Küçüktüm, miniciktim insülini bilmezdim

Güncelleme Tarihi:

Küçüktüm, miniciktim insülini bilmezdim
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 19, 1998 00:00

Haberin Devamı

Diyabet Kampı'nın ikinci döneminde kadro değişti. Kampın sorumlusu Doç. Dr. Şükrü Hatun oldu. İkinci dönemi onun kaleminden izliyoruz:

Bir yıl sonra İznik'te, yine Diabetli çocuklarla beraberiz. Kampa KKTC'den 15, İzmit ve Adapazarı'ndan 17, İstanbul ve Ankara'dan sekiz çocuk ve genç katıldı.

Çocuklar açısından kampın en sıkıcı saatleri sabah ve öğleden sonra yapılan eğitimlerdi. Çocukları, düzeylerine göre ikiye ayırdık. Katılımcı bir modelle eğitim yapmaya çalışıyorduk. Bilgili olanlar hem dersi daha iyi dinliyorlar, hem de daha katılımcı oluyorlardı. Biz de bu kısır döngüyü kırmaya çalışıyorduk. Eğitim ve motivasyon düzeyleri düşük çocuklarla Kıbrıs'tan kampa katılan çocukların bir kısmında çok zorlandık. Özellikle Kıbrıs'tan katılanları Halit, Emrah, Melih ve Barış dışında konuşturmak pek mümkün olmuyordu. Hemen hepsi, sorulara gülerek cevap veriyorlardı. Buna rağmen onları da değişik yöntemlerle etkilemeye çalışıyorduk.

Kamp boyunca benim ‘‘korumam’’ olarak dolaşmayı başlıca iş edinen Hasan'ı (Kampa üç yıldır katılıyor ve kan şekeri kontrolü en kötüler arasında) her derste şaka yollu ‘yüz karası’ ilan ettim ve ders saatleri dışında sürekli onlarla birlikte oldum. Kampın son günü, ilk altı gündeki kabına sığmaz Hasan gitmiş, onun yerine güzel gözleri hüzünle dolu sessiz bir Hasan gelmişti. Son akşam kimse yokken yanıma geldi ve bir dahaki kampa kadar durumu düzelteceğine söz verip ayrıldı.

EN DUYGUSAL İLİŞKİ

Yaşça büyük çocuklar eğitim saatlerinde özellikle basında çıkan haberlerle ilgili sorular soruyorlardı: ‘‘Burun yoluyla kullanılan insülin’’, ‘‘Tüp içine yerleştirilmiş pankreas hücreleri’’, ‘‘İnsülini tarihe karıştıran hap’’ gibi abartılı başlıklarla verilen haberlerin çocukları gerçekçi olmayan beklentilere sokarak olumsuz etkilediğini bu yıl bir kez daha gözlemledim.

Geçen yıllarda olduğu gibi, kampın son günü yine veda gecesi düzenledik. Konuşmalar yapıldı; sertfikalar ve ödüller dağıtıldı, dans edildi. Her yılki gibi kimse gecenin bitmesini istemedi. Ben bu yıl hüznümü tüm çocuklara İznik kartları yazarak dağıtmaya çalıştım: ‘‘Herşeyinle on puanlıksın’’, ‘‘Güzelliğine iyilik ekle ve öyle büyü’’, ‘‘Nasıl da berrak bir aklın var, bizi şaşırttın’’, ‘‘Seni kendi çocuklarım gibi sevdim’’, ‘‘Herşeyin iyi ama vücudundaki yağları azaltsan iyi olur...’’

İkinci dönemde eğitmen olan 20 yıllık diyabetli Alper ile kampa Kuzey Kıbrıs'tan katılan Savaş arasında kampın en duygusal ilişkisi kuruldu. Savaş, dokuz yaşında ve üç yıllık diyabetli sessiz bir çocuktu. Onu ilk gördüğümde, durgun ve soluktu, bıraksanız uyuyacak haldeydi.

Kıbrıslı çocukların yöneticilerine, ‘‘Bu çocuğun kan şekeri düşmüş, bir bakar mısınız?’’ dediğimde, ‘‘Biz onunla havaalanında tanıştık ve o andan beri hep böyle’’ karşılığını verdiler. Yine de kan şekerine baktılar ve düşük bulunca hemen meyva suyu içirdiler.

Savaş'ı biraz daha izleyince, onda diyabet dışında, diyabetle birlikte görülen ve tiroid bezlerinin yetersizliği ile giden bir hastalık olduğunu düşündüm. Tiroid hormonlarına baktırdık. Düşündüğümüz hastalığın doğru olduğunu saptadık. Biz bunları yaparken, Savaş gün geçtikçe açıldı ve diyabet eğitmeni 20 yıllık diyabetli Alper'e bağlandı. Alper nereye giderse Savaş da oraya gidiyordu. ‘‘Senin doktorun kim?’’ diye sorulduğunda ‘‘Dr. Alper’’ diyordu. Alper, sabırla Savaş'a insülin yapmayı, kan şekeri ölçmeyi, kan şekeri düştüğünde doğru davranmayı öğretti. Kampın son üç günü Savaş'a tiroid hormonu da vermeye başladık. İki gün sonra herkes Savaş'ın daha çok gülerek yerinde durumaz olduğunu, sürekli havaya fırladığını, danslara katıldığını gözledi.

EN YAKIŞIKLI ERKEK

Gündüzleri 2-3 saat eğitimle; yüzme, futbol, basketbol gibi sporlar ve çevre gezileriyle geçen günler mutlaka eğlence ile tamamlanıyordu.

