Ahmet Ümit: Bilimkurgu yazma isteğim çok fazla var

Güncelleme Tarihi:

Ahmet Ümit: Bilimkurgu yazma isteğim çok fazla var
Oluşturulma Tarihi: Ocak 05, 2023 12:52

D&R’ın kapalı oturum gerçekleştirdiği online söyleşilerinin son konuğu Türk edebiyatının en popüler ‘polisiye’ yazarlarından Ahmet Ümit oldu. Ümit, yazarlık serüveninden Nâzım Hikmet sevgisine, hazırlıkları devam eden 'Komser Nevzat' dizisinden annesinden yadigâr masallara kadar merak edilen pek çok konuyu sevenleriyle paylaştı.

Haberin Devamı

“Beyoğlu Rapsodisi”, “Sultan’ı Öldürmek”, “İstanbul Hatırası” gibi kitaplarıyla büyük yankı uyandıran Ahmet Ümit, Türkiye’nin dört bir yanından hayranlarıyla D&R canlı yayınında buluştu. D&R Kurumsal İletişim Direktörü Nalan Demircioğlu’nun moderatörlüğünü yaptığı, aralarında çoğunlukla öğretmenlerin, öğrencilerin ve yazar olmak isteyen okurlarının bulunduğu söyleşide Ümit, en merak edilen soruları yanıtladı. İşte tüm detaylarıyla söyleşinin tamamı...

Polisiye roman yazmaya nasıl başladınız, neden polisiye?
Benim seçimim değildi. Eski Türkiye’de benimle beraber oluşan popülarite gerçekleşmemişti. Edebiyat yazarken polisiyeyi sevdiğimi fark ettim. Sıkıcılıktan kurtulmam lazımdı. Edebiyat çok işlevlidir, eğlendirir, hoşça vakit geçirtir, zamanı size unutturur, bilgilendirir ve aydınlatır. Ben bir Agatha Christie ya da polisiye romanını elime aldığımda yaşadığım hayatı adeta unutur ve o romanın sayfaları arasında kaybolurum. Dedim ki, madem başkalarının kitaplarını okurken kayboluyorum o zaman yazarken de kaybolacağım eserler yazayım. Ve polisiye romanlar yazmaya başladım. Çok sıkılan, heyecanlı, tez canlı bir adam olmam polisiye yazmama neden oldu.

Haberin Devamı

Pera Palas Oteli tarihinde ilk kez yaşayan bir Türk yazarın ismini odasına verdi, o da sizsiniz. 410 numaralı oda, Agatha Christie’nin odasının yanı. Bu konuda neler söylersiniz?
Evet, o odada kaldım. Her yerde kitaplarım, fotoğraflarım, çizimlerim var. Antep’te de öyle bir odam var. Başka birçok yerde de edebiyatsever otellerde böyle girişimler var. Bu çok güzel bir duygu. Ben yaşarken edebiyatın maddi manevi nimetlerini tadabilen şanslı yazarlardan biriyim. Yaklaşık 45 yıldır yazdığım eserlerin karşılığını alıyorum okurlarımdan. Kitaplarım bolca okunuyor, onlardan diziler oluyor. Türkiye ve dünyada 10 milyonun üzerinde kitabım satıldı. 34 farklı dilde eserlerim yayımlandı. Okurlarım çok vefakâr; muhteşem bir okurum var. Nereye gitsem beni yalnız bırakmıyorlar… Türkiye’de %70’i genç olan bir okur kitlesi var. Ki bu da beni şanslı ve mutlu bir yazar haline getiriyor.

Haberin Devamı

Siz de yazarken kendini kaptıranlardan mısınız? Kendinizi o anını büyüsüne mi kaptırıyorsunuz yoksa bu işin kurgusu oluyor da onun dâhilinde mi gidiyorsunuz?
İlk yazdığım eserlerde kendimi hikâyelerin ve kelimelerin rüzgârına bırakıyordum. Zamanla kurgulamaya başladım; tıpkı bir mimar gibi çalışıyorum. Ki bu da polisiye için bir zorunluluk. Polisiye romanda Woolf gibi sizi ne esinlerse devam edemezsiniz. Her şeyi planlamanız lazım. Öncelikle bir roman yazacağım zaman aklıma bir fikir geliyor. Örneğin Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde. Aklıma fikir geldikten sonra onu hikâyeye dönüştürüyorum. Sonra da bir roman kurgusuna çeviriyorum ve yazmaya başlıyorum. Öteki türlü polisiye olduğu için bir süre sonra çıkmaza girebilirim.

