Peygamber gelinine elvedâ

Güncelleme Tarihi:

Peygamber gelinine elvedâ
Oluşturulma Tarihi: Ocak 16, 1998 00:00

Murat BARDAKÇI
Haberin Devamı

Safiye Ayla, kendisiyle beraber Türk Müziği'nin bir dönemini de kapattı. İki gündür onun hayatını ve sanatını konuşuyor ama önemli bir aile bağlantısının üzerinde pek durmuyoruz: gözardı Hazreti Muhammed'in soyundan gelen bir kişiyle evlendiğini ve peygamber soyunun gelini olduğunu...

Safiye Hanım da gitti ve artık yüzyılın ilk çeyreğini görmüş, sanatın o devirlerdeki parlak zamanlarını yaşamış tek bir Türk Müziği mensubu kalmadı... O nesilden önce Cevdet Çağla'ya veda ettik... Cevdet Bey'i Yesari Asım'la Fahire Fersan takip etti, derken sıra Safiye Ayla'ya geldi ve Safiye Hanım'ın ardından Türk Müziği'nin ‘‘ciddi müzik’’ olduğu devrin kapısı ardına kadar kapandı.

Gazetelerle TV'lerde iki günden beri Safiye Ayla'nın hayatı anlatılıyor, sanatından söz ediliyor ve müzikteki yeri değerlendiriliyor... Ama önemli bir aile bağlantısının üzerinde pek durulmuyor: Bir ‘‘Şerif’’le, yani Hazreti Muhammed'in soyundan gelen bir kişiyle evli olduğunun, bir zamanlar ‘‘prenses’’ unvanı taşıdığının, birkaç krala birden ‘‘yengelik’’ ettiğinin ve bir yerde ‘‘peygamber gelini’’ sayıldığının...

Safiye Ayla Türk Müzik tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ud üstadıyla, Şerif Muhiddin Targan'la evliydi. Hayatlarını 1950'de birleştirmişler ve birlikleri 1967'ye, Şerif Muhiddin'in dünyadan ayrılmasına kadar devam etmişti... Muhiddin Targan'ın isminin başındaki ‘‘Şerif’’ sözü, mensup olduğu aileyi göstermedeydi: Hazreti Muhammed'in torunu Hazreti Hasan'ın soyundan geldiğini ve Mekke'yi asırlarca idare etmiş olan ‘‘Şerif’’ ailesine mensup bulunduğunu...

Şerif Muhiddin, Mekke Şerifi Ali Haydar Paşa'nın oğluydu... Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı idaresine başkaldırıp ‘‘Arap isyanı’’nı başlatmış olan Şerif Hüseyin'le kuzen oluyordu... Babıali isyan bayrağını açan Şerif Hüseyin'i görevden almış, yerine Ali Haydar Paşa'yı getirmiş, Paşa ve ailesi Osmanlı'ya sonuna kadar bağlı kalmıştı... Derken Arap dünyası Osmanlı'dan koptu, kurulan devletlerden bazılarının tahtına Şerif Hüseyin'in çocukları oturtuldu... Şerif Muhiddin bir ara Suriye, 1958 devrimine kadar Irak ve bugünün Ürdün hanedanıyla akrabaydı, krallarla aynı dedenin torunuydu, dolayısıyla kuzenlerinin hüküm sürdüğü ülkelerin ‘‘prensi’’, Safiye Hanım da ‘‘prensesi’’ydi...

Şerif Muhiddin siyasetle hiç ilgilenmedi, sadece sanatla uğraştı... Önce viyolonselde virtioz oldu, sonra udda... Ud tekniği hâlâ aşılamamış olan bu büyük sanatkâr, bugün udu solo konser sazı haline getirip dünyaya tanıtan tek kişi olarak bilinir... Bizde ‘‘Targan’’ diye tanınır; Arap dünyasındaki adı ‘‘Şerif Muhiddin el-Haydar’’dır, unvanı da ‘‘Rabbu'l-ud’’, yani ‘‘udun rabbi’’...

Burada Safiye Hanım'ın sanatıyla ilgili sözler etmeye pek gerek yok, zira gidişiyle beraber Türk Müziği'nin artık hiç gelmeyecek olan parlak bir dönemini de kapattığını hepimiz biliyoruz... Türk Müziği onun gibi bir yorumcuyu bir daha belki de hiç görmeyecek ve ben onu son görüşümü, bundan 1,5 sene kadar önce rahmetli Fahire Fersan'ın Bostancı'daki evinde yapılan müzikli bir dost toplantısında hocası Udi Nevres Bey'in az bilinen şarkılarını okuyup salondaki herkesi gözyaşlarına garketmesini hiç unutamayacağım...

Hazreti Muhammed'in gelen Şerif Muhiddin'in ‘‘refika’’sını, yani peygamber soyunun gelini Safiye Ayla Targan'ı bugün ‘‘Şerif’’inin yanına ve en güzel nağmelerin ummanına uğurluyoruz... Türk Müziği'nin başı sağolsun...