Bu yıl eğlence işini İzmit'ten kampa katılan ve ‘‘Diyabetli çocukların annesi ve ablası’’ sayılan Nuran hanım yüklendi. Çocuklarla yarışmalar düzenledi. Kampın üçüncü günü değişiklik olsun diye ‘‘En yakışıklı erkek yarışması’’ organize edildi. Erkek çocuklar bu tür yarışmayı önce yadırgadılar. Sonra tümü katıldı. Mankenler gibi yürüdüler. Müzik eşliğinde dans ettiler. Şarkı söylediler. Kendilerine yöneltilen soruları yanıtladılar. Ve Kıbrıslı Melih'i ‘‘en yakışıklı erkek’’ seçtik. Yine Kıbrıs'tan Halit'i ‘‘en yetenekli erkek’’, İstanbul'dan Görkem'i de ‘‘en sempatik erkek’’ seçerek yarışmayı tatlı bitirdik.

Yoksulluk ve diyabet

Nazan İzmit, Hatice Hendek, Vasfiye Bartın'dan gelmişlerdi. Üçünün de kan şekeri kontrolleri kötüydü. Çünkü şekerlerine bakmak için malzeme bulamıyorlardı. Vasfiye, iki döneme de katıldı. İlk geldiğinde, başı bit ve sirke doluydu. Doktor ve hemşireler elleriyle temizleyerek ilaçladılar. Yoksulluk ve diyabet birbirlerine uymuyordu. Bu zor işti. Zoru aştık.

Kampın sonuna doğru Vasfiye'yi haftada bir kez arayacak, ona danışmanlık yapacak bir arkadaş aradık. Veda töreni öncesi Kıbrıslı Dicle yanıma geldi:

‘‘Şükrü abi, ben Vasfiye ile kardeş olmak istiyorum.’’

Kampın üzerinden bir hafta geçtiğinde bu satırları yazarken öğreniyorum ki, hem Alper hem Dicle, diyabet kardeşleri ile her gün konuşuyorlar.

Adı Vasfiye. Altı aylık insülününü, kan ölçme aletlerini, yeni giysi ve okul eşlarını temin ettik. Bu çocuğu kurtarmak, bir yatılı okulda okumasını sağlamak Türk insanının, Türk Devleti'nin görevidir.

ŞEKERCİKLERİN İÇ DÜNYASI

Tam gol atacağı sırada...

Eğitmenler, yatmadan önce yapılan ölçümlerde kimin kan şekerinin uykuda düşebileceğini öğrenmişti. Her gece bir doktor, bir erkek bir kız eğitmen saat 03'e kadar bekleyip kuşkulu çocukların kan şekerlerini ölçüyorlardı. Görken, saat 02.45'te Süleyman Ermez'in omuzunu tuttu:

‘‘Kalk Süleyman, uzat elini şekerini ölçeyim.’’

Süleyman, itiraz etti:

‘‘Bırak abi yaav, tam kaleciye gol atıyorum. Golden sonra ölçeriz.’’

Pano'ya ilginç mesajlar ve duyurular asılıyor:

‘‘Fıkra Yarışı... En absürd, en komik ve en gırgır, ayrıca harbi fıkralarını bekliyoruz.’’

‘‘Palavra Yarışı... Palavralarınızı bekliyoruz. Ödülü bol olacak, ancak palavranızın da sosu bol olsun..’’

Bir eğitim saatinde glikojen depolar anlatılıyor:

‘‘Karaciğer yedek şeker deposudur. Bu depolar boşalınca şeker yükselir.’’

Özgün'ün sesi duyuldu:

‘‘Hocam 16 yıldan beri dopalar boşaldı, tamtakır..’’

RTÜK'e takılan duyuru

Doktor Kubilay, bazı ilkeleri maddeleştirerek panoya astı. Ertesi sabah duyurunun yerinde yeller esiyordu:

‘‘Ne oldu bizim duyuru?’’

Çağrı yanıtladı:

‘‘RTÜK'ten geçmedi, karardı..’’

Çağrı Çakıcı, şekerciklerin iç dünyalarını bir şiirde yansıttı:

‘‘Geldik birlikte kampa/ Kovulduk ilk akşamında/ Eğlendik doyasıya/ Eğlenmeyi bilen insanlarla...

Küçüktüm, miniciktim/ İnsülüni hiç bilmezdim/ Hızlı mı yapacaktım yavaş mı?/ Hemşirelerle bile denemedim.

Selda, Gülnur, Sadiye ile/ İnsülin yaptık hep birlikte/ Ahmet, Mehmet, Yücel'le/ Öğrendik, şu diyabet de ne?

Sabah kalkınca yedide/ Üzerimde 80 okkalık Ahmet'le/ Sapıkvari garip pozlar ile/ Yedigün boyunca her gece...

Temel Amca, Temel Amca kalksana/ Lambaları yaksana/ Çocukların hipoda/ Çaresine baksana..

Doymadım, doyamadım/ Diyetimi yapamadım/ Emel abla nerdesin?/ Kepek ekmek bulamadım.

Kamp bitince bu sene/ Dağıldık tüm ülkeye/ Biribirimize söz verdik/ Buluşacağız her sene.

Sözlerimi bitiriyorum/ Şükrü Amcamı ekliyorum/ O olmasaydı gerçekten/ Ben ne yapardım bilmiyorum...’’






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!