Haberin Devamı

Türkiye’de bir polisiye yazarı her konuyu cesurca işlemeli mi? Siz aklınızdaki bir konuyu cesurca yazabilir misiniz?
Şu ana kadar yazabildim. Ama gönül ister ki bu konu tartıştığımız bir konu olmasın. Hiçbir yazarımız ben bu konuyu yazarsam başım belaya girer mi, siyasilerden ya da halk tarafından bir linç yer miyim diye düşünmesin… Yazar her zaman bir yolunu bulabilir. Bazen cesurca karşı çıkabilir ve her şeye rağmen kafasındaki konuyu anlatabilir. Bazen ustalıkla, edebiyat marifetiyle istediği konuyu anlatır.

Kendinizde Başkomiser Nevzat’la ortak gördüğünüz özellikler var mı?
Her yazar yarattığı karakterlere kendi ruhundan bir şey katar. İster korkunç bir şahsiyet olsun ister korkak, cesur, iyi ya da ahlaklı biri… Her birini kendi içimizden çıkarıyoruz. Nevzat benim yarattığım bir karakter, benim özelliklerimi taşıyor. Nevzat, birebir Ahmet Ümit değilse de ben Nevzat’ım. Her şeyi çözen, ustalıkla yapan, kusursuz bir insan yok. Böyle biri zaten karikatür olur, karakter olmaz. Öyle olsa okurlar da sevmezdi. Nevzat’ı seviyorsunuz çünkü o bir insan.

Haberin Devamı

Favori, başucu kitaplarınız neler?
Birçok favori kitabım var. İlyada, Don Kişot, Notre Dame’ın Kamburu, Poe Öyküleri, Suç ve Ceza, Karamazov Kardeşler… Biri diğerinden daha önemli diyemem. Bunların hepsini dönüp dönüp tekrar tekrar okuyabilirim. Mesela Buzlar Ülkesi, Bir Aşk Masalı, Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş gibi, Binbir Gece Masalları, Güzel ve Çirkin okuyorum.

Yazmaya nasıl başlıyorsunuz?
Bir romana başlıyorum, önce bunun okumaları sürüyor. Yazmadan önce başka kitaplar okuyorum. Gerekli bilgilere sahip olduktan sonra romanın kurgusuna geçiyorum ve sonra bir işçi gibi sabah kalkıp kahvaltıdan sonra bilgisayarımın başına geçiyorum. Bazen akıyor bazen akmıyor, yazma hevesi bulamıyor, tıkanıyorsunuz. O zaman yazmayı bırakıyorum başka şeylerle uğraşıyorum. Ara veriyorum, sonra tekrar dönüyorum. Şu ana kadar ara verip de ben bunu yazamayacağım dediğim bir kitap olmadı ama olabilir. Asıl olan disiplin ve konsantrasyon.

Haberin Devamı

Moskova’ya gittiğinizde Nâzım Hikmet ne kadar aklınıza geldi ve Nâzım’ın gönlünüzdeki yeri nedir?
Buradan giderken de oradayken de aklımdaydı Nâzım. Oraya giderken aşağı yukarı kendimi onun yerine koymaya başladım. Benim için çok önemli bir yazar ve şair. Yazar olmadan önce de beni insan olarak çok etkilemişti. Moskova’ya gitmeden önce de bende bu fikir vardı. Gittikten sonra da orada da yoğun bir şekilde onun kitaplarını okudum. O zaman eşi hayattaydı. Vera’nın evine gittim ve Nâzım hakkında konuştum. Bu da onu daha da yakından tanımamı sağladı. Büyük bir yazar olarak onun nasıl yazdığını, eserlerini nasıl oluşturduğunu, nasıl yaşadığını yakından tanıdım ve kendimce dersler çıkardım. Nâzım’ın şöyle bir özelliği var; çok büyük bir edebiyatçı ve şair ama aynı zamanda çok iyi bir insan. İyi bir yazar, sanatçı iyi bir insan da olmaz denir çoğunlukla. Picasso ve Dali ile ilgili söylenenler mesela. İnsan olmak başka bir şey, sanatçı olmak başka bir şey; keşke ikisi birden olabilse. Nâzım beni bu açıdan çok etkiledi. Bu ikisini bir arada tutabilmek zor, biraz tanınınca ego araya giriyor ve siz kendinizi kaybedebiliyorsunuz. Tanınırlık, şöhret sizi yenmemeli; yenememesi güçlü karaktere sahip olduğunuz anlamına geliyor. Bu açıdan Nâzım’a büyük saygı duyuyorum.

