GeriSeyahat İddiasız gibi görünen küçük kent NİĞDE
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
İddiasız gibi görünen küçük kent NİĞDE

İddiasız gibi görünen küçük kent NİĞDE

Türkiye’nin uçsuz bucaksızlığı içinde, büyük kentler arasına sıkışmış, iddiasız ve küçük bir kent gibi duruyor Niğde. Ama ona arka çıkan koca bir geçmiş, etrafında görkemli dağlar ve belki de tüm bunlardan bir gelecek yaratabilecek umutlu insanları var. Niğde’nin değişen çehresini ‘Üniversite Öncesi’ ve ‘Üniversite Sonrası’ diye ayırmak mümkün. ’Son 10 yıldır, Niğde’deki apartmanların giriş katlarının pastane, türkü bar ve internet kafe yapılması, gençlerin kentteki varlığının en belirgin göstergesi. Kentin pek turist yüzü görmeyen merkezine karşın, 65 kilometre mesafedeki Aladağlar, en büyük cazibesi. Niğde’nin adını bile duymamış olan trekking meraklısı birçok yabancı turist, bir gün mutlaka Aladağlar’a gelmeyi hayal eder. Toroslar’ın en büyük bölümünü oluşturan Aladağlar’ın, derin geçitleri ve sık vadileri var. Ayrıca yol boyunca rastlanan buzul gölleri, dağ çiçekleri, kelebekler, zirvelerdeki yaban keçileri ve hazirandan eylüle yaylaya çıkan yörüklerin konukseverlikleri, bu yürüyüşleri daha da keyifli hale getiriyor. Aladağlar’a gelip de merkezdeki tarihi görmeden geçmeyinNiğde Kalesi’nin, sadece tarihi bir yapı olmaktan sıyrılıp, yaşamın içindeki yerini hissettirdiği an Perşembe Pazarı’nın kurulduğu gündür. O zaman kalenin altına yayılan renk cümbüşünü yüksekten seyretmek, surlara yaslanan satıcıların, güvercin meraklılarının yanından geçip Alaeddin Tepesi’ne yürümek, bu yapıya biraz daha anlam katar. Alaeddin Tepesi’nin kuzeydoğusundaki kalenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı tam olarak bilinmese de Geç Hitit döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Roma, Bizans ve Selçuklu dönemlerinde ise onarım görmüş. Eski kenti üç suruyla çevreleyen ve bugün sadece bir ana burcu ayakta kalan kalenin surları, 1470’de Sadrazam İshak Paşa tarafından onarılmış. İlk yıllarında hapishane olarak kullanıldığı tahmin edilen kalenin eski burçlarından biri üzerine inşa edilen, 19. yüzyıldan kalma bir Saat Kulesi duruyor. Kalenin güneyinde, bir tepenin üzerinde, Niğde Sancak Beyi Zeynettin Beşare tarafından yaptırılan, 1223 tarihli Alaeddin Camii var. Minare ve kubbesindeki bezemelerle dikkat çeken caminin en çarpıcı yanı, Selçuklu taş işçiliğinin belirgin bir örneği olan ve güneş ışınlarının açısına bağlı olarak görünüp kaybolduğu söylenen ‘’Taçlı Kadın Başı’’ figürünün bulunduğu doğu giriş kapısı. Yaz aylarında öğleden önce görülebilen bu figürün öyküsü şöyle: Beyin kızına aşık olan cami ustası, sevdiğine kavuşamayınca, aşkını kalbine gömer ve sevgilisinin yüzünü de caminin portaline işleyip gizler. Kapının üzerinde şekli bozulmuş iki çıkıntı eskiden aslan çehreleriydi. Namaz saatlerinde açık olan caminin içi kadar sade dış duvarlarında, Kapadokya’ya ait beyaz ve sarı yontu taşı kullanılmış. GOTİK ÜSLUPLU CAMİCaminin hemen altında, bugün metruk haldeki Bedesten var. 17. yüzyıla ait bu kapalı çarşının bir ucunda, 14. yüzyıla tarihlendirilen Sungurbey Camii duruyor. 