Abdülhak Hâmit’i nasıl anmıştık?

Güncelleme Tarihi:

Abdülhak Hâmit’i nasıl anmıştık
Oluşturulma Tarihi: Şubat 16, 2017 10:55

Nâzım Hikmet ile Abdülhak Hâmit buluşması edebiyatçılar üzerinden yapılan ideolojik kavgaların anlamsızlığını düşündürür bana. Aynı düşüncede olmayanların, birbirine saygı göstermesini öğretir, Nâzım Hikmet’in yazısı bize...

Haberin Devamı

Teşvikiye Caddesi’nden aşağıya inerken, Maçka Palas’ın duvarındaki Abdülhak Hâmit Tarhan’ın burada yaşadığına dair plaketi görünce, meşhur dizeleri ve anılar, okumalar belleğimde tazelendi.
Ne diyordu burayla ilgili:
“Sanmayın yer katında bir bodrum,
Açmışım gök yüzünde bir uçurum
Ki derununda ben varım ancak!”
İstanbul Erkek Lisesi’nde okuyan çocukluk arkadaşım Konur Ertop, liselerinde Abdülhak Hâmit’i anma günü yapacaklarını söylemişti. Yanlış hatırlamıyorsam, şaire hayran edebiyat öğretmeni Alişan İnceoğlu tertiplemişti. Okul sıralarımdan beri, anmalara değer verdiğim için gittim. Salona girdiğimde, herkes yerini almıştı. Konuşmalar yapıldı, program bitti. Birden perdeler kapandı. Bütün ışıklar kapatıldı. Hoparlörlerden salona Hafız Burhan’ın ‘Makber’i okuyan sesiyle doluyordu. Ön sırada oturan lise müdürü Ahmet Özbey ayağa kalktı, yanında oturan şairin eşi Lüsyen Hanım’ın önünde eğildi. Lüsyen Hanım kalktıktan sonra koluna girdi. Birden açılan bir kapıdan, içeriye süzülen bir ışık huzmesi doldu. Ağır merasim adımlarıyla kapıdan çıktılar. Bütün salon aynı adımlarla onları takip ederek salonu terk etmiştik.
Çağdaş şiirimizin ilk büyük imzası için, Süleyman Nazif ‘Şair-i âzam’ demişti. Nâzım Hikmet de 1929 yılında, Resimli Ay Dergisi’nde yayımlanan ‘Putları Yıkıyoruz No.1 - Abdülhak Hâmit’ yazısında şairi eleştirmişti: “Abdülhak Hâmit Bey, dâhi-i âzam mıdır, edebiyatta dâhi kime derler? Bir Türk vatandaşının Türk Hâmit’e dâhi demeyip İngiliz Şekspir’e dâhi demesi hiyanet mahiyetinde bir iş midir?”
Yazı sertçe biter: “Hakiki dehayı bulmak için sahte dehaları, kafalarımıza zorla dikilen putları yıkalım...”
Bu satırları yazdıktan beş yıl sonra, Nâzım Hikmet, Hâmit’i ziyaret eder. Bu kez yazısının başlığı ‘Öptüğüm el...’dir.
Buluştukları odayı, Abdülhak Hâmit’i büyük bir ustalıkla tasvir ettikten sonra ona saygısını şöyle yazıya döküyor:
“Ben ki el öpmemişim, eğildim öptüm bu eli.
Yaratanın yaratanını, kendi kendimi öpmüş gibi oldum!..”
Bu buluşma, edebiyatçılar üzerinden yapılan ideolojik kavgaların anlamsızlığını düşündürür bana. Aynı düşüncede olmayanların, birbirine saygı göstermesini öğretir bu yazı bize. Verdiği yargıları değişmez zannedenlere de bu yazıyı akıllarına mıhlamalarını öneriyorum.
Değerli okurlarıma, bu yazıların amacını şöyle belirtmeliyim:
Bunlar sadece birer yaşadıklarımın, gördüklerimin, okuduklarımın, dinlediklerimin, tanıklıklarımın izdüşümleri değil. Yazıda adı geçen isimleri, eserleri okuma vesilesi olabiliyorsa daha çok sevindirir beni.

BAKMADAN GEÇME!