Size küçükken okumayı sevdiren kitap ne oldu?
Beni çok etkileyen ilk roman Dracula oldu. Bram Stoker tarafından yazılmış. Korkudan öte bir bilim kurgu romanı. İnsanın insan yaratma serüvenini, insanla teknoloji arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Küçükken korkuyla okudum ama daha sonra bilim kurgu, felsefe romanı olduğunu anladım.

Yazarken ve günlük hayatınızda dinlediğiniz müzikler hangileri?
Yazarken sözlü müzik dikkatimi dağıtır, dinleyemem, sözlerde kendimi kaybederim. Yazarken klasik dinlerim; Tchaikovsky, Beethoven, Mozart… Senfonik müzikler özellikle etkili oluyor. Jazz ve mistik müzik dinlerim. Yazarken konsantre olmalıyım.

Polisiye dışında başka türe adım atar mısınız? Bilimkurgu gibi mesela?
Zaman zaman polisiye yazmaktan sıkılıyorum. Her ne kadar çok gerilimli, maceralarla dolu olsa da... ‘Bir Aşk Masalı’nı biraz da ondan yazdım. Bilimkurgu yazma isteğim çok fazla var. Ülkemizin muhteşem bir tarihi var; Göbeklitepe, Nemrut, Kapadokya gibi kültürel değerler, ülkemizin coğrafyası bilim kurgu yazmak için şahane veriler sunuyor. Aklımda bilim kurgu yazmak var ama biraz zaman gerek; bu tür bambaşka bir şey, bambaşka bir dünya. Bu tür hakkında genel birtakım bilgilere sahip olmadan yazamıyorum. Herkes için bu elbette şart değil ama Ahmet Ümit için şart.

Kendi romanlarınız arasında en sevdiğiniz, farklı bir yere koyduğunuz var mı?
25 kitabım var. Kendime göre bazıları en sevdiğim ama bir gün gelecek hangi kitabımın daha iyi olduğuna tarih karar verecek. Ben öldükten sonra hangi kitabım okunursa o en iyisi olacak. Benim için özel diyebileceğim kitaplarım arasında bir tane var; ‘Masal Masal İçinde’. Çünkü içindeki masalları annemden dinledim. Annem artık ne yazık ki yok ama onun anlattığı masalı bugün Türkiye’de, farklı ülkelerde çocuklar okuyor. O yüzden annemden bana kalan bir yadigar olan bu kitap benim için çok özel.

Yazabildiğinizi ilk ne zaman fark ettiniz ve sizi yazmaya yönlendiren biri oldu mu?
Bana, Ahmet senin kalemin çok güzel falan demediler. Ben 1982 yılında, 22 yaşındayken birdenbire bir öykü yazdım ve bu öykülerden biri 40 farklı dilde yayınlanan bir dergide basıldı. O zaman bana da yazar olabilirim fikri geldi, yazabildiğimi fark ettim.

Bir cinayet yazarken nasıl plan yapıyorsunuz, katili nasıl seçiyorsunuz, o cinayet nasıl aklınıza geliyor?
Cinayetten önce anlatmak istediğim; fikir. ‘Kavim’i yazarken aklıma şu geldi; Mardin’i anlatmak istiyorum çünkü bu topraklarda çok farklı kültürler var. Bunu nasıl anlatabilirim? Mardin’de Mor Gabriel Manastır’ı var, Anadolu’da çok zengin bir kültürümüz var ve Hristiyanlığın önemli kaynakları orada. İlk kilise Antakya’da kurulmuş, bunu da bir cinayet vasıtasıyla anlatabilirim dedim. Böylece merakımı anlatmak istedim. Yoksa asıl amacım cinayeti anlatmak değil, cinayet aracılığıyla Anadolu’daki kültürün, toprakların, uygarlıkların ne kadar zengin ve önemli olduğunu anlatmak. Bunun için cinayetler kurguluyorum.

