Konniçiva

Güncelleme Tarihi:

Konniçiva
Oluşturulma Tarihi: Kasım 14, 1998 00:00

Erdal GÜVEN
Haberin Devamı

Film eleştirisi

Ben bu film işinden anlarım arkadaş. Bir kere Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi mezunuyum. Yani Türkiye'nin en iyi gazeteci ve televizyoncularını yetiştiren okuldan...

Ben gazetecilik okudum ama olsun ev arkadaşlarımdan ikisi sinema televizyon öğrencisiydi. Gerçi çocuklar 4 sene boyunca bir türlü kendilerinin televizyon tamircisi değil de, televizyon yapımcısı olarak yetiştirildiklerini konu komşuya anlatamadılar. Ama yılmadılar, evsahiplerinin ‘‘Oğlum biriniz gelin de benim şu televizyona bakın, yine karlı gösteriyor’’ çağrılarına gögüs gererek okudular.

Evde iki adet gazeteci aday adayı, iki adet de sinema ve televizyon yapımcısı aday adayı olunca doğal olarak akşam tartışmaları da gazetecilik ve sinema televizyon alanlarında oluyordu. Herkes gün içinde öğrendiği birtakım bilgi kırıntılarını birbirine satarak, ukalalık etmeye çalıştığından, evin diğer fertleri de bu engin bilgilerden faydalanabiliyorlardı.

Ayrıca ben sahip olduğum üstün yeteneklerim sayesinde bizim sinema televizyon bölümü öğrencilerinin çektikleri tüm kısa metrajlı ‘‘Sanat’’ filmlerinin vazgeçilmez başrol oyuncusuydum. Hatta bu üstün yeteneklerim sayesinde bir sahne ancak 10-15 tekrardan sonra ancak tamamlanabildiği için çocuklar bol bol pratik yapma imkanı buluyorlardı.

Bizim sinema televizyon öğrecilerinin çekimlerinde kullanmak üzere eve getirdikleri betacam kameralar üzerinde yaptığım kurcalama çalışmaları sayesinde öğrendiğim bilgilerle, üniversite sonrasında bir ay kadar reklam kameramanlığı bile yaptım.

Yani kısacası ben bu film işinden anladığımı zannediyordum. Ama Tokyo film festivaline katılan Türk filmi ‘‘Kasaba’’nın festivale katılan 450 film içinden ikinci seçildiğini ve 50 bin dolar ödül aldığını öğrenince kafam karıştı...

Ya bu Japonlar sinemadan anlamıyorlardı ya da ben.

Kısa metrajlı çekilen bir filmin sonradan yapılan eklemelerle uzatılması sonucu oluşan yeni eserden ben birşey anlamadım. Filmin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan'ın da anladığını zannetmiyorum. Çünkü filmin gösterimi sonrası yapılan soru-cevap bölümünde tam olarak neyi amaçladığını bir türlü anlatamadı. Bir eşeğin gözüne konan bir sineğin 25 saniye gösterilmesinin veya Amerika'da okuyup, baba toprağına dönen bir entellektüelin 15 saniye boyunca burnunu karıştırmasının yakın plan verilmesinin altında yatan sanatsal kaygıları inanın anlayamadım.

Kare kare ele alındığında, mükemmel sayılabilecek bir çok siyah beyaz görüntünün nasıl bu kadar hoyratca harcanabildiğini uzun süre kendime sordum. Kurgusuz, birbiri ardına sıralanmış siyah beyaz karelerden oluşan bir film...

Birşey anlayamadım ama yine de bir Türk filminin Tokyo Film Festivali'nde 450 film arasından ikinci olmasına çok sevindim.

Sarı Zeybek

En az 5 kere seyrettim bu belgeseli, hepsinde de yanlız olmaya özen gösterdim. Baştan sona aynı heyecanla tüm dikkatimi vererek seyrettim. Tek başına seyretmemin kendimce nedenleri var tabii. Bir kere kimsenin, seyrederken konsantrasyonumu bozmasını, dikkatimi dağıtmasını istemiyorum. İkincisi ise belgeseli seyrederken her seferinde gözyaşlarımı tutamadığımdan, tek başıma doya doya ağlayarak seyretmek istiyorum. Ama bu sene Sarı Seybek'i 150 kişilik bir Japon topluluğu ile beraber izlemek zorunda kaldım.

Türk-Japon Dostluk Derneği tarafından 10 Kasım nedeniyle düzenlenen toplantıda, sinevizyonda izledim. Yine ağlayarak seyrettim belgeseli ama bu sefer yalnız değildim. Tanımadığım, isimlerini dahi bilmediğim Japonlarla beraber ağladım.

Aslında Sarı Zeybek, son 5 yıldır ilk kez yaşayabildiğim Atatürk'le dopdolu geçen bir haftanın muhteşem finalini oluşturdu. Atatürk ve Türkiye ile ilgili bir dizi konferanslar vermek için Tokyo'ya gelen Prof. Ersin Onulduran, Atatürk'le dopdolu, çok keyifli bir hafta geçirmemize neden oldu.

Prof. Onulduran bir hafta boyunca Japonlara Atatürk'ü ve onun yarattığı Türkiye'yi anlattı. İlk önce Tokyo Büyükelçiliği Basın Müşavirliği tarafından düzenlenen basın toplantısında Japon gazetelerinin önemli köşe yazarlarına anlattı.

Ardından, Türkiye ve Orta Asya Kültür Merkezi tarafından düzenlenen senpozyumda yüzlerce meraklı Japona anlattı Atatürk'ü. Bu sempozyumun en önemli özelliği ise, düzenleyen Türkiye ve Orta Asya Kültür Merkezi'nin Türkiye'de Fetullahçılar olarak bilinen gruba dahil olmasıydı.

Bunun yanında Onulduran Tokyo'da bulunduğu süre içinde birkaç üniversitede öğrencilere de Türkiye'yi ve Atatürk'ü anlattı.

Onulduran, anlattığı Atatürk'ü ve Türkiye Cumhuriyeti'ni dinlerken bir cumhuriyet çocuğu olmanın verdiği haklı gururu yaşadım.

Ağzına sağlık hocam...

KEİKO

Keiko, bir zenci çocuk doğurmuştu. Hastane odasında kendisine ve çocuğa hayretle bakan kocasına sert bir ifade ile ‘‘Görüyorsun değil mi yaptığını. Bak hep karanlıkta sevişmenin sonucu çocuğumuzda kapkara oldu.’’ der.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!