Kaspar Hauser, Baden Prensi mi, değil mi?

Güncelleme Tarihi:

Kaspar Hauser, Baden Prensi mi, değil mi
Oluşturulma Tarihi: Haziran 10, 2000 00:00

Haberin Devamı

DNA tekniğiyle, 160 yıl sonra çözülen bir vakayı, Alman profesörler Türk meslektaşlarıyla paylaştılar

Geçtiğimiz günlerde, Münih Üniversitesi'nden birkaç profesör İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'nü ziyaret etti. Ziyaret sebepleri, Avrupa'yı 160 yıldır meşgul eden bir olayı Türk meslektaşlarıyla paylaşmak istemeleriydi. Olaya konu olan kişi, Kaspar Hauser'di. Kaspar Hauser, Baden Prensi miydi, değil miydi?

Avrupa'da özellikle de Almanya'da, 160 yıldır Hauser'in Baden Prensi olup olmadığı tartışmaları vardı. Bu tartışmayı, Rus Çarı'nın kızı Anastasia'nın yaşadığı iddialarına benzetenler de oluyordu. İki olay da tarihte birer muammaydı.

Öykü 1825 yılında Almanya'nın Nürnberg şehrinde başlıyordu. Nürnberg halkı, birgün sokaklarda doğru düzgün yürüyemeyen ve hemen hemen hiç konuşamayan bir çocuğun varlığını fark etmişlerdi.

Çocuk sadece, ‘‘babam gibi süvari olmak istiyorum’’ diyor başka da birşey söyleyemiyordu. Önce onu deli zannederek yakalayıp, kuledeki bir hapishaneye kapatmışlardı. Orada, su ve ekmekten başka hiçbirşey yemek istemediğini ve çok az kelime bildiğini farketmişlerdi.

Halk, onu sanki sirkteki bir hayvanmış gibi izlemeye gidiyordu. Nürnberg kent doktoru, onunla pekçok kez görüşmüş ve neticede bu çocuğun aptal ya da akıl hastası olmadığı sonucuna varmıştı.

Eklem yerlerinde bazı kusurlar vardı. Sanki, uzun bir süre iki büklüm ve rahat hareket edemez bir biçimde yaşamıştı. Nürnberg Belediye Reisi, bu kişiyle görüşmesinin sonunda, 16 yıl boyunca iki büklüm bir biçimde tutsak yaşadığını, bu süre boyunca sadece su ve ekmek yediğini ve iki tahta at oyuncağa sahip olduğunu açıklamıştı.

BIÇAKLANARAK ÖLDÜRÜLDÜ

Bu öykü Almanlar'ın romantik duygularına hitap etmiş, nereden ve kimin soyundan gelmiş olduğunu merak etmeye başlamışlardı. Bu garip çocuk daha sonra, ünlü bir profesöre emanet edilmiş ve eğitilmeye başlanmıştı. Kısa sürede entellektüel olarak büyük bir gelişme kaydetmişti.

Bir ara profesörün karısına cinsel tacizde bile bulunmuş, herkes buna şaşmıştı. Hatıralarımı yazmak istiyorum dediği bir sırada, 1830 yılında bıçaklı bir saldırıya uğramış, bunu maskeli bir kişinin yaptığını söylemişti.

Olay aydınlatılamamıştı. 1833 yılında, bu kez bir parkta göğsünden bıçaklanarak yaralanmış ve dört gün sonra da ölmüştü. İşte bundan sonra çılgınca hipotezler geliştirilmeye başlandı.

TACIN VARİSİ KİM

Bunlardan bir tanesi bu çocuğun, Grand Düşes Baden'in oğlu olduğuydu. Çünkü bu soyun çok özel bir yaşamı ve tarihçesi vardı. Grand Dük Karl Von Baden, Napolyon'un üveykızı, Stephanie Beauharnais ile evliydi. Stephanie, tarihte en az Napolyon kadar adından söz ettirmiş Josephine'in kızıydı. Bu evlilikten iki kız, iki de erkek çocukları olmuştu.

