÖRT SAAT
Jean Genet
Çeviren: Işık Ergüden
Sel Yayınları, 2022

BAKMADAN GEÇME!