Osmanlı’nın devamı değiliz

Güncelleme Tarihi:

Osmanlı’nın devamı değiliz
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 14, 1999 00:00

Haberin Devamı

Ünlü Türkolog Robert Mantran'ın ‘‘Osmanlı İmparatorluğu Tarihi’’ni iki cilt halinde Türkçe'ye kazandıran Profesör Server Tanilli, Osmanlı Devleti'nin Türkiye Cumhuriyeti için ne bir ‘‘nostalji’’ ne de bir ‘‘model’’ olabileceğini söylüyor. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e miras kaldığını ama Cumhuriyet'in ‘‘Osmanlı'nın devamı’’ olmadığını belirtiyor. Adam Yayınevi iki ciltlik çeviriyi tekrar yayımladı.

Sayın Tanilli, bu yıl Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yılı çeşitli etkinliklerle kutlanıyor. Tarihçi Robert Mantran'ın ‘‘Osmanlı İmparatorluğu Tarihi’’ adlı eserinin kaleminizden çıkan çevirisi, söz konusu devletin bütün tarihi üstüne Türkçe'de çıkan en son ve en ciddi çalışma olarak gösteriliyor. Sizi bu kitabı dilimize kazandırmaya götüren ne oldu?

-Sözünü ettiğiniz eser, ünlü Türkolog Robert Mantran'ın başkanlığında bir heyetçe yazılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nu kuruluşundan batışına, devir devir ve çeşitli yönlerden ele alan heyette, Fransa'nın yaşayan genç-yaşlı en uzman kalemleri görev almışlardır. Eser, deyim yerindeyse Fransız Türkolojisi'nin konuya bakışı ve katkısıdır. Eser, 1989'da tek bir cilt halinde Paris'de ciddi bir yayınevi olan Fayard tarafından yayımlandı. Genel arzu da onu benim çevirmem yolundaydı. Yorucu, ama daha da önemlisi sorumluluk isteyen bir iş olmasına karşın, kabullendim. Dilimizde, topluca bu çapta bir eserin olmayışı, giderek Türkiyeli okuyuculara bir hizmet olacağını da düşünerek işin içine girdim. Neredeyse üç yılı aşkın bir çaba harcayarak, iki cilt halinde dilimize kazandırdım. Önce başka iki yayınevinde çıkan çeviri, şimdi Adam Yayınevi'nce yayımlanmış bulunuyor. Beni yordu bu çaba, ama değdi de...

NURULLAH ATAÇ OKULU

Eserde dikkatimi ilk çeken, çevirinin bir roman havasında ve çok güzel bir dille aktarılmış olması. Bizde, tarih konusundaki çevirilerin nasıl kara-kutu şeyler olduğunu bildiğimiz için, onlarla sizinki arasındaki fark daha ilk sayfadan kendini belli ediyor. Bu çeviri tekniğinizi neye bağlamalıyız?

-Ben, çeviri tekniği bakımından Nurullah Ataç okuluna bağlıyımdır. Türkçe'nin hakkını verme, akıcı bir söyleyiş, bir sohbet havası, Nurullah Ataç'dan gelir. Bizde, onun çeviri tekniğini romanda kullanan çevirmenler olmuştur. Ancak tarih eserinde bunu deneyen pek olmadı galiba. O yüzden tarih konusunda çevirilerin çoğu, dediğiniz gibi ‘‘kara-kutu’’ şeylerdir. Benim çevirim, genel uygulamanın içinde bir istisna böylece.

Ama asıl özelliği, eserin çok objektif bir nitelik taşıması. Batılıların, Osmanlı tarihine bakarken genellikle takındıkları tek yanlı, zaman zaman da ‘‘hasmane’’ tavrından eser yok. Neredeyse dostça yazılmış bir kitap diyebiliriz. Bunu neye bağlamalı ?

-Belirttiğiniz ‘‘tek yanlı’’, giderek ‘‘hasmane’’ eserler eskide kaldı. Gerçi bugün de böyle aptalca davranışlara tenezzül edenlere rastlanıyor. Ancak batıda, hele bilim çevrelerinden gelenlerin tavırlarına egemen olan tarihsel gerçekliğe uygunluk kaygısıdır. Bu da nesnel, yani objektif olmayı gerektiriyor. Çevirdiğim eserin böyle bir nitelik taşıdığını da bildiğim için, dilime kazandırmaya kalktım. Yoksa bile bile kendi tarihime küfredilmesinde aracı olur muydum hiç?

HOŞGÖRÜ

Osmanlı fethinin yıldırım hızıyla yürüyüşünü siz neye bağlıyorsunuz? Hoşgörünün de bunda bir payı var mıydı?

-Osmanlı fethinin hızla yürüyüşünün nedenlerini biliyoruz. Onlar arasında ikisi pek önemlidir. Yeni devlet, köylüleri, ağır feodal yüklerin altında ezilmekten kurtarıyordu. Tekrar vergiye bağlasa da, arada büyük bir fark vardı. Öte yandan, özellikle Balkanlar'da çeşitli halkların yanı sıra çeşitli inançların da yaşadığı bir dünyada, inançları ezilmekten kurtarıp onlara bir hoşgörü ortamı yaratmak önemliydi. İşte bu gerçekleştirildi. 18. yüzyılın ünlü ‘‘aydınlanmacı’’ filozofu Voltaire, felsefe sözlüğünde böylesine yöneten Osmanlı padişahının, barışçı düzenini kendi yurdundaki yöneticilere örnek diye gösterir ve Fransa'da uygulanan hoşgörüsüzlüğü başlarına kakar. Bu arada 16. yüzyılda İspanya'dan kovulmuş Yahudilere, sultanın ülkesinin kapılarını açması ise, Yahudilerin unutamadığı bir olaydır.

Özetle, imparatorluk nereye kadar yayılmışsa, halkların inancından örfüne ve dilinden kültürüne kadar, kendine özgü olanları saklı tutup serbestçe geliştirme özgürlüğünü de tanımıştır. Anadolu'da, Balkanlar'da, Arap illerinde, kimi zaman ‘‘mozaik’’ dediğimiz renkliliğin yüzlerce yıllık bir geleneği sürdürmesinde, bu ‘‘liberalizm’’in büyük payı vardır.

Bütün bu söylediklerimiz, elbette mutlak değil, ‘‘görece’’dir. İmparatorluk, sınırlardan içerilere doğru çekilişe başlasa da, 18. yüzyılda bile düzenin mantığı sürmektedir. Asıl değişme 19. yüzyılda başlar.

OTOKRATİK YENİLEŞME

Bu değişmeyi belirleyen sizce neler olmuştur ?

-Şu iki olguyu gözden kaçırmamalı: ‘‘Şark meselesi’’yle, Avrupa'nın büyük devletleri, İmparatorluğu bölüp parçalamayı ve aralarında paylaşmayı gündeme alırlar. Ama öte yandan, Osmanlı devletini yönetenler de onu yıkılmaktan kurtarmak amacıyla bir ‘‘modernleşme’’yi başlatıp sürdürürler.

‘‘Otokratik’’, yani yukarıdan aşağıya yürütülen bir yenileşmedir bu. Önce ordudan başlar, sonra devletin öteki kurumlarını içine alır. Resminin yanı sıra sivil yaşam, fikir ve edebiyat, eğitim ve politika da yeni biçim ve içerikler kazanır. Bu arada Avrupa kapitalizmi de kendine yer açar ve ekonomiyi etkiler. Özellikle eğitimde görüldüğü üzere, yeninin yanı sıra eskinin de devam etmesi gibi bir ‘‘ikilik’’ sürerse de, gelişme yeniden yana olur. Bu ikiliğe Cumhuriyet son verecektir. Ama ne olursa olsun, Osmanlı modernleşmesi farklı bir tarihtir ve öteki İslam ülkelerinde görülmeyen sonuçlara varmış; bizi o dünyada ‘‘tek’’ kılmıştır.

CUMHURİYET'E MİRAS MI ?

Böylece, Osmanlı’dan Cumhuriyet'e bir miras kalmış olsa gerek. Ancak, bugün kimi kalemlerin ileri sürdüğü gibi, Cumhuriyet, Osmanlı'nın bir devamıdır diyebilir miyiz ?

-Hayır, diyemeyiz. Yanlıştır böyle bir değerlendirme. Osmanlı'dan Cumhuriyet'e elbette bir miras kaldı. Üstelik, Cumhuriyet'i kuranlar, Tanzimat'tan başlayarak, özellikle de İkinci Meşrutiyet'te ete kemiğe bürünen bir fikri ve sosyal ortamda yetiştiler. Ama o insanlar, bir şeyi kaldığı yerden alıp sürdürmediler. Tersine, yeni bir süreci başlattılar. Reformcu değil, radikal, giderek devrimci oldular. Keyifleri istediği için değil, yaşam zorluyordu bunu onlara...

Cumhuriyet'i ‘‘Osmanlı'nın devamı’’ gibi göstermek isteyenler, başta İslamcı ve şeriatçı çevrelerdir. Ve geçmişe bir hasret duygusu içindedirler. Ama bilmezler ki, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e bir çok şey kalmıştır da, içlerinde şeriat yoktur. Sayın Metin Toker'in bir yazısında belirttiği şu düşüncenin altını tekrar ve tekrar çizmeliyiz. Osmanlı tarihi bizim tarihimizdir ve onu iyi ve doğru bilmeliyiz. Ancak, Cumhuriyet Türkiye'si için o, ne bir ‘‘nostalji’’, ne de bir ‘‘model’’dir.

Sayın Tanilli, son olarak şunu sormak istiyorum. Uzun yıllardan beri Strasbourg'da yaşıyorsunuz. Türkiye'ye gideceğinizi söylemiştiniz. Bu ne zaman gerçekleşecek ?

-Önce ‘‘Yüzyılların Gerçeği ve Mirası’’nın 20. yüzyılı içeren son cildini çıkaracağım. Kitap bitti ve dizim için İstanbul'a gönderdim. En geç Eylül başlarında çıkmış olacak. Ben de bu yıl Kasım başlarındaki İstanbul Kitap Fuarı'na davetliyim. Ekim'in ortalarında İstanbul'da olacağım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!