Tacın gerçek varisi öyküsü anlatılan Prens Kaspar Hauser olmalıydı. Ancak, doğumundan birkaç hafta sonra ölmüştü. İkinci prens Alexander ise, doğumundan bir yıl sonra ölmüştü. Baden'de kraliyet erkek çocuklara geçtiğinden kız çocukları Josephine ve Marie hanedanın devamını sağlayamamışlardı.

Bu sülalede Josephine ve Marie'nin ve daha sonraki dört kuşağın da hep kız çocukları olmuş ve bu sayede mitokondrial DNA ile ailenin soyağacının izlenebilme imkánı sağlanmıştı. Mitokondrial DNA sadece anneden kız çocuklarına geçen bir genetik özellikti.

Bu ailenin günümüzde yaşayan iki kadını, kan örneği vererek yıllarca süren bu muammaya son verecekti.

Her ikisi de kesintiye uğramamış bir şekilde, Stephanie Beauharnais'yi izleyen kuşaklardan geldiğinden, bu iki kişinin kan örneğindeki mitokondrial DNA'yla çalışılarak, Beauharnais'nin mitokondrial DNA özelliklerine ulaşılabilecekti.

KANLI ELBİSELERDEN DNA

Bu DNA örnekleri ile, Kaspar Hauser olduğu iddia edilen kişinin, doğumundan iki ay sonra öldüğü söylenen gerçek prens olduğuna dair söylentilere son verilebilecekti.

Kaspar Hauser olduğu iddia edilen kişiden, hangi DNA örneği alınabileceği bir soru işaretiydi. Prof. Dr. Eisenmenger'in aklına parkta saldırıya uğrayan meçhul insanın kanlı elbiselerine ulaşabileceği geldi.

Bu elbiseler, Aunsbagh'ta bir müzede saklanıyordu. Elbiseler sürekli güneş ışığında kaldığından onları incelemek akıllıca olmayacaktı.

Buna karşılık iç çamaşırları dış ortamla temasta değildi ve kan lekesi bulunan bu çamaşırlardan yararlanmak mümkündü. Bu kişi, göğsünden bıçaklandığında kan küloduna kadar inmişti.

Bu külottan 4x4 büyüklüğünde bir kare kesildi. İkiye bölünerek, bir parçası Mühin Adli Tıp'a diğeri ise İngiltere'ye gönderildi. Bunun sebebi, iki ayrı laboratuvarın birbirinden bağımsız olarak çalışarak aynı sonuca varıp varamayacağıydı.

İlk olarak, kanın sığır ya da tavuk kanı olup olmadığı tetkik edildi. Bunun sebebi müzede çalışan bir kadının, zaman zaman solan kan lekesinin üzerine daha canlı gözükmesi için tavuk kanı sürdüğünü söylemesiydi. Bu havyanlara ait kan bulunamamakla beraber, kanın bir insana, bir erkeğe ait olduğu saptandı.

Stephanie Beauharnais'nin soyundan gelen ve kendilerinden kan örneği alınan kadınların mitokondrial DNA özellikleri birbirlerinin tıpatıp aynıydı ve dolayısıyla beş kuşak önceki anneannelerinin mitokondrial DNA özellikleri ile aynı olmak zorundaydı.

Münih ve İngiltere'de elde edilen sonuçlar da birbirlerine paraleldi. Kaspar Hauser'e ait olduğu iddia edilen kan lekesiyse Stephanie Beauharnais'nin incelenen 700 mitokondrial DNA bazından 9 tanesinde farklılıklar göstermişti. Dolayısıyla, Nürnberg sokaklarında dolaşan o garip çocuğun Baden hanedanından olması mümkün değildi. Geride boşa yazılmış 2000 kitap, 15000 makale ve filmler kalmıştı.