18. yüzyılda büyük bir yangın geçirmiş olan caminin en karakteristik özelliği, İslami unsurlarla birlikte Batı sanatına ait tarzların da kullanılmış olması. Özellikle camide ağır basan Gotik üslubu fark etmemek mümkün değil. Dilimli ve yıldızlı kafesli pencere buna bir işaret. Birbirine karışmadan yan yana gelen bu iki tarzın farklı işçi ekipleri tarafından uygulandığı tahmin ediliyor. Caminin, Doğu tekniğini uygulayan Müslümanlar ile Kıbrıslı Rumlar ve Çukurovalı Ermeniler tarafından yapıldığı biliniyor, ancak yapının inşasında birlikte mi yoksa ayrı devirlerde mi çalıştıkları tam olarak bilinmiyor. Caminin karşısındaki Dumlupınar İlköğretim Okulu’nun bir bölümü, 1913 tarihli bir Rum okuluymuş. Bugün okulun bazı dersliklerinin bulunduğu bina rahibelerin yaşadığı yer, bitişiğindeki küçük bina ise papazın eviymiş. Hemen arkasındaki büyük kilise 1800’lerden kalma. Caddenin diğer tarafında, Vali Konağı Caddesi’ne doğru, 1409 tarihli Karamanlılar devrine ait Akmedrese var. Bugün Niğde Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Bölümü tarafından kullanılan iki katlı yapının avlusunda sosyal etkinlikler düzenleniyor. Görkemli kapısına ve içeri girerek kemerli avlusuna göz atın. Akmedrese adı, yapının inşa edildiği devirde, giriş kapısının mermer pervazının beyazlığıyla daha eski yapılarla bir tezat oluşturduğu zamana ait. Bugünse mermer eskimiş ve kül rengini almış. Kapının üzerindeki güzel kitabe, medresenin yapım tarihini veriyor. II. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’un düşman işgaline uğrama olasılığı göz önüne alınarak, Akmedrese’nin Topkapı ve Arkeoloji müzelerinin deposu olarak kullanılmasına karar verilmiş ve bu müzelerdeki bütün eserler burada koruma altına alınmış. 1950’li yıllara kadar Akmedrese’de tutulan eserler daha sonra yeniden İstanbul’a taşınmış. Akmedrese, 1957’den sonra Niğde Müzesi olarak düzenlense de müze 1976’da bugünkü binasına taşınmış. Orta Anadolu’nun en önemli müzelerinden biri olan Niğde Müzesi’nin (Pazartesi hariç, yazın 08.00 12.00 ve 13.30- 17.00, kışın 08.00- 13.00- 16.30, 0388 232 33 90) kaydadeğer bir özelliği, eserlerin MÖ 8. binden (Altpaleolitik) günümüze kadar, hiç kesintiye uğramadan, sürekli bir kronoloji içinde sergileniyor olması. EN İYİ 15. MÜZEBugün bölgede altı arkeolojik kazı sürüyor. Kemerhisar’daki, dünya ve Türkiye arkeolojisi açısından önem taşıyan ve henüz toprak altındaki antik Tyana kenti, Neolitik ve Kalkolitik dönemleri kapsayan Köşk Höyük, Ulukışla’daki Porsuk Höyük, ilk obsidyen atölyesi kazısı olan Kaletepe, Çiftlik’teki yine Neolitik ve Kalkolitik döneme ait Tepecik Höyük ve Andaval (Aktaş) Konstantin Helena Kilisesi kazısı ve restorasyonu... Niğde civarında yapılan kazılardan çıkan eserlerin sergilenmesi gerekince, müze 1993’te kapatılarak 2001’de ‘’Yaşayan Müze’’ adı altında yeniden açıldı. 