Türk İslamcıları değişmeye mahkum

Güncelleme Tarihi:

Türk İslamcıları değişmeye mahkum
Oluşturulma Tarihi: Haziran 13, 2000 00:00

Haberin Devamı

Fransız araştırmacı Gilles Kepel, son kitabında, İslamcılığın çöküşünü inceliyor

Gilles Kepel, daha önce ‘‘Peygamber ve Firavun’’, ‘‘Tanrı'nın İntikamı’’, ‘‘Allah'ın Batısı'nda’’ adlı kitapları Türkçe'ye de çevrilmiş Fransa'nın önde gelen İslam araştırmacılarından biri. Ülkemizde de yakından tanınan Kepel'in en son olarak Gallimard Yayınları'ndan ‘‘Jihad: L'expansion et declin de l'Islamisme-Cihad: İslamcılığın Yayılması ve Çöküşü’’ adlı kitabı çıktı. Bu kitapta Kepel, Mısır, Cezayir, Afganistan, İran, Bosna, Türkiye, Malezya, Ürdün, Filistin gibi ülkelerde İslamcılığın son yirmi yıldaki serüvenini inceliyor

Kemal BAŞAR

İslamcılığın çöktüğünü söylüyorsunuz. Bu aynı zamanda İslam dininin de çöküşü anlamına geliyor mu?

- Kitabımda incelediğim Islamcılığın çöküsü, onun daha önceki yayılmasıyla anlaşılabilir. 1970 ile 1990'lı yılların başlarına kadar geçen sürede İslamcı hareketin dünya çapında, birçok olayda görüldügü gibi, farklı toplumsal grupları, şeriatı uygulamak ve İslam devletini kurmak hedefi etrafında kendi yörüngesine aldığını gözlemledim. Hem kırdan kente göçün sonucu olarak örneğin İstanbul gecekondularında ya da Tahran'ın, Cezayir'in, Kahire'nin varoşlarında yaşayan yoksul gençleri, Konyalı girişimci, İsfahanlı çarşı esnafı, Lahorlu kuyumcu gibi dindar orta sınıfları saflarına çekti. Hareketin gücü, esas olarak, bunların somut beklentileri arasındaki farklılıkları maskeleyen bir ideoloji üretmesinden gelmektedir. Bu kesimler, kimi zaman iktidarı (askerlere, hanedanlara vs.), kimi zaman kentli laik orta sınıfları hedef alan sloganlar etrafında birleşiyorlardı. Bu ideoloji, Seyyid Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati ve Humeyni gibi İslamcı düşünürleri okuyan ve mühendislik, bilgisayar ya da tıp gibi fakültelere devam eden genç aydınlar tarafından üretildi. Hareket, herbiri ahlaki ve dinsel sloganlardan baska bir sey anlayan bu zıt kesimleri birleştirebildiği ölçüde güçlüydü. Yoksullar için şeriatın uygulanması ve İslam devleti, İslam'ın sosyal adalet vaadi, ayrıcalıkların kalkması, iş, barınak ve onurlu bir yaşam imkanı anlamına geliyordu. Esnaf içinse iktidardakileri alaşağı ederek -tabii bu arada devletin silahlarının karşısına yoksullar çıkacaktı- onların yerini almaktı.

1990'lara kadar hareket tırmanıştaydı. Bugün kentli yoksul gençlerle dindar burjuvazi arasındaki kopuşun esas olarak 1991'deki Körfez Savaşı'ndan sonra olduğunu görüyoruz. Bunun sonucunda İslamcı hareketin çöküsü başladı Ama bu İslam'ın çöküşü anlamına gelmez. Aksine militan İslamcılığın ipoteğinden kurtuldukları için Müslüman medeniyetlerin zenginlik ve çoğulluğunu yeniden keşfedebilecegiz. Unutmamalı ki, İslam'ın 14 yüzyıllık tarihi, asla şu son 25 yılda İslamcı hareketlerin sunduğundan ibaret değildir.

