ölümü nasıl bilirdiniz? siz de benim gibi, eski türk filmlerini sıkıntılı zamanlarınızda oturup saatlerce izliyor, orada olup biten ve size saçma gelen

Güncelleme Tarihi:

ölümü nasıl bilirdiniz siz de benim gibi, eski türk filmlerini sıkıntılı zamanlarınızda oturup saatlerce izliyor, orada olup biten ve size saçma gelen
OluÅŸturulma Tarihi: Eylül 13, 2000 00:00

ölümü nasıl bilirdiniz? siz de benim gibi, eski türk filmlerini sıkıntılı zamanlarınızda oturup saatlerce izliyor, orada olup biten ve size saçma gelen senaryoları fazlasıyla ciddiye alıyorsanız, bilirsiniz; kimi zaman tabancayla vurulan kötü adam tek kurÅŸunla ölürken, kimi zaman da iyi adam, eÄŸer filmin senaryosuna uygun düşecekse, yani artık filmin sonlarına gelinmiÅŸse, ya da baÅŸrolü bir baÅŸkasıyla paylaÅŸmışsa, tek kurÅŸunla, -kahpe bir kurÅŸunla- ölüverir. en önemli konu ise, söyleyecek sözü olanların, sözü henüz bitmemiÅŸlerin, deÄŸil tek kurÅŸun, onlarca kurÅŸunla bile ölmemesidir. bazen de, tek kurÅŸunla öldüğü sanılan filmin kötü adamı-kadını, vurulduÄŸu ve düştüğü yerden, herkesin öldü sandığı bir anda doÄŸrulur ve biraz önceki boÄŸuÅŸma sırasında yere düşen tabancayı alarak filmin iyi adamını arkadan vurur. bu sırada, elbette bir ÅŸey söylemez, ama filmin iyi adamı, arkadan vurulmuÅŸtur ve henüz söyleyecek sözleri vardır; onları söylemeden ölemez yine.benzer bir örnekte, yine ölüm döşeÄŸinde yatan kiÅŸi ölmeden önce sırrını bir baÅŸkasına söyler ve ölür. filmin ilerleyen saatlerinde bu sırrı yalnızca o kiÅŸi ve siz bilirsiniz; olaylar ne kadar acıklı, iç karartıcı olursa olsun, filmin sonlarında bir yerinde bu sırrın mutlaka açıklanacağı ve karmakarışık hale gelen bütün olayların birdenbire belki piÅŸmanlık, belki de mutlulukla çözümlenebileceÄŸini bilirsiniz. sonuçta aynı yere; 'söyleyecek sözleri olanların asla ölmedikleri' gerçeÄŸine geri dönersiniz. burada altını çizmek istediÄŸim ölüm, yine aynı filmlerdeki, fakir bir kıza aşık olarak evi terk eden oÄŸlu için zengin ve otoriter babanın söylediÄŸi 'benim için o artık yok; öldü' sözlerinden farklıdır elbette. bir toplu ölümün yıldönümünü yaÅŸadığımız ÅŸu günlerde ölüm üzerine bir yazı yazmak istemem ve bu konuyla ilgili notlar almaya baÅŸlamamdan sonra, agora sayfalarında da konu ile ilgili yazılar yayımlandığını gördüm. haKan kaynar' ın yazısı yine kendi üslubunu pekiÅŸtirecek ÅŸekilde ilginç noktalara, zekice ayrıntılara deÄŸiniyor, ama bir ÅŸehir planlamacısının gözüyle yazılmış duruyordu. ben biraz da yaÅŸam içindeki ölümlerle, ölümün kanıksanmış gibi görünen, oysa yadsınan çeliÅŸkilerine ilgilenmek istedim. söze sinemadan örneklemelerle baÅŸlamanın nedeni, ölümü bir bitimin sonrasına saklayan ve buna doÄŸallık kazandırmaya çalışan düşünce idi. son sözlerini söyleyenler ölebilirdi yani; bu kanıksanmış bir durum. biyolojik olarak düşündüğünüzde, faaliyetlerinin sonuna gelmiÅŸ bir canlı bedenin ölmesinin kanıksandığı gibi. bir filin ömrünün sonlarının geldiÄŸini anlamasıyla birlikte fil mezarlığına giderek orada ölümü beklemesi bence son derece normal ve bir o kadar da düşündürücü bir durum. bu durum, öleceÄŸini anlayan bir akrebin kendini öldürmesi ile açıklanamaz; bu, sözünü ettiÄŸim ölüm kavramına daha yakındır ve bir fidanı köklerinden kesmekle açıklanabilir daha çok. yine, keloÄŸlan ve nasreddin hoca tiplemelerini türk insanının mizacı ile birleÅŸtirerek bir yeni tipleme yaratan kemal sunal filmlerinin birinde, ölümcül bir hastalığa yakalanan ve ancak altı ay ömrü kaldığını öğrenen kahramanımızın kendini öldürmek için bir kiralık katil tutması ve bu iÅŸin hemen olmasını istemesi ilginçtir. zamanın