2003’te Avrupa’nın en iyi müzeleri arasında ilk 15’e giren Niğde Müzesi, arkeolojik canlandırmaların yanısıra özenle düzenlenmiş panoları ve detaylı açıklamalarıyla dikkat çekiyor. Bunda birikimli ve deneyimli Müze Müdürü Fazlı Açıkgöz’ün katkısı büyük. Müzedeki çarpıcı yenilikler arasında, orijinal buluntuların yerleştirildiği, Kalkolitik döneme ait bir ev ile Eski Tunç Çağı’na ait Göltepe Kestel maden ocağı ve madenci köyü buluntularının görülebildiği maden galerisi ve girişinin birebir canlandırması var. Ayrıca müzede, Kapadokya bölgesine has mumyalama tekniğiyle yapılmış MS 10.- 11. yüzyıla ait bir rahibe mumyasının yanısıra Aksaray Çanlı Kilise’den çıkarılan dört çocuk mumyası da bulunuyor. Ihlara Vadisi’ndeki Yılanlı Kilise’de bulunan ve ‘’Sarı Rahibe Mumyası’’ olarak adlandırılan bu buluntunun üzerinde National Geographic mumya uzmanları tarafından yapılan araştırmalar sonucunda, mumyanın 20’li yaşlarında, doğum yapmamış ve herhangi bir hastalığı olmayan genç bir kadına ait olduğu belirlenmiş. Çatalhöyük’le çağdaş olan ve Anadolu arkeolojisi açısından Çatalhöyük kadar önemli Köşk Höyük’te bulunan bir parça da dikkate değer. Ölen kişinin kafatasının mezardan çıkarılarak, üzerine kilden bir maske ve aşıboyayla kulak, burun ve göz yapılmasına bir örnek müzede görülebilir. Ayrıca yine buradan çıkarılan kemik ve taş mühürler, Asur Ticaret Kolonileri devrine ait ticaretin simgesi kapaklı, mühürlü vazolar, günümüzden 5 bin yıl önce kalay üretildiğini gösteren buluntular da sergileniyor. Müzede iki önemli kitabe var. Biri Niğde adının tarihte ilk kez geçtiği ve Hitit hiyeroglifiyle yazılmış Andaval Kitabesi. Diğeriyse, Karamanlıca Kitabe olarak bilinen ve bir kadına ait, 1894 tarihli, aruz vezinli bir mezartaşı. Müzenin etnografik bölümünde, Sungurbey Camii’ne ait kündekari tekniğiyle yapılmış pencere kanatları ve kapı da sergileniyor.NİĞDE CİVARIBizans döneminin en iyi korunmuş manastırını kaçırmayınKayseri- Adana yolu üzerinde, Niğde’nin 9 km kuzeydoğusunda, Kapadokya bölgesinin tipik özelliklerine sahip, kaya oyma yerleşimlerinden biri olan Gümüşler Manastırı (Pazartesi hariç, yazın 09.00-12.00 ve 13.30-18.30, kışın 08.00-12.00 ve 13.00-17.00, 0537 763 96 51) var. Genellikle Kapadokya’ya gelenler, sayısız kilise gezdikleri için Niğde’ye gelip Gümüşler’i görmeye değer bulmazlar. Herkesin düştüğü bir hatadır bu. Çünkü freskleri açısından, 8.-12. yüzyıla ait, Bizans döneminin bu en iyi korunmuş manastırı, bölgedeki en görkemli eser. İkonoklastik dönemden ve başka birçok yağmadan kurtulmuş olan freskleri nedeniyle, bölgenin kaçırılmaması gereken yerlerinden. Genellikle Kapadokya bölgesindeki kiliselerde rastlanan tahrip edilmiş yüzler, burada olduğu gibi duruyor. Gümüşler kasabasındaki, konut, kilise, manastır ve mezarlıklar topluluğu geniş bir alana yayılıyor. Avluya girer girmez, hemen karşıdaki kemerli kapıdan, yüksek ve zarif sütunların bulunduğu kiliseye giriliyor. Siyah-beyaz geometrik desenlerle süslü sütunların bulunduğu bu küçük bölümde, yeşil, mavi ve kahve renklerini içeren göz alıcı freskler var. Fresklerde, İsa’nın doğumu, müjde ve takdim sahneleri ve hemen sağdaki taşa oyulmuş nişin içinde de ‘’Gülümseyen Meryem Ana’’ olarak bilinen ve birçokları tarafından Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sına