Reşad Ekremi'in giyim kuşam sözlüğü

Ketfiye

‘‘Kefiye’’ de denir. Omuzları da örtecek şekilde bele sarılan ipekten ve püsküllü ince örtünün adıdır. Başı ve yüzü güneşin hararetinden muhafaza eder.

‘‘Ketif’’, Arapça'da ‘‘omuz’’ demektir. Ketfiye başakonulur ve alın üzerinden kendisine mahsus bir bağcık kordonla sımsıkı sarılıp tutturulur, alın açık kalır, örtünün geri kalan kısmı omuzlara ve sırta dökülür. Aslında Arap serpuşu olan Araplar'ın yanısıra o bölgelerdeki Osmanlı subaylarının yanısıra ketfiyeyi İstanbul'da yangın tulumbası sandıklarının reisleriyle bazı mensupları da sarmışlardır.

Büyük sözler

Şunu iyice bil ki, âşık Müslüman olamaz. Aşk mezhebinde küfür de yoktur, iman da. Aşkta ne ten vardır, ne akıl. Ne gönül vardır, ne can. Böyle olmayan, bu hâle gelmeyen kişi âşık değildir.

Bu ıssızlık, bu yalnızlık, binlerce cihandan da değerli. Şu hürriyet, dünya saltanatına sahip olmaktan da üstün. Yalnızlık âleminde, insanın bir an kendisiyle hemdem oluşu cihânın cânından da değerli, şundan-bundan da yüce.

Mevlânâ

Hattın ustalartı

Mehmed Nazif Bey

Kırım'dan Rumeli'ye hicret eden bir ailenin çocuğuydu. 1846'da Rusçuk'ta doğdu, İstanbul'a geldi ve Enderun'da yetişti. Uğur Derman'ın tesbitlerine göre Burdurlu Hafız Vahdeti Efendi'den ders alan Mehmed Nazif Bey, o zamanın genelkurmayı olan Erkân-ı Harbiye'nin harita hattatlığını yaptı. Her çeşit yazıda üstad sayılıyordu ve deve derisinden Karagöz takımları yapmakta da mahirdi. 8 Mart 1913'te vefat etti ve Yahya Efendi dergâhının bahçesine gömüldü. Herka-ı saadet örtülerindeki yazılar da onundu.

Tarihin Tuhaflıkları

Kahve dibekçileri

Kahveciler, değirmenler çıkmadan önce kahvelerini iri dibeklerde dövdürür ve karşılığında bir ‘‘dibek resmi’’ öderlerdi. İstanbul'un kahve dibekleri Eminönü'nde, ‘‘Tahmis ocağı’’ denilen bir yeniçeri kıt'asının elindeydi ve dibekçiler de ocağa kayıtlı hammallardı. Bunlar Yeniçeri ocağının son günlerinde kahveye yarı yarıya olacak şekilde herşeyi katarlar, tüccarlar ses çıkartamaz ve İstanbul'da saf kahve bulunamazdı.

Abdülbaki Gölpınarlı

Havass nedir?

İki anlama gelen Arapça bir sözdür ve ‘‘haslar’’, ‘‘hassâlar’’ anlamına gelir. Birinci anlamı avamdan olmayanlar, yani tarikat ehlidir.Tarikatçılara göre tarikata girmeyen kişiler 'avam'dır. HGerçeğe erişmiş olanlarsa ‘‘ahassü'l-hâs’’, ‘‘hassü'l-hâs’’, yahut daha fazla söylendiği gibi ‘‘hassü'l-havâss’’; yâni hasların haslarıdır.

İkinci mânası da, şudur:İslam'da olmamakla beraber,eski inançların izlerinden olarak Kur'an âyetlerinin, yüzük taşlarının, günlerdeki saatlerin,bazı duaların, Tanrı adlarının hassaları olduğuna, bunları muayyen şartlarla muayyen miktarda okuyan yahut herhangi bir tarzda muayyen saatlerde yazan kişinin dileğini elde edeceğine inananlar vardır. Melâmeti kabul edenler,bunlara oyuncak, adam avlamak, hayâl gözüyle bakarlar ve inanmazlar.

İftar yemekleri

Ezme tavuk çorbası

Tavuk ayıklanır, tencerede kaynatılır ve ilk kaynamadan sonra köpüğü alınır ve 1,5 saat boyunca pişirilir. Ateşten indirilip kemikleri ayıklanır, etleri iyice ezilir. Pirinçunu tereyağında kavrulduktan sonra azar azar tavuk suyu ilâve edilir, telle karıştırılır ve ezilmiş tavuk eti bu suya ilâve edilir. Bir tepsiye ufak kesilmiş ekmekler yerleştirilir, üzerlerine rendelenmiş kaşar serpilir, fırında on dakika kadar kuruyacak şıkilde pişirilir ve çorbayla beraber servis yapılır. İsteyen, çorbayı peynirli francalaları içine atarak da içebilir.






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!