Yazmaya kabiliyeti olan yazar adaylarına tavsiyeleriniz neler?
Yazmak isteyen arkadaşlarıma söyleyeceğim şey çok basit; yazın, hemen yazın. Yazar olmaya karar verdiğimde bir yazara aynı soruyu sordum, o da bana o kadar çok şey söyledi ki onları yapmaya kalksam yazamazdım. O yüzden yazmak isteyen arkadaşlarım, hemen derhal şimdi yazsınlar. Ama yazarken diğer yazarları da okumak lazım. Sanat hakkında bilgi sahibi olmak, felsefe okumak lazım. Bütün bunlar bir yana, yazmak diğer yandan entelektüel birikimi sağlamayı da gerektirir. Ancak öyle iyi bir yazar olunabilir. Sadece yazarak, başkalarını okumadan, sanatla ilgilenmeden, felsefe bilmeden, dünyayı tanımadan ne yazabilirsiniz ki? Kendinizi, hayatınızı… bunlar bir süre sonra biter. Bütün dünyayı anlatmak, farklı karakterler yaratmak, ülkeler anlatmak gerek ve bunun yolu da bilgi edinmekten geçer. O yüzden yazar olabilirim, olacağım diyorsanız bu tavsiyeden sonra bilgisayarınızın başına geçin ve yazmaya derhal başlayın.

‘Komiser Nevzat’ dizisi gerçekleşecek mi?
Evet. Büyük bir film şirketiyle anlaşma yaptık, onlar Nevzat’ın dizi haklarını satın aldı. Büyük ihtimal dijital kanallardan birinde olacak. Şimdiden senaryo çalışmaları başladı, 2024’te çekimi olur, yayınlanması ise 2025’i bulur. Nevzat dönemi uzun sürecek. Çünkü 4 Nevzat romanı var ve bunları peş peşe yayınlamayı planlıyoruz.

Dizideki Nevzat karakterini kimin oynamasını isterdiniz?
Daha önce Nevzat karakterini Uğur Yücel, Çetin Tekindor, Altan Erkekli canlandırdı. Şimdi kim olur bilemiyorum, birçok oyuncuyla görüşüyoruz. Netleşince duyuracağım.

Yeni Nevzat romanı gelecek mi?
Şu an yeni Nevzat romanını yazıyorum. Bu çok önemli bir roman olacak çünkü Nevzat bu romanda karısı ve kızının katillerini bulacak. Ülkenin çok önemli bir sorununu çözmeye çalışacak.

Kitaplarınızda tarihi olaylar ve günümüz çok iç içe, tarihi kurguyu yaparken bir kriteriniz var mı? Neye göre seçiyorsunuz?
Tarih sübjektiftir. Biz Fatih Sultan Mehmet’i çok büyük bir padişah olarak görüyoruz ama Batılılar onu bir düşman olarak görür. Tarihi herkes kendi açısından değerlendirir. Dolayısıyla tarihte gerçek nedir, tarihte yaşananlar ne kadar doğrudur? Bu önemli bir mesele. O yüzden tarih yazarken herkesin kitaplarını okurum. İstanbul’un Fethi’ni hem bizim hem de batılıların gözünden okuyorum. İki tarafta da doğru veriler varsa onları doğru kabul edip öyle yazıyorum. Önemli olan farklı bakış açılarını okumak, üstlerine düşünmek, ortak noktaları bulmak. O olaylardan sonra neler olmuş, bugüne kadar neler değişmiş, gelişmiş bunları öğrenmek önemli. Zaten ben bir edebiyatçıyım, tarihçi değilim. Dolayısıyla birebir hakikati anlatmak gibi bir hükümlülüğüm yok. Yapmayabilirim ama yapmayı tercih ediyorum. Çünkü tarihi önemsiyorum ve insanlara tarihi gerçekleri anlatmanın da edebiyatçının görevi olduğunu düşünüyorum.

Ahmet Ümit asla ne yapmaz ya da ne yazmaz?
Kendi politik, ideolojik ya da milli görüşlerimi insanlara empoze etmeye kalkışmam. Edebiyat, insanlara siz şunu yapın, yapmayın demek değildir; edebiyat, okurun anlattığınız konu üzerine düşünmesini sağlamaktır. Politika kitabı bunu yapar ama edebiyat kitabı yapmaz.

Yazar olmasanız ne olmak isterdiniz?
Yine sanatçı olmak isterdim. İki alanda çalışmak isterdim. Müzisyen olmak, klasik müzik yapmak evrensel besteler yapmak isterdim. Aynı zamanda film yönetmeni olmak isterdim; edebiyatçı olduğum için çok şanslıyım çünkü istediğim her şeyi sözcüklerle ve güzel Türkçemiz ile anlatabiliyorum.