SELEFİ CİHADCILAR

Kitabınızda ‘‘selefi cihadcılar’’ olarak adlandırdığınız Afganistan, Bosna, Çeçenistan gibi bölgelerde, başka ülkelerden gelip gönüllü savaşan İslamcılara özel bir önem atfediyorsunuz. Bu kişiler gelecekte de etkili olacaklar mı? Ve bunların arasında Türkler var mı?

- ‘‘Selefi cihadcılık’’ 1980'li yıllarda Peşaver'deki kamplarda militanların geliştirdikleri ideolojiye verdikleri addır. Bu ideolojinin ana karakteri, Suudi Vahhabiliğinden esinlenmiş bir şekilde alabildiğine katı ve geri bir bağnazlık ile şiddetin kutsanmasıdır. Şiddet, CIA ve Pakistan Gizli Servisi tarafından Afganistan'da Rus Kızıl Ordusu'na karşı savaş için eğitilmiş bu ‘‘cihadcı’’ militanlar için gündelik bir şeydi. Kabil'in Nisan 1992'de mücahidlerin eline geçmesiyle Afgan cihadı son bulunca bu militanlar dünyanın dört bir tarafına dağıldı. Kimileri Cezayir, Mısır gibi kendi ülkelerine gidip 1992 ile 1997 arasında burada cereyan eden şiddet eylemlerinde önemli rol oynadı. Kimileri Bosna, Çeçenistan, Tacikistan gibi bölgelere savaşmaya gitti. Bin Ladin geçenlerde cihad için 2500 ‘‘cahid’’in hayatlarını verdiğini açıkladı. Bunların çoğu Cezayirli, Suud ve Mısırlı. Türk militanlar da vardı, ama sayıları diğerlerine göre azdı. Hindli yetkililer, Keşmir'de öldürdükleri Türkler hakkında bazı açıklamalar yaptılar.

Terörizme kayış

Neden İslamcıların bazıları teröristleştiler? Neden terör yüzünden kaybettiler?

- Terörizme kayış, 1980'li yıllarda İran ile Suudi Arabistan'ın İslamcı hareketi global manada kontrol etme kaygısı sonucunda yaşandı. İran, devrimini ihraç etmek ve Irak'ı destekleyen Batılı ülkeleri tehdit etmek için 1982'den itibaren Lübnan Şiileri arasında uç veren terörist bir harekete destek verdi. Bunun sonucunda rehin almalar yaşandı. Suudi Arabistan ise Peşaver'deki kamplarda ‘‘selefi cihadcılığı’’ teşvik etti. Ama bundan 1990'lı yıllarda, önde gelen hedefleri arasına Suudi devletini de yerleştirecek olan ve bu ülkede eylemler yapan bir terörist hareket çıktı. Ben cihadın militanları uyuşturduğunu düsünüyorum. CIA'nın kendilerine desteğini göz ardı edip Sovyetler'i kendi başlarına yendiklerini ve bundan böyle tüm münafık rejimleri altedebileceklerini düşündüler. Tıpkı İtalya'da Kızıl Tugaylar, Fransa'da Doğrudan Eylem ya da Almanya'da Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun yaptığı gibi halk hareketinin yerine şiddeti, ‘‘burjuvalaşmış’’ proletaryanın yerine de kendilerini koymak istediler. Böylece kitle desteklerini yitirdiler ve toplumu kafir ilan ettiler.

Bin Ladin'inkiler gibi çokuluslu terör şebekeleri, İran yanlısı terör şebekelerinden artık daha mı önemli?

- Bana öyle geliyor ki, İran devleti bugün derin bir şekilde bölünmüş durumdadır. Çünkü Cumhurbaşkanı Hatemi yanlısı refomcular şiddet yanlısı eylemci şebekelerin muhafazasını öngören bir dış politikadan yana değiller. Eğer bu şebekeler herhangi bir iktidardan destek almazlarsa etkileri çok sinirli olur. Bin Ladin'e gelince: Bence o; ABD, Pakistan ve Afganistan arasındaki görüşmelerde pazarlık unsuru olacağa benziyor. Pakistan ve Suudi Arabistan'da belli bir ünü olmakla birlikte onun hareketini fazla ciddiye almak gerekir mi, emin değilim. Unutmayın ki, Suudi Arabistan, öyle fazla kahramanları filan olan bir ülke değil!

