Matematik karım koleksiyonum metresim

Güncelleme Tarihi:

Matematik karım koleksiyonum metresim
Oluşturulma Tarihi: Ocak 19, 2002 02:06

Bütün yazarlar her yayımladıkları kitabı dostlarına, tanıdıklarına imzalayıp gönderirler. O dostlar da bu kitapları birer namus gibi saklar. Ama bu imza namusunun yara aldığı zamanlar da vardır.

Örneğin dostunuza imzaladığınız bir kitabı sahaflardaki bir rafta gördüğünüz zamanki gibi. Olaya böylesine bir imza namusu açısından bakarsanız Haluk Oral tam bir korkunç koleksiyoncu. Çünkü yazarların, şairlerin edebiyatçı dostlarına, ahbaplarına, birbirilerine imzaladıkları 10 bine yakın kitabın sahibi. Aralarında öylesine muhabbetle imzalanmış olanlar var ki, kitabın orada oluşu imzalayana tam bir ihanet gibi geliyor insana. Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Haluk Oral, uluslararası üne sahip bir matematikçi aynı zamanda.


Bir matematik profesörüsünüz fakat çok farklı bir hobiniz var. İmzalı kitap ve belge toplamak. Nasıl başladı bu merakınız?

- Aslında her şey okuma merakımla başladı. Küçüklüğümden beri çok iyi bir okur oldum. İmza toplamaya başlamam ise Nazım Hikmet sayesinde! Doktora eğitimi için gittiğim Kanada'nın, Vencouver kentinde Antalya doğumlu bir Rum bana Nazım'ın imzalı bir kitabını verdi. 1900 doğumlu ve Kanada'ya yerleşmiş biriydi bu. Kanada Komünist Partisi'nin de kurucularından. Moskova'da Nazım'la tanışmış ve Nazım ona kitabını imzalayıp vermiş. Türkiye'ye dönünce imzalı kitapları sahaflardan birer birer toplamaya başladım.

Sahaflarda rastladığınızda sizi en çok sevindiren imza hangisi oldu?

- Tevfik Fikret'in Rubab-ı Şikeste'sini almıştım. İmza falan yoktu ama çok temiz kalmış bir baskıydı. Alıp kitabı karıştırırken şunu gördüm. 95'e doğru şiiri bu kitapta yoktur. Baktım ki kendi el yazısıyla bu şiiri kitaba ilave etmiş. İki sayfa kendi el yazısı ve altında da imzası. Bu beni çok heyecanlandırmıştı.

Siz biriktirmeye başladığınızda değeri biliniyor muydu bunların?

- Hayır. Yeni yeni müzayedelerde imzalı kitaplar satılmaya başlanınca insanlar bunun değerli bir şey olduğunun farkına varmaya başladılar. Atatürk'ün bir imzalı fotoğrafını mesela o zaman 100 dolara aldım diyelim, şimdi bu fotoğraf binlerce dolar eder.

Şimdi bu imzalardan yola çıkarak yazılar yazıyorsunuz.

- İnsanın içinde uyuyan bir yan var. Buna ister bebek deyin ister canavar. Koleksiyon dergisinden röportaj yapmaya geldiler. Sonra da kendi dergileri için yazıp yazmayacağımı sordular, ben de kabul ettim.

Topladığınız bunca belge ve kitabın sizden sonra sahaflara tekrar düşebileceği aklınıza geliyor mu hiç?

- Bence düşmesi lazım. Bu kitaplar bir bodrumda nemlenmeye, kötü şartlara terk edilecekse yine bir sahafa düşsün ve oradan meraklısının eline geçsin çok daha iyi. Benim çocuklarım merak edip bunlarla ilgilenirlerse ne mutlu. İlgilenmeyip yok olmaya terkedeceklerine satmalarını tercih ederim. Tabii ne olduğunu bilerek satsınlar. Hurdaya verilip SEKA'ya gitmesin. Ama koleksiyonum ölene kadar bende kalacak. Asla satmayı veya değiştirmeyi düşünemem.

Bir matematikçisiniz ama edebiyata yakın ilgi duyuyorsunuz. Farklı değil mi bu iki disiplin?

- Matematik ve edebiyat kadar birbirine yakın iki şey olamaz. Gerçi bizde edebiyatı çok iyi bilen insanların yüzde 99'u matematiği bilmez. Matematiği çok iyi bilenlerin de yarısı edebiyata çok meraklı değildir. Edebiyatla matematik birbirinin zıddı iki şey değildir ki. Ünlü Fransız şair Paul Valery çok uzun yıllar matematik çalıştıktan sonra şair olmuştur. Aldığı karar da şuydu: Şiir aslında kelimelerle yapılan bir matematiktir. Ben koleksiyonerlik ve yazı ile ilgileniyorum diye matematikçiliği boşlamış değilim. Matematik eşim, bunlar da metresim.