Tabii bir de Nürnberg sokaklarında dolaşan o garip çocuğun gerçekte kim olduğu...

O ÇOCUK KİMDİ?

Münih ve İngiltere'de elde edilen sonuçlar aynıydı. İncelenen 700 mitokondrial DNA bazından 9 tanesinde farklılıklar vardı. Nürnberg sokaklarında dolaşan çocuğun Baden hanedanından olması mümkün değildi. Geride boşa yazılmış 2000 kitap, 15000 makale ve filmler kalmıştı. Bir de Nürnberg sokaklarında dolaşan o garip çocuğun gerçekte kim olduğu...

160 YILLIK BİLMECE

Almanya'da yayınlanan ünlü Der Spiegel dergisinin editörü, 1995 yılında Münih Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Wolfgang Eisenmenger'i aramış ve Kaspar Hauser bilmecesini çözmek için yardım edip edemeyeceklerini sormuştu. Profesör Eisenmenger, her adli tıp uzmanın böyle bir davayı incelemek isteyeceğini söyleyerek teklifi hemen kabul etmiş zira Hauser hakkında bugüne dek 2000 kitap, 15000'e yakın makale ve 25 film yapılmıştı. Hatta, en çok toplum dışına itilmiş kişilerin hayatlarını konu alan filmleri yöneten, Alman yönetmen Werner Herzog, ‘‘The Mystery of Kaspar Hauser’’ (Kaspar Hauser'in Gizemi) filmiyle, Cannes'da ödül bile almıştı.

KASPAR HAUSER

1812-1833 yıllarında Almanya'da yaşayan, nereden geldiği ve kim olduğu bir türlü saptanamamış kişidir. 16 yaşlarında, Nürnberg sokaklarında doğru düzgün yürüyemeyen ve konuşamayacak bir halde dolaşırken, halk tarafından deli zannedilerek kuleye kapatılmıştır. 1833 yılında bıçaklanarak öldürülmesinden sonra, Baden prensi olduğuna dair söylentiler çıkmıştır.

MİTOKONDRİAL DNA

Mitokondrial DNA hücre çekirdeğinin dışında, mitokondrilerin içinde yer alır.

Çekirdek içindeki DNA, hem anneden hem de babadan alınan genetik bilgiyi içerdiği halde, mitokondrial DNA yalnız anneden alınan genetik bilgiyi kapsar.

Mitokondrial DNA son yıllarda kimlik tespiti açısından büyük önem taşımaya başlamıştır.

Kan lekesi, kıl, kemik, diş gibi biyolojik kalıntıların kime ait olduğunun saptanması bunun başında gelir.

Ancak, bu tür örneklerin incelenmesinde çeşitli zorluklarla karşılaşılır.

Çünkü her zaman o kimsenin anne ve babasının bulunması mümkün olmaz.

Buna karşılık yalnız annesi, ya da anne soyundan bir akrabası varsa, mitokondrial DNA çalışılarak, örneklerin o ailenin bir ferdine ait olup olmadığı anlaşılabilir.

Mitokondrial DNA analizlerinin en faydalı yanı, çok eski tarihlerde ölmüş ya da öldürülmüş olan kişilere ait kalıntıların kimlik tespitinde kullanılabilmesidir.

Örneğin Vietnam savaşında öldürülmüş Amerikan askerlerine ait kemikler, ailelerine mitokondrial DNA analizi ile iade edilmiştir.

Rus Çarı Romanov ve ailesine ait olduğu iddia edilen kemikler mitokondrial DNA analizi ile incelenerek, kemiklerin gerçekten o kimselere ait olduğu ortaya çıkartılmıştır.

Türkiye'de adli amaçlı mitokondrial DNA analizleri yalnız İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü'nde yapılmaktadır.

İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, şu günlerde Münih ve Atina Üniversiteleri ile birlikte, Avrupa mitokondrial DNA bankasının alt yapısını oluşturmaya çalışıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!