LONDONİSTAN

1990'lı yıllarda İslamcılığın başkentinin Londra olduğunu söylüyorsunuz. Neden?

- İngiltere'de çok güçlü bir mültecilik geleneği var; örneğin Marx da zamanında bundan yararlanmıştı. Zaten çoğu Hind-Pakistan asıllı Müslüman İngilizler, Peşaver'den kovulduktan sonra, kendi deyimleriyle ‘‘Londonistan’’a yerleşen ‘‘selefi cihadcılar’’a epey mesafeliler. Bu nedenle Londra, göçmen nüfus içinde radikal fikirlerin yayılmasından endişe etmiyor. Halbuki Paris, Arap radikal İslamcılar'ın kolaylıkla Mağrip kökenli gençleri etkisi altına alabileceğinden kaygı duymuştur. Öte yandan ABD ve Britinya, en azından 1995'e kadar İslamcılar'ın ciddi bir siyasal alternatif olduklarını ve iktidara gelebileceklerini düşünmüşlerdi. Bu nedenle, şirketlerinin çıkarlarını, özellikle de petrolle ilgili yatırımlarını korumak istiyorlardı.

Türk İslamcılığı'nın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Türk İslamcılığı çok erken doğmuştur. Dışarda, Erbakan'ın daha 1970'li yıllarda hem Ecevit, hem Demirel'in başbakan yardımcılığını yaptığını; partisinin bürokraside örgütlendiğini, Imam Hatip liseleri vb. aracılığıyla yeni kuşaklar yetiştirdiğini unutuyorlar. RP, 1990'lı yıllarda, özellikle de Turgut Özal'ın ölümünden sonra, kentli genç yoksullarla dindar orta sınıfı birleştirmeyi iyi becerdi. Bu sayede 1995 seçimlerinden birinci parti çıktı. Ama oy oranının çok da fazla yüksek olmadığını ve sağ partilerin bölünmesi sayesinde birinci geldiğini de akılda tutmak gerek. Erbakan'ın başbakan olduğu dönem RP için hiç de parlak geçmedi ve çelişkilerini gün yüzüne çıkardı. Ordunun baskısıyla koalisyon dağılınca bazı gözlemciler şiddet olayları bekledi. Hiçbir şey olmadı. Yoksullar, kendi çıkarlarını sahiden savunmamış olan bir parti için ayaklanmadılar. RP'yi desteklemiş olan ve onun sayesinde, daha önce yalnızca Beyaz Türkler diye tarif edilen metropollerin kozmopolit burjuvazisi tarafından kontrol edilen ticari şebekelere ve uluslararası finans çevrelerine artık ulaşabilir olan dindar küçük burjuvazi de kazanımlarını korumak için RP'yi terk etti. FP'nin RP'ye göre, demokrasi, laiklik, Avrupa ve hatta İsrail ile ilişkiler konusunda epey ilerleme katettiğini biliyorum. Türk İslamcıları boyun eğmek zorunda kaldıkları birtakım koşullar nedeniyle evrilmeye mahkumlar. Tabii öncelikle ordunun koşulları geliyor.

Türkiye AB üyesi olursa, Avrupa'da yaşayan tüm Müslümanları'ın da temsilcisi haline gelebilir mi?

- AB üyesi bir ülkenin tüm Avrupalı Müslümanları temsil etmesinin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Şimdiden 10 milyonu aşkın Müslüman var, AB içinde. Bunlar Fransız, Britanyalı, Belçikalı, Hollandalı ve yakın zamandan beri Alman. Onların kendi kimlikleri var ve bir başka devletle özdeşleşmelerine de gerek yok. Zaten daha henüz bu noktaya varabilmiş değiliz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!