Sizin en çok beğendiğiniz seri katil, cinayet dizileri/filmleri hangileri?
Seven (David Fincher), Olağan Şüpheliler, Agatha Christie’nin Murder on the Orient Express, Malta Şahini, Chinatown. Dizi ise True Detective.

Kitaplarınız hakkında aldığınız ve hiç unutamadığınız yorum, eleştiri var mı?
Hiç unutmadığım ve beni çok etkileyen bir anım var. Hapishanelere gidip, konuşmalar yapıyordum. Üsküdar’da bir kadın cezaevine gittim. Orada Beyoğlu Rapsodisi kitabımın üzerine bir söyleşi yaptım. Sonrasında bir kadın mahkûm yanıma gelip teşekkür etti ve dedi ki; “Ahmet Bey ben 11 yıldır hapishanedeyim ve 11 yıldır bu duvarların dışını görmedim. Sadece cezaevinin nakil araçlarını, tel örgülerin arasından gördüm. Beyoğlu Rapsodisi kitabını okurken, 3 gün beni buradan kurtardınız. Ben üç gün özgürleşip Beyoğlu’nda yaşadım. Mahkum olduğumu unuttum. 3 gün bu hapishanenin dışında Beyoğlu’nun renkli sokaklarında, insanlarla dolaştım ve sizin kahramanlarınızla beraber 3 günlük bir hayat yaşadım. 3 gün de olsa beni bu mapus hayatından kurtardınız, özgürlüğümü verdiniz bana” dedi.

Ortaya çıkardığınız bir karakterden korktuğunuz oldu mu hiç?
Hiç olmadı, neden olsun. Benim hayalim o, insan hayalinden korkar mı!

Bu kadar kısa sürede bu kadar çok güzel kitap yazmanın sırrı nedir?
İnandığın konuları yazmak. Sonra öğrenmek istediğin konuyu yazmak. Mitolojiyi öğrenmek istiyordum ve bunun için Kayıp Tanrılar Ülkesi’ni yazdım çünkü öğrenmenin en iyi yolu yazmaktır. Sadakat, samimiyet, ciddiyetle çalışıp yazmak gerekir.

‘Kayıp Tanrılar Ülkesi’ romanında nereden esinlendiniz ve aynı romanda bu kadar elementi nasıl birleştirdiniz?
Bu kitabı yazma nedenim Anadolu’daki Antik Yunan dönemini anlatmaktı. Bunu yazarken de Bergama’da bulunan ve antik dönemin 8. dünya harikası olan Pergamon Altarı’ndan yola çıktım. Ne yazık ki artık ülkemizde değil, 1875’te Berlin’e götürüldü, Berlin’de aynı isimde müzesi kuruldu. Bu yüzden romanım Berlin’de geçiyor. Aynı zamanda Berlin’de sadece Pergamon Müzesi değil 600.000 Türk işçisi var 1860 yılında giden. İşte bu yüzden bu elementleri; Almanya’daki Türkler ve Almanya’da Anadolu uygarlıklarının izleri.

‘Beyoğlu Rapsodisi’nde Nevzat ve Ahmet Ümit karşılaşması çok güzel...
Bazen sıkılıyorum ve kendimi romanın içine koyuyorum ki eğlence, heyecan olsun. Nevzat pek hoşlanmıyor çünkü yazar onun hakkında her şeyi biliyor, hoş bir şey değil.

Sizce dijitalleşme edebiyatı nasıl etkiliyor?
İlk edebi metinler kitaba yazılmadı. Balmumundan, kil tabletlere yazıldı. Sonra papirüs, sonra parşömen ve bugünkü kitap dediğimiz form çıktı. Ast olan bizim hikaye, roman, şiir yazmaya devam etmemiz ve bunun okura ulaşması. Dijital ya da kağıt önemi olmadığını düşünüyorum. Teknoloji gelişiyor ve gençler bunu kindle’la okuyabiliyor, dinleyebiliyor. Ama eski kuşaktan biri olarak kitabı tercih ederim çünkü alışkanlıklarım öyle. Önemli olan edebiyat hazzının, bilgisinin alınması. Hangi araçların bunu sağladığının bir önemi yok.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!