benzetilen uzun boylu, zarif ve dingin bir Meryem Ana tasviri görülür. Aziz ve havarilerin tasvirlerinde saç, sakal ve kumaş kıvrımları, ışık ve gölge hissini vererek, sade ancak çarpıcı bir şekilde fresklere yansıtılmış. Üst kattaki yatak odalarına eskiden duvarlara oyulmuş oyuklardan çıkılırdı. Bugün demir bir merdiven var. Kilisenin hemen yanında bir şarap imalathanesi var. Yine avluda, içinde kilise ileri gelenlerine ve bağışçılara ait iskeletlerin bulunduğu mezarlar görülebilir. Bu mezarlar içinde en önemlisi, kilisedeki fresklerin hemen altında bir nişin içinde bulunan, bir azize ait kutsal kemikler. Hemen mezarlara bitişik yuvarlak delikler, ölenlerin değerli eşyalarının konulduğu bölümlerdi. Bekçi Mustafa Uludağ, manastırı gezdirmekten ve bilgi vermekten büyük keyif alıyor. ESKİ BAŞKENT TYANANiğde’ye 23 kilometre mesafede, Kemerhisar’da bulunan ve tarih öncesinde birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Tyana, Geç Hitit döneminde başkentti. En parlak devri olan Roma devrinde, iki kez Güney Kapadokya Krallığı’nın başkenti olur, MS 2. yüzyılda Hadrianus ve Trajanus zamanında tapınaklar ve saraylarla imar edilir. Bu bölgedeki diğer kentler gibi burası da 7. ve 8. yüzyıllarda Arap istilalarına uğrar. Ancak Bizans devrinde yapılan kiliselerden buranın gücünün devam ettiği görülüyor. 11. yüzyılda Selçuklu akınlarından sonra, kent terk edilir ve halk Niğde’ye taşınır. 16. yüzyılda ise Türkler, kalıntıların üzerine yerleştirilirler. Bugün görülebilen en önemli kalıntı olan Su kemerleri, Köşk ile Tyana arasında üç kilometrelik bir uzunluğa sahipti ve 30 bin kişiye su taşıyordu. Bugün sadece Tyana tarafında 1200 metrelik bir bölümü toprak üstünde. Su kemerleri, 1995’te Kültür Bakanlığı tarafından sit alanı olarak ilan edildi ve koruma altına alındı. Kemerleri takip ederek, Kemerhisar’ı geçince, Bor ilçesinde Bahçeli kasabasında, bu kemerlerin taşıdığı suyun kaynağı olan ve bugün Roma Havuzu olarak bilinen MS 2. yüzyıla ait bir havuz var. Havuzun kesme taşlarının bir kısmı orijinal.Bugünkü Niğde- Kayseri karayolu, Bizans devrinde Kudüs Hac Yolu üzerindeydi. Dindar bir kadın olan İmparator Konstantin’in annesi Helena, Kudüs’e hacca gittiğinden onun adına MS 5. yüzyılda bir kilise yapılmış. 1977’ye kadar sağlam olan ve ambar olarak kullanılan Andaval (Aktaş) Konstantin Helena Kilisesi, daha restorasyonuna başlanmadan, burayı kullanan kişi tarafından dinamitle havaya uçurulmuş. Bugün tek bir duvarı ayakta olan ve kazı başkanlığını Hacettepe Üniversitesi’nden Doç. Dr. Sacit Pekak’ın üstlendiği kilisenin duvar resimleri ve taş oymacılığı dikkate değer. ALADAĞLAR VE BOLKAR DAĞLARINiğde’nin adını bile duymamış yabancılar bir gün mutlaka buraya gelmeyi hayal ederNiğde’nin pek turist yüzü görmeyen merkezine karşın, 65 kilometre mesafedeki Aladağlar, kentin en büyük cazibesi. Niğde’nin adını bile duymamış olan trekking meraklısı birçok yabancı turist, bir gün mutlaka Aladağlar’a gelmeyi hayal eder. Yabancıların bu ilgisine rağmen, nedense burası Türk turistler tarafından tam olarak tanınmıyor. Toroslar’ın en büyük