ÜÇGENİN AÇILARI

Matematik bir kafaya sahipsiniz. Türkiye'deki hamaset sizi rahatsız etmiyor mu?

- Bunu da matematik olarak yerine oturtabilirsin. Size şu örneği vereyim: Bir düzlemde üçgenin iç açılarının toplamı 180 derecedir. At eyeri gibi bir şeklin üzerinde çizin üçgeninizi, o zaman iç açıların toplamı 180'den küçük çıkar. Ne oldu? Matematik şimdi kendi içinde çelişti mi? Hayır. Düzleme göre, yani ortama göre bu değişir. Kürede üçgeni çizersen 180'den büyük çıkar, at eyeri üzerine çizersen küçük. O zaman tek doğru diye bir şey yok. Bir polis beni Amerika'da durdurup kimliğimi sorarsa, neden durdurduğunu, şüpheli bir haraketimin olup olmadığını sorarım. Ama bunu Türkiye'de sormam. Al işte biri küre, biri düzlem. Bu da bana çelişkili gelmiyor. Gerçek anlamda insan hakları Türkiye'de sağlanmamış ki, Amerika'da beklediğimi burada da bekleyeyim.

Yaptığınız çalışmaların pratik hayat için ne gibi getirileri var?

- Mesela yapılan bir çalışma, çözülen bir problem bankalardaki şifreleme sistemine dönüyor ve bankamatik oluyor. Dijital yayınların hepsi matematiktir. CD mesela tamamiyle benim çalıştığım konuyla ilgilidir. Niye hışırtı yok CD kayıtlarında? Çünkü hataları düzeltiliyor. Nasıl düzeltiliyor, kodlar kullanılarak. Yani matematik aslında hayatın içinde ama farkında değilsin.


CEM KARACA'DAN SEVGİLİSİNE MEKTUPLAR

Sahaf dostlarım ilginç bir şey olunca beni ararlar. Geçenlerde Cem Karaca'nın sevgilisine yazdığı mektuplar vardı. Ben ilgilenmedim, eğer Atatürk'ün ya da bir yazarın olsa alırdım.

BİR DAİRE TAMAMEN KİTAPLARIN

Yazarları tarafından imzalanmış 10 bine yakın kitap ve belge topladım. Kitaplardan evde bize yaşayacak yer kalmayınca yeni bir daireye taşındık ve bir daireyi tamamen onlara bıraktım.

SANKİ NAZIM'LA KUCAKLAŞTIM

İlk imzalı kitabım Nazım Hikmet'e aitti. Kitabı bana Kanada Komünist Partisi'nin kurucularından Antalya doğumlu bir Rum dostum hediye etti. O an kendimi sanki Nazım'la kucaklaşmış gibi hissettim.


Atatürk’ün Fahrettin Altay’a mektubu


Mesela Atatürk'ün Fahrettin Altay'a yazdığı bir mektubu vardı elimde. Fahrettin Altay, Atatürk'ün mektubunun üzerine kurşun kalemle not düşmüş: ‘‘Fesatçılar benim hakkımda Atatürk'e karşı olduğum yolunda dedikodu çıkarmışlardı. Ben de kendisine bir mektup yazdım. Bu mektup Atatürk'ün bana yazdığı cevaptır.’’ Mektupta Atatürk, ‘‘Sen hiç merak etme, kalbimizde sana karşı hiç bir şüphe yoktur. Uygun bir zamanda gel ve bunu konuşalım’’ diyor. Ben bu fesatçılar kimdir, neden böyle bir dedikodu çıkartıldı diye bir araştırma yaptım. Bu iş bir matematik gibi aslında. Bir takım parçaları birleştirip o günü adeta tekrar kuruyorsun.


Zevkten öldüren o duygu


Şu zevki yaşamak çok önemlidir mesela. Evdesin ve yalnızsın. Altı aydır da uğraştığın bir problem var ve artık eminsin ki o problem çözüldü. Geceyarısı diyelim ki saat 3.30. Ve dünyada o problemin çözüldüğünü bir tek sen biliyorsun. Ve o problemin çözülemediğini matematikçiler biliyor. O anda dünyada hiç kimsede olmayan, zengin fakir, zenci beyaz, kadın erkek bir şey var sende. Kendini Allah gibi görüyorsun. Ama bunu açıkladığın zaman heyecanlanacak insan sayısı belki tüm dünyada elli kişidir. İşte o duygu çok güzel.


Prof. Haluk Oral (44) Sivas Şarkışla'da doğdu. İstanbul Üniversitesi'nde Matematik Bölümü'nü bitirdi, Kanada Simon Fraser Üniversitesi'ndeki doktorasından sonra Alabama'daki Auburn Üniversitesi'nde bir yıl öğretim üyeliği yaptı. 1990'da Türkiye'ye dönüp Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi oldu. Oral'ın çalışma konuları Kodlar Teorisi, Şifreleme ve Kombinatorik.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!