Siyasallaşmamış türban bir modaydı

Güncelleme Tarihi:

Siyasallaşmamış türban bir modaydı
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 16, 1999 00:00

Haberin Devamı

Merve'nin türbanını cumhuriyet ve laiklik bakımından tartışıyoruz ama estetik bir örtünme biçimi olup olmadığı konusu gündeme nedense pek gelmiyor. İşte, Türk kadınının geçmişte kullandığı ve bazısı son derece şık birer süs olan örtünme biçimleri. Çizimlerine ve resimlerine bakın, sonra canınız isterse bugünün 'türban' denilen nesnesiyle mukayeselerini yapıverin.

Haftalardır Merve'nin türbanını tartışıyoruz. Türbanı cumhuriyet, laiklik ve kanunlar bakımından değerlendiriyoruz ama bana bir hususu hep gözardı ediyormuşuz gibi geliyor: ‘‘Türban’’ dediğimiz bu örtünme biçiminin estetik yönünü, yani şık ve güzel olup olmadığını...

Türban tartışması giderek alevlenince eski Türk kadın kıyafetlerini anlatan bazı kitapları açtım, geçmiş zamanların moda albümlerinin sayfalarını çevirdim, Reşat Ekrem'in ‘‘Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü’’ şöyle bir karıştırdım ve kadınlarımızın vakti zamanında başlarına neler örttüklerini bir hatırlatayım dedim.

İşte, Türk kadınının geçmiş zamanlarda kullandığı baş örtülerinden ve baş süslerinden bazıları. Çizimlerine ve resimlerine bakın, sonra canınız çekerse bugün ‘‘türban’’ denilen örtüyle estetik bakımından mukayeselerini yapıverin.

YAŞMAK: Beyaz renkte ve yarı şeffaf tülbentten yapılmış iki parçalı örtüye denirdi. Parçalardan biri yukarıdan öbürü de aşağıdan bağlanıp sadece gözleri açıkta bırakacak şekilde takılır; yaşmağın uçları yakanın içine sokulurdu.Şeffaf olmaları dolayısıyla erkeklerde merak ve heyecan uyandırır, eski yazarların deyimiyle ‘‘kumaşın gerisinden tatlı hayal renkler, hayal çizgiler, burun ucu, penbe yanaklar, kırmızı dudaklar, çene, boyun ve gerdan farkedilirdi’’. Türk edebiyatının büyük isimlerinden Ahmed Rasim'in yaşmaktan bahsederken ‘‘...hafif tülden yapılmış bir fanusu andırırdı. Yaşmak takmasını her kadın beceremezdi ve bu iş için zevk sahibi olmak gerekirdi’’ diye yazması da işte böyle bir hayalin neticesiydi.

FERACE: İkinci Abdülhamid döneminde büyük şehirlerde ortaya çıkan şık bir kadın elbisesiydi. Başa takılan yaşmağın altına iki ayrı parçadan ve rengárenk kumaşlardan dikilmiş ferace giyilirdi. İçteki parça işlemeli bir gömleği andırır, üzerine gerdanın altından omuzlara doğru uzanan ve bele indikçe genişleyen pelerin gibi bir diğer parça giyiirdi. Türk kadının en şık elbisesi bu renkli feracelerdi.

KADIN FESİ: 16. asırda ev kadınları arasında inci ve elmaslarla bezeli, altın tellerle işlenmiş fesler modaydı. Sokağa çıkılırken bu fesin üzerine pahalı kumaşlardan dokunmuş yemeniler sarılır ama yüz ve saçların bir kısmı açık bırakılırdı.

HOTOZ: Kumaş ve mücevherlerle kabartılmış saçın üzerine renkli yemenilerin yerleştiril-mesiyle yapılan bir baş tuvaletiydi ve Türk kadınlarının en fazla rağbet ettiği saç modeli de buydu. Her yaşa uygundu ama sadece ev içerisinde yapılır, sokağa çıkılırken üzerine şık bir kumaş yerleştirilir ve üzerine bir düğüm atılırdı. Hotozların ismi düğümün şekline göre değişirdii ve ‘‘Zeyrek Yokuşu’’, ‘‘Duduburnu’’, ‘‘Saraylı’’, ‘‘Çimdik’’, ‘‘Kayık’’, ‘‘Küpkapağı’’ gibisimden isimleri olurdu.

FELEK TABANCASI: Ense üstünden yukarıya doğru bağlanan bir tür başörtüsüydü. Yaşları ilerlemiş ama gönülleri genç kalmış kadınlar bunu tercih ederler, örtünün uçları alında fiyong yapılır, fiyonglar eski tabancaların mermi konulan toplu kısımlarına benzediği için de ‘‘felek tabancası’’ denirdi.

MAŞLAH: İstanbul'da geçen yüzyılın sonlarında ortaya çıkan, sırta geçirilmesi kolay, kullanımı da rahat bir elbiseydi ve günün her saatinde her yerde giyilebilirdi. Zengin sınıfa mensup hanımlar genellikle maşlahı tercih eder ve başlarına ince ipekten dokunmuş ipek bir örtü sararlardı. Maşlah rahatlığına rağmen kollarının kısa ve bedeninin bol kesilmiş olması yüzünden giyenin boyunu ufak gösterirdi ve modası bu yüzden çabuk geçmişti.

KUNDAK YEMENİ: Saçlar başın üzerine toplanıp arkaya yatırılır ve tülbentten dikilmiş bir yemeninin içine sımsıkı yerleştirilirdi. Yemeninin uçları alnın üzerine bir fiyongla bağlanırken alında ve şakaklarda káküllerin kalmasına itina gösterilirdi.

SALMA YEMENİ: Kundak yemeninin biraz daha açık şekliydi. Saçlar taranıp örülür, bir kısmı sırt üzerine bırakılır, yuvarlak kesilmiş bir kumaş ortadan katlanıp üçgen şekline getirilir; uzun tarafı alna gelir, köşeleri saç üstüne salınır ve boşta kalan iki uç alın hizasında fiyong yapılırdı.

TANDIR BAŞ: Anadolu'nun orta ve doğu bölgelerinde revaçta olan bir kadın başlığıydı. Geniş tablalı kadın fesinin üzerine şık bir şal dolanır, şalın üst tarafı uçları püsküllü bir kuşakla bağlanır, püsküller yüzün iki kenarından omuzlara sarkıtılırdı.

TEPELİK: Bazan saçın üzerine konulan, bazan da fesin üst kısmına yerleştirilen altın, gümüş yahut yaldızlı bakırdan yapılmış oymalı bir levhaydı. Etrafına ve özellikle alın kısmına gelen yerlere altın ve gümüş paralar dizilir, yüz açık bırakılırdı.

İTÜ namusunu kurtardı, sıra Gazi Üniversitesi’nde

Bu sütunda haftalar boyunca bıkmadan ve usanmadan bazı üniversitelerdeki akademik hırsızlıkları, yani intihal hadiselerini yazdım.

İstanbul Teknik Üniversitesi'ne bağlı Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'nda hocalık eden Doç. Dr. Şenel Önaldı Azerbaycan Müziği'nin en önemli ismi Üzeyir Hacıbeyov'un ‘‘Azerbaycan Halg Musigisi'nin Esasları’’ isimli meşhur eserini yürütmüş, kitabın adını ‘‘Türk Musikisi'nde Kompozisyon-Tahlil ve Makam Nazariyatı’’na çevirmiş ve kendi malıymış gibi yayınlamıştı. Uğur Kandilci, Burçak Kayhan ve Zeynep Akı adlarındaki birisi profesör ikisi asistan üç tıp doktoru da Gazi Üniversitesi'nde bir intihal sacayağı kurmuş, Amerika'da çıkmış bilimsel bir makaleyi makaslayıp kendilerine maletmişlerdi. YÖK yönetmeliği bu dört intihalcinin üniversiteden kapıdışarı edilmesini emrediyordu, hatta marifetlerini yayınlamamdan sonra YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz beni arayıp ‘‘İntihal konusunda hiç kimse için ayrıcalık yapılmayacak’’ demiş, soruşturma açıldığını söylemişti.

Aradan aylar geçti ama YÖK'ten ses çıkmadı. Umudumu tam kaybetmek üzereydim ki İstanbul Teknik Üniversitesi'nin rektör vekili Prof. Dr. Temel Bilek'ten hafta başında imlası bozuk bir e-mail aldım. İTÜ'de kurulan bir komisyon konservatuvarın intihalcisi Doç. Önaldı'nın marifetinin ‘‘üniversite öğretim mesleğinden çıkarma’’ cezasını gerektirdiğine karar vermiş, rektörlük kararı onaylayıp 3 Mayıs'ta YÖK'e havale etmişti.

İTÜ'nün bilimsel namusununun tam mánasıyla temizlenmesi için şimdi YÖK'ün tasdiki bekleniyor ama Gazi Üniversitesi'nin ilmî namusu hálá şaibe altında. Zira üniversite Uğur Kandilci, Burçak Kayhan ve Zeynep Akı adlarındaki birisi profesör ikisi asistan üç tıp doktorunun kurduğu intihal sacayağı hakkında aylardır nedense bir karar almıyor yahut alamıyor. Üstelik soruşturma komisyonu kurulmasına, makasçıların ifadelerinin alınmasına ve YÖK başkanı Kemal Gürüz'ün intihal konusundaki açık beyanına rağmen...

Gazi Üniversitesi'ndeki intihal sacağayının mensupları, YÖK haklarında bir karar verene kadar konuyu gündemde tutmaya devam edeceğimden emin olabilirler. Sırada başka intihalciler de var: Bugünlerde Celál Bayar Üniversitesi'nin makine mühendisliği bölümündeki bir doçentin intihal dosyasını okumakla meşgulüm ama dosya öylesine hacimli ki bir türlü bitiremedim. Maceranın ayrıntılarını önümüzdeki haftalardan itibaren anlatmaya başlayacağım. İntihalci doçentle onu himayesine alanlar şimdiden huzursuz olabilirler.



Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!