GeriSeyahat Güneyde güz tatili
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Güneyde güz tatili

Güneyde güz tatili

Sanki Orhan Veli şu dizeleriyle beni anlatmaya çalışmış: “Gün olur başım alır giderim / Denizden yeni çıkan ağların kokusunda / Şu ada senin, bu ada benim/ Yelkovan kuşlarının peşi sıra...” Ben de öyle yaptım. Tatilciler, yazlıkçılar elini eteğini çekince ben de yollara düşüp, güz tatilinin keyfini çıkardım.

Bu mevsimde gezmeye hiç doyamam. Yollar boşalmıştır, doğa rengarenk elbiselerini giymiş, kasabalar yalnızlığa, sessizliğe ve belki de biraz hüzne bürünmüştür.
Güz tatillerinde, yazlık kasabalar gerçek yüzlerini gösterir. Gülümsemeler, selamlaşmalar bu mevsimde daha gerçekçi olur nedense. Hatta açık kalan bir kaç lokantada, gerçek lezzetler sunulur konuklara.
Gökyüzü bıktırıcı maviliğine, yumak yumak beyaz bulutları ekler. Sizi gölgelere hapseden bunaltıcı sıcak, yerini ürperten serin rüzgarlara terk eder. Gri bulutlarla gelen yağmur, yolunu hasretle bekleyen toprakla buluşur. Bu yüzden tüm doğa ıslak toprak kokar. Yaz boyu bıkmak bilmeden cızırdayan ağustos böcekleri yerlerini kuş şarkılarına bırakır.

LEZZETLİ MEZELER AYDINLIK SOHBETLER
 
Her yıl yaptığım gibi bu ekim sonunda da “tatile” çıkıp, yalnız kasabalarla buluştum. Datça Yarımadası civarında hem doğanın hem de lezzetli yemeklerin tadını çıkardım.
Bozburun yolu üstündeki Selimiye’yi severim. Her geçen yıl biraz daha kalabalıklaşsa da güzelliğini korumasını bilmiştir. Kısa süre öncesine kadar cıvıl olan liman, şimdi sessizliğin örtüsünü üstüne örtmüştü. Kediler boş masaların altına kıvrılmış yaz akşamları masalardan kaptıkları balık parçalarının rüyasını görüyordu.
Bir yağmur sonrasıydı. Peşime takılan bir köpekle kıyı kıyı yürüdüm. Kıçtan kara etmiş bir kaç tekne sahibiyle selamlaştım. Dağların üstüne inen mor renkli akşam bulutlarını seyrettim. Sonra tekrar limana dönüp, Parageda’da küçük ama çok lezzetli mezelerle karanlığı karşıladım. Karanlık geldi, mutlu oldum, içime bir sevinç oturdu.
Ertesi gün Orhaniye’de aynı güzellikleri yakalamaya çalıştım. Yaz günleri turistleri sırtında taşıyan Kız Kumu’nun üstünde denize doğru yürürken, güz sağanağına yakalandım. Aldırmadım. Islanmak hoşuma gitti. Yörenin lezzet simgesi Zuhal Hanım’ın yeni açtığı Zuzu’ya sığındığımda sırılsıklam olmuştum. Zuhal Hanım beni özel güz kokteyli ile ısıttı. Tek müşteri olmanın şımarıklığını yaşadım. Mutfağa girip, Zuhal Hanım’ın sanatını icra edişini seyrettim. Onunla geçmiş günleri konuştum, reçellerini özlediğimi söyledim. İçinde kara cümleler olmayan hoş beşle bir güzel güne daha nokta koydum.
Üçüncü günüm Söğüt köyünde geçti. Bu kısa güz yolculuğumdan sonra, mutlu, mesut dönüş yoluna çıktım.

SÖĞÜT’TEN AKDENİZ MANZARASINA DOYULMAZ

Ormanların arasından döne dolaşa giden, sessiz, çam kokulu yolu aşıp, Bozburun’un Söğüt köyüne gittim. Buradan Akdeniz’in görüntüsünün doyumsuz olduğunu biliyordum. Bir tepenin üstünde otomobilden inip, manzaraya daldım gittim. Koylar, uzak adalar, dağlar ince bir sis perdesinin altına sığınmıştı. Bulutlar gökyüzünde şekilden şekile giriyordu. Renklerine bakılırsa yağmur taşıyorlardı Datça ormanlarına. Kıyıdaki Cumhuriyet Mahallesi de konuklarını yolcu etmiş, kendi içine dönmüştü.
Tepedeki Manzara Restoran’a oturdum. Burası adını hak eden bir mekandı. Serin bir rüzgar eşliğinde karşıda adalar, uzaklardan geçen tekneler, çivit mavisi bir deniz...
Bu muhteşem manzara aklıma, İspanyol’ların Nobel ödüllü ozanı Juan Ramon Jimenez’i getirdi. Onun metinlerini ne zaman okusam, kendimi hep Akdeniz’in kıyısında bulurum. İşte “Platero ve Ben”den bir paragraf. Bakalım sizi de Akdeniz’e sürükleyebilecek mi: “Öğlenleri bütün kasaba çam kokar, sıcak ekmek kokar. Bütün kasaba ağzını açar. Kocaman bir somunu yiyen kocaman bir ağız gibi. Her şeyin içine işler ekmek: Zeytinyağının, soğuk domates çorbasının, peynirle üzümün; kızarmış bir ekmek kabuğunun öpücüğü andıran tadı, şaraba, ete, domuz pastırmasına siner. Bu tat yalnız başına da umut gibi bir şeydir ya da bir düşle gelir...”

False