bölümünü oluşturan Aladağlar’ın, derin geçitleri ve sık vadileri var. Ayrıca yol boyunca rastlanan buzul gölleri, dağ çiçekleri, kelebekler, zirvelerdeki yaban keçileri ve hazirandan eylüle yaylaya çıkan yörüklerin konukseverlikleri, bu yürüyüşleri daha da keyifli hale getiriyor. Aladağlar Milli Parkı’nın içinde yaban keçisi, kurt ve vaşak gibi hayvanların yanısıra, kuş gözlemcilerinin ilgileneceği kuş türleri de var. Turların en cazip yeri olarak Yedigöller Platosu ve Kapuzbaşı Şelalesi ile tırmanış zorluğu olmayan Emler Zirvesi kabul ediliyor. Aladağlar, Doğu Toroslar olarak da biliniyor. Adını, günbatımında büründüğü kızıl renginden alıyor. Yirmiyi aşkın üç bin metrenin üzerinde zirvesi var. En yüksek zirvesi, 3756 metre yükseklikteki Demirkazık. Bu bütün Toros silsilesinin en yüksek zirvesi. Diğer zorlu zirveleri arasında Kaldı, Alaca ve Kızılkaya sayılabilir. Aladağlar’da trekking yapmak için, profesyonel dağcı olmak gerekmiyor. Kondisyonu iyi olan ve yürüyüş deneyimine sahip herkes bunu başarabilir. Mayıs ortasından ekim sonuna kadar trekking yapılıyor. Daha çok tavsiye edilen aylar, temmuz ve ağustos. Aladağlar’a trekking turları düzenleyen Demavend Travel (Niğde, 0388 232 73 63, 0533 516 19 05, 0535 344 15 31- Turan), www.demavendtravel.com), bu alanda en çok tercih edilen acentelerden. Trekking sezonu boyunca, aşçılı yerleşik kampları bulunan Demavend’in haftalık yürüyüşlerinde, uyku tulumu hariç her türlü kamp malzemeniz temin ediliyor. Konaklama, Yedigöller Platosu’nda yapılıyor. Haziran başında bu bölgede 15’in üzerinde buzul gölü oluşuyor. Bunların arasında en çok ilgi çeken, Büyükgöl. Trekking turlarına katılmak istemeyen ve bağımsız yürüyüş yapacaklara da şirket her türlü bilgi ve harita vermeye hazır. Minibüsler, Emli Vadisi’ne kadar gidiyor. Sokullu Vadisi’ne de cip ya da traktörle gitmek mümkün. Niğde’den her 1.5 saatte bir, 08:30- 18:00 arası gidiş ve dönüş var. Demirkazık ya da Çukurbağ kavşağında inmek gerekiyor. Konaklama için, aracın asfalt yoldan ulaşabildiği Demirkazık köyündeki Dağ Evi (0388 724 72 00) yıl boyunca açık. Birkaç kişiyseniz, yazın, Çukurbağ köy evlerinde (0388 723 70 95- 0388 724 70 17) konaklayabilirsiniz. 13 yıldır yabancılarla çalışan, trekking üzerine deneyimli bir başka acente de kayak, dağcılık ve kültür turları da düzenleyen Sobek Travel (Niğde, 0388 232 15 07, www.trekkinginturkeys.com). Niğde’ye 80 kilometre mesafedeki Bolkar Dağları da trekking programlarında yer alıyor. Zirvesi, 3524 metre yükseklikteki Medetsiz. Bu bölgede daha otantik köyler var. Çini Göl ve Karagöl, buzul gölleri arasında en bilinenleri. Yükseklere, özellikle Aydos zirvesine ciple çıkmak mümkün. Karagöl’e de arabayla gidiliyor. Bolkar Dağları’nda yapılan uzun turlar, Aladağlar’a göre daha zorlu. Ayrıca Niğde’de, dağcılık ve trekking konusunda her türlü bilgiyi alabileceğiniz NİDOS (Niğde Doğa Sporları Kulübü, 0388 232 98 32, 0533 551 82 43, www.aladaglar.com) var.KAÇINAladağlar’a gelip de Niğde merkezdeki tarihi görmemekYAKALAYINNiğde Müzesi’ni mutlaka gezmekAğaçlar elma doluyken Niğde’de olmak
False