göreli bir kavram olduÄŸunu düşündüğünüzde, altı ay ya da kırk yıl yaÅŸayacak olmanızın pek bir önemi olmasa gerek. asıl sorun insanın zaten ölümcül bir canlı olması ama bu gerçeÄŸi nedense pek hatırlamak istememesinde yatıyor. yaÅŸam sürenizin kısalması, yani bir bakıma ortalama ölüm yaşına yaklaşıyor olmanız size ancak anımsatıyor ölümü. ve cemal süreya' nın deyimiyle 'her ölüm erken ölüm' olarak giriyor yaÅŸantımıza. aslında yazının bu kısmında 'intihar' konusuna girmenin tam da zamanı. ama bu konunun yazanın maksadını aÅŸacağı düşüncesinden hareketle, bu konuyla ilgili ve son derece de radikal olduÄŸunu düşündüğüm fikirlerimi baÅŸka bir yazı konusu yapmayı uygun görüyorum.ölüm konusunda gereÄŸinden fazla yazı yazılmasının, sanata ve edebiyata bu denli konu olmasının bence en büyük nedeni, insanoÄŸlunun ölüm söz konusu olduÄŸunda bildiklerini tamamen unutup hiçbir ÅŸey söyleyememesi gibi geliyor bana. ölüm gizil yapısıyla, insana ve doÄŸaya onların çaresizliklerini sürekli anımsatan bir kavram olarak kaldı hep. ölümsüzlük ilacı, yıllarca yaÅŸayabilen ölümsüz tanrılar mitolojinin konusu oldu. insan, yaÅŸama ve doÄŸaya alışıp belli bir uyum içine girdikten sonra birdenbire 'yok' olmayı kendine yediremedi. ölümü aklına getirmemeyi düşündü bu yüzden de. ne ki ölüm, biz onu hatırlamak istemesek de bize kendini sürekli hatırlattı. bir doÄŸa kuralıydı bu ve böyle olması da son derece normaldi. gerçi ölüm, insanlar için daha çok insanı ilgilendiren bir kavram olsa bile, insan kendi çeliÅŸkilerini yaÅŸamaya, doÄŸayı öldürmeye ya da yaÅŸatmaya, karaya vuran bir balinayı denize döndürmek için milyon dolarlar harcamaya ama bir karıncayı ezerek yoluna devam etmeye, trafik kazalarıyla kendini, avlanarak doÄŸayı katletmeye, ardından, nesli tükenen hayvanları koruma altına almaya, kısacası, ölüm ve yaÅŸam duygularını belleÄŸinde hep canlı, kanıksanan ve bir o kadar da çeliÅŸkiler yumağı olarak yaÅŸatmaya devam etti; ölüm yaÅŸamın, yaÅŸam ölümün içine girdi. sanatçıların ölüme karşı, özellikle de kendi ölümlerine karşı durduklarını düşünmek ise ne derece doÄŸru bilmiyorum. ölümcül bir canlı olmamak için yazan yazarlar da olabilir belki; ama ben bunun yazmak için asıl neden olduÄŸunu sanmıyorum. yazmak, belki de tam tersi, yaÅŸama ortak olmak için var. pavese, intiharını hazırladığı bir otel odasında, intiharından hemen önce günlüğüne 'her ÅŸey bitti; artık yazmayacağım' diye yazıyor ve ardından da intihar ediyordu. pavese artık yazmıyor olmayı ölümle eÅŸdeÄŸer görürken, ilginçtir, bir baÅŸka çeliÅŸki, onun yazdıkları sayesinde ölümsüzleÅŸtiÄŸi gerçeÄŸi çıkıyordu ortaya. hepimizin yaptığı bir iÅŸ aslında bu; ölümü yaÅŸam içine saklamak. behçet aysan, yaÅŸam ve ölüm arasındaki bu denli sıkı iliÅŸkiyi 'beyaz bir gemidir ölüm / siyah denizlerin hep çağırdığı' dizelerinde anlatıyor. birbirini tamamlayan iki zıt kutup gibi, biri olmadan ötekinin de olmayacağını bilerek, her ikisinin de varlığını onamamız gerekiyor. ütopia kitabının yazarı thomas moore, kilisenin kendisini idama karar vermesiyle çıktığı idam sehpasında gözlerini celladın baÄŸlamasına izin vermeyip, kendisi baÄŸlamış, bununla da kalmayıp, cellada bir altın lira vererek kendi idamını kendi gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. ölüm bu kadar kolay, bir o kadar da zor iÅŸte!ölümden söz edip vasiyetten söz etmemek olmaz. sizin bir vasiyetiniz var mı bilmiyorum ama, benim son günlerde bütün bu çeliÅŸkiler bütününde düşündüğüm bir vasiyetim var: öldüğüm gün, ölüm'ü yakın!Ali Hikmet EREN - 13 Eylül 2000, ÇarÅŸamba Â
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!