Podyumu Greta Garbo gibi terk etti

Güncelleme Tarihi:

Podyumu Greta Garbo gibi terk etti
Oluşturulma Tarihi: Ocak 12, 2002 22:52

Geçen hafta 7 ve 8 Ocak'ta Fransız gazetelerinin manşetinde tek bir haber vardı: YSL modayı terkediyor. 1961'de sevgilisi Pierre Berge'yle birlikte kurduğu modaevinin şimdiki sahibi olan dev şirket, bu gidişe bir jübile havası vermeye çalışmış, yeni patronlar ayrılık töreninde gözyaşları içinde büyük ustaya övgüler düzmüştü ama, Yves Saint Laurent'dan kurtuldukları için de derin bir nefes almışlardı.

Yves Saint Laurent'ın emekliye ayrılışını, ondan bir kuşak genç modacı Jean Paul Gaultier'nin şu sözleri özetliyordu: Sanki Greta Garbo sinemaya veda ediyormuş gibi!

1968 mayısında Paris'te, öğrenci olaylarının ayyuka çıktığı günlerde, solcu öğrenciler Saint-Germain'de kaldırım kenarına park etmiş bir Rolls Royce görünce çıldırıyorlar. Otomobile hücum edip sallayarak deviriyorlar. Rolls Royce'un sahibi Yves Saint Laurent, olayı öğrenince çok şaşırıyor: ‘‘Allah Allah! Benim kim olduğumu bilmiyor herhalde bunlar!’’

Çünkü o kendisinin de bir devrimci olduğuna samimiyetle inanıyor. Ayrıca, otomobiline saldıran öğrenciler bilmese bile, asi 68 gençliği giyim tarzını ona borçlu. Parkalar, transparan tünikler, işli Romen bluzları, ordudan çalınmaymış gibi duran ceketler, İsveç saboları...

Moda tarihinin ilk üniseks, etnik-askeri ve protest giyim tarzını o yarattı. Şık giyinmek nedir diye sorulduğunda ‘‘Siyah balıkçı yaka bir kazak, bir pantolon, bir yağmurluk’’ diye cevap veren yine oydu. 68 gençliğinin ilahlarından İngiliz manken Twiggy'ye çizgili kumaştan, kravatlı, üç parçalı takım elbiseyi giydiren oydu.

Mankenlere göğüslerini gösteren transparan bluz giydiren de oydu. Bugün artık insanı bıktıran bu transparanlık modasının, Batı'da cinsel özgürlük devriminin yeni başladığı o yıllarda nasıl bir kışkırtma olduğunu düşünün.

GÖZ KAMAŞTIRICI ANNE

Yves Henri Donat Mathieu Saint Laurent 1 Ağustos 1936'da, ünlü yazar Albert Camus gibi Cezayir'in Oran kentinde dünyaya geldi. O sıralar Cezayir Fransız sömürgesiydi. Babası bir sinema salonu işletiyordu, annesi de kentte güzelliğiyle meşhur bir kadındı. Yıllar sonra, bu muhteşem anneyi anlatırken, gerçeklerden çok, aşk romanlarından esinleniyordu herhalde:

‘‘Baloya gitmeden hemen önce yıldızlar serpiştirilmiş uzun beyaz tülden elbisesiyle bana iyi geceler öpücüğü vermek üzere odama gelirdi...’’

Klişelerle konuşmayı seviyordu. Mesela, meşhur olduktan sonra gazetecilere gençlik yıllarını şöyle anlatıyordu: ‘‘Çocukken kendi kendime durmadan, bir gün ismim Champs-Elysees Bulvarı'na ateşten harflerle yazılacak, derdim.’’

TEK HAMLEDE ŞÖHRET

17 yaşında, Fransa Haute Couture Sendikası Okulu'nun kurslarına birkaç ay devam etti ve asimetrik dekolteli bir siyah elbiseyle katıldığı Uluslararası Yünlü Kumaş Derneği'nin yarışmasında birinciliği kazandı. Çizgileri, savaş sonrası modasının tartışmasız en büyüğü olan Christian Dior'unkilere benziyordu. Yaşlı Christian, genç Yves'i asistan olarak aldı.

Şansı öyle yaver gidiyordu ki! 1957'de Christian Dior aniden ölüverdi. 21 yaşındaki delikanlı Christian Dior modaevinin resmi tasarımcısı oluverdi. Bu çok ağır bir mirastı. Christian Dior'un 1958 koleksiyonu onun imzasını taşıyacaktı. Yani ya batacak ya çıkacaktı. Herkes ustanın çizgilerini taklit edeceğini ve bu taklidin altında ezileceğini düşünürken, o, trapez (geometrik) elbiseyi icad etti. Başarı o kadar büyüktü ki, ancak filmlerde olacak bir sahne cereyan ediyor, defileden sonra gazeteciler ve halk, Dior binasının önünde bir miting kalabalığı oluşturuyordu. Çekingen Yves Saint Laurent, balkona çıkıp Fransız Devrimi'nin liderlerinden biri gibi selamlamak zorunda kalıyordu kalabalığı.

SEVGİLİ PIERRE

1961'de rüyaya bir kabus ara verdi. Askere gitmek zorundaydı. O nazik, kırılgan genç adam, ilk büyük depresyonunu askerdeyken yaşadı.

Terhis olduktan hemen sonra, Pierre Berge'yle tanıştı. Ressam Buffet tarafından bir süre önce terk edilmiş olan bu genç, Yves Saint Laurent'a bir bakışta aşık oldu. Bir çift oluşturdular. Sol görüşleri herkesçe bilinen, sanata meraklı, entelektüel Pierre Berge, sevgilisine kendi kanatlarıyla uçması gerektiğini söyledi. Birlikte Yves Saint Laurent modaevini kurdular. Daha ilk koleksiyonda, Life Dergisi ‘‘Chanel'den sonra en iyi tayyör’’ diye selamladı yeni markayı.

Yves Saint Laurent günün ruhuna uyuyor, sadece aristokrasi ve burjuvaziye değil, sanatçılara da yakın olduğunu göstermek için elinden geleni yapıyordu. Bracque'dan, Picasso'dan esinleniyor, Warhol tarafından portresi yapılıyor, varoluşçuların, Sartre'ın mahallesi Saint-Germain'de bir dükkan açıyordu. Uyuşturucu, rock'n roll, seks ve alkolden oluşan 70'lerin jet sosyetesi onun etrafında dönüyordu. 1976'da moda dünyasına etnik çizgileri ilk kez soktu, ismini YSL diye bir markaya dönüştürdü. İlk erkek parfümünü lanse etmek için soyunmaktan kaçınmadı.

Romanlardaki bir başarı öyküsü için bile fazla sayılacak bir süre geçmişti aradan. İkide bir depresyon geçiren, insanlardan kaçan, yaratıcı Yves'i herkesten, özellikle de kar ve zarar rakamlarından, bütçe ve bilançolardan koruyan, ona sadık bir eş gibi kol kanat geren Pierre Berge, YSL Şirketi'ni ustalıkla idare ediyordu. Yves'in kafası pek basmıyordu ama, yüksek modadan pek fazla bir şey kazanmıyorlardı. Müşteri sayısının 100'ü bulmadığı, yüzyıl başına has bir işti bu. Kurdukları lüks hazır giyim zincirinden de sıkılmıştı Yves. Esas parayı parfümlerden (YSL pour Hommes, Rive Gauche, Opium, Paris vb.) bir de sağa sola verdikleri lisanslardan kazanıyorlardu. Ama yine de ciddi bir finansör gerekiyordu artık.

1990'ların başında İtalyan işadamı Carlo De Benedetti, şirketin yüzde 49'unu aldı. Yves Saint Laurent'la ortak olmak öyle kolay değildi. Büyük sanatçıyı bağımsız bırakmak gerekiyordu. İnsan onun ortağı olarak kendini sürekli sağılan bir inek gibi hissediyordu.

Benedetti batınca Pierre Berge, seçilmesi için çok yardım ettiği Mitterrand'dan yardım istedi. Fransız KİT'lerini eşine dostuna peşkeş çekmekten hiç çekinmeyen Cumhurbaşkanı, derhal devlete ait petrol devi Elf'e emir verdi. Elf'in bir şirketi olan Sanofi, YSL'ye ortak oldu.

SONRADAN GÖRME TEKSASLI

Moda dünyası değişiyor, sanata ve efsanevi tasarımcılara dayanan modaevleri çokuluslu şirketler tarafından yutuluyor, yutulmayanlar batıyordu. Yves Saint Laurent, moda dünyasını bir çekirge sürüsü gibi işgal eden genç İngiliz, Amerikan tasarımcıları dehşetle izlemekteydi.

Nihayet 1999'da çan çaldı. Pinault-Printemps-Redoute Grubu, YSL'nin sahibi olan Sanofi şirketini satın aldı. İki gün sonra Gucci'yi de satın alan grup, Yves Saint Laurent'ı buna bağladı. Artık ünlü modacının bir ‘‘patronu’’ vardı! O tiksindiği, Focus Dergisi'ne ‘‘gülünç defilelerini hayretle izliyorum’’ diye demeç verdiği, Amerikalı, hem de Teksaslı modacı Tom Ford, Gucci'nin başına getirilmişti!

Üstelik yeni patronlar, Pierre Berge'nin çok fazla lisans dağıttığını söylüyor, ‘‘Düşünün Japonya'da YSL markası taşıyan plastik plaj terlikleri bile var!’’ diyorlardı. Bilmiyorlardı ki o lisanslar, sevgili Yves istediği tasarımları yapsın diye dağıtılmıştı...

Artık dayanayamayacağını anlamıştı Yves Saint Laurent. Pierre'de de onu yüreklendirecek, yeni bir kavgaya hazırlayacak güç kalmamıştı. O da dinlenmek istiyordu artık. Yıllardır hem editör, hem de patron olarak bir hobi gibi ilgilendiği Fransız gay'lerinin tek haftalık dergisi Tetu'yle, kurduğu AIDS'le mücadele derneğiyle ilgilenmek istiyordu.

Belki de birlikte gözden uzak, uzun, upuzun bir tatile giderlerdi...

Greta Garbo gibi sinemayı terk etme zamanı gelmişti.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!