İdamlık Dürzi lider, Avrupa’yı Katolik prens olduğuna inandırdı

Güncelleme Tarihi:

İdamlık Dürzi lider, Avrupa’yı Katolik prens olduğuna inandırdı
Oluşturulma Tarihi: Ekim 06, 2005 02:03

Geçmişi ayaklanmalarla dolu olan Osmanlı Devleti’ni en fazla uğraştıran isyancılardan biri, Lübnan’ın Dürzi lideri Maanoğlu Fahreddin Bey idi. 1612’de ayaklanan Fahreddin Bey, daha sonra İtalya’ya sığınıp ‘aslında İtalyan asili ve ‘dük’ olduğunu’ iddia etmiş, ardından Lübnan’a dönerek yeniden başkaldırmış ve üzerine sevkedilen ordudan kurtulmak için dağların tepesindeki bir kayanın üzerine çıkmıştı.

Osmanlı askerleri, tırmanılması imkánsız gibi görünen kayayı devásá ateşler yakıp sirkeyle yumuşattıktan sonra kesmişler ve bu şekilde yakalanan Maanoğlu Fahreddin Bey, 1635’te idam edilmişti.

OSMANLI tarihi, isyanlarla doludur.

Devlet otoritesinin 17. yüzyılın başlarında zayıflamaya başlaması üzerine ‘Celáli’ adı verilen eşkiyalar her tarafı sarmış, hattá valiler bile isyan etmişlerdi.

Devleti oldukça fazla uğraştıran isyancılardan biri, Lübnan’ın güçlü Dürzi emirlerinden olan ve 1612’de başkaldıran Maanoğlu Fahreddin Bey idi ama isyanın çok daha ilginç olan tarafı, herşeye rağmen bağışlanan Maanoğlu’nun İtalya’ya geçerek ‘İtalyan asili’ olduğunu iddia etmesiydi.

Lübnan’ın en güçlü Dürzi emirlerinden Maanoğulları, Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı hákimiyetini kabul etmişlerdi. Daha sonraları Safed bölgesinin sancakbeyliğine getirilen ailenin reisi Emir Korkmaz oğlu Fahreddin, 16. yüzyılın sonlarında Şam Beylerbeyi Kuyucu Murad Paşa’nın da desteğini alarak Dürzi emirleri arasında sivrilecekti.

Maanoğlu Fahreddin, bölgedeki rakiplerine üstünlük sağlamış ve Suriye’nin mahalli beylerinden Canbolatoğulları ile ittifak yