Türkiye’de fırsat eşitliği yok

Güncelleme Tarihi:

Türkiye’de fırsat eşitliği yok
Oluşturulma Tarihi: Aralık 05, 1999 00:00

Haberin Devamı

Finans dünyasının starı Burhan Karaçam üretirken liberal, paylaşırken sosyal demokrat çünkü...

Adı, on iki yıl genel müdürlüğünü yaptığı Yapı Kredi Bankası ile özdeşleşen Burhan Karaçam, şubat ayında bu görevinden, deyim yerindeyse ‘‘mesleğinin zirvesindeyken’’ istifa etti. Finans çevrelerinde küçük bir depreme sebep olan karar, transfer söylentilerini ve danışmanlık beklentilerini beraberinde getirdi. Ancak dedikoduların hiçbiri doğru çıkmadı, Karaçam kendi işini kurdu. Amerikalıların ‘‘value creation’’ (değer yaratma) diye adlandırdıkları bu işi, Karaçam'ın kariyer öyküsünü ve çocukluğunu aşağıda anlatıyoruz. Orta halli bir memur çocuğunun başarı öyküsü, yalnızca yükselmek isteyen gençlerin değil, on yılda Türk bankacılığının nereden nereye geldiğini merak edenlerin de ilgisini çekecek.

Burhan Karaçam 1978-1981 yılları arasında üç yıl Londra'da yaşadı. O zaman bambaşka bir iş yapıyordu, ancak kafasında bankacılıkla ilgili ilk ışıklar bu yıllarda yandı. İngiliz vatandaşı olmadığı halde İngiliz bankalarından aldığı hizmeti onun ağzından dinleyelim: ‘‘Hesap açtırdıktan sonra hem bana, hem karıma çek karnesi ve kredi kartı verdiler. Orada ipotekli bir ev satın aldım. Bankanın verdiği eşya kredisiyle evimizi döşedik. Bir de kredili mevduat hesabı açtılar. Üç yıl sonra Türkiye'ye döndüm. Ne ev alabiliyorum, ne başka bir şey. Çok ağırıma gitti. ‘‘Burası Türkiye...’’ lafının anlamını o zaman kavradım ve mücadeleyi göze aldım.’’

Burhan Karaçam 1981 yılında, Türkiye'nin yediği ‘‘darbenin’’ şaşkınlığını henüz üstünden atamadığı dönemde Türkiye'ye döndü. Yaşanan ekonomik değişimin farkındaydı ve değişimi kaçırmak istemiyordu. O güne kadar müşterilerine, havale yapmak, para toplamak ve senet dışında pek bir hizmet vermeyen, sıkıcı ve muhafazakar bir sektör olan bankacılığı seçti. Oysa üniversiteden mezun olduğu 1972 yılından beri çalıştığı Arthur Anderson'da hızla yükselmiş ve ortaklık seviyesine gelmişti. Tıpkı Yapı Kredi'den ayrılırken olduğu gibi ‘‘mesleğin zirvesindeydi’’. Galiba zirveden sonra ibrenin aşağıları gösterdiğini, dahası bankacılığın onu daha yükseklere taşıyacağını seziyordu.

KEBAPLA BÜYÜDÜ

İş hayatı sorumluluk ve risk alarak geçen Burhan Karaçam 1949 yılında İstanbul Fatih, Mutemet Sokak'ta doğdu. Babası devlet hastanelerinde çalışan bir operatör doktor, annesi ev hanımıydı. 10 yaşına kadar Fatih'te, anneannesi, dedesi, amcaları, yengeleri, kuzenleri ile bir büyük ailenin içinde yaşadıktan sonra, babasının tayini ile birlikte Tarsus'a taşındılar. Burhan, iştahsız, cılız bir çocuktu. Ama güneyin kebabına bayıldı ve kahvaltı dahil her öğünde kebap yemeye başladı. Bugünkü kebap merakının temeli o günlerde yatıyor.

Ortaokulu Tarsus Amerikan Koleji'nde bitirdikten sonra ailesinden ayrılıp Robert Kolej'de yatılı öğrenci olarak İstanbul'a geri döndü. Lise yılları, tüm sportif ve sosyal etkinliklerin içinde yer aldığı, karnesinin hal ve gidiş hanesinde ‘‘fena’’ yazan yıllardı. Tüm yatılı öğrenciler gibi kendini okulun ‘‘sahibi’’ zannediyordu. Bu zanla okulu hakikaten sahiplendi: ‘‘Öğrenci Birliği üyesiydim. Sosyal Demokrat bir öğrenci kulübümüz vardı. Bu kulübün, okulun yüksek okuldan üniversiteye geçmesinde çok büyük etkisi oldu. Benim mezun olduğum 1972 senesinde okulumuzun adı artık Boğaziçi Üniversitesi idi. Boğaziçi'nin ilk mezunlarının konuşmasını da ben yapmıştım.’’

Üniversitede en çok özlemini çektiği şeylerden biri de kebaptır: ‘‘Üniversite yıllarında İstanbul’da bir iki tane kebapçı vardı. Beyoğlu'nda balık pazarının arkasındaki Ahmet Usta'ya Yunanlı arkadaşım Tito götürmüştü ilk. Ahmet Usta o kadar güzel kebap yapıyordu ki, haftanın üç-dört günü orada yiyorduk. Sonra çocukları bu işi devam ettirdiler. Ben de onları izledim ve destekledim. Sonra Levent'te bir yer açtılar, adını da ben koydum: Köşebaşı. O kadar ki, beni oranın gizli ortağı sananlar varmış. Bir gün dışarıda yemek yerken arka masada konuşulanları kendi kulaklarımla duydum. Fiyatların yüksekliğinden şikayet ediyorlardı. Biri dedi, ‘Oranın sahibi Burhan Karaçam. Adam bankacı, ucuza satacak değil ya kebabı!' dedi birisi. Köşebaşı, Clinton'ın kızı Chelsa'nin kebap yediği yer.

Mezun olur olmaz, o yıllarda Türkiye'de yeni yeni faaliyet göstermeye başlayan İngiliz şirketi Arthur Anderson'a girdi. Eğitimlerle birlikte toplam 9 yıl çalıştığı firmadan, 1981 yılında ayrılıp Pamukbank Genel Müdürlüğü'ne başladı. 84-87 arasında İzmir Egebank'ta Genel Müdürlük yaptı ve 1987'de de Yapı Kredi Genel Müdürü oldu.

Gençliğinden beri sosyal demokrat çizgiye yakın olan Karaçam, politik yaklaşımların üretim değil tüketim aşamasında devreye girmesinden yana: ‘‘Kaynakların ekonomik akla uygun olarak kullanılıp üretilmesi lazım. Sonra ortaya bir değer çıkacak ve toplum bunu paylaşacak. İşte bu aşamada sosyal demokrat düşünceye inanırım. Çünkü Türkiye'de fırsat eşitliği yok. Fırsat eşitliği olsa derim ki, herkes ürettiği ölçüde pay alsın. Ama bunu diyemiyorsunuz.’’

ELİMİZ TAŞIN ALTINDA

Kişilerin ve kurumların birbirlerini sömürmelerinin ahlak anlayışına uymadığını söyleyen Karaçam, bu yüzden yeni işini, yaratılan değerlerin paylaşılması üzerine kurmuş: ‘‘Biz danışmanlığın bir adım ötesine geçiyoruz. Danışman akıl verir ve köşesine çekilir. Biz yalnız stratejiyi geliştirmekle kalmayacağız, uygulamasının da içinde yer alacağız. Kısaca elimizi taşın altına sokacağız. Karşılığında yaratılan değerden pay alacağız.’’

Karaçam, Türkiye'de ilk kez uygulanan, Avrupa'da yeni yeni tanınan Amerikan kaynaklı bu işe, iki parlak gençle atılıyor; Buket Çınar ve Burak Gorbon. Aile dostlarının çocukları olan Buket ve Burak'ı kariyerlerinin ilk gününden beri izlediğini söyleyen Karaçam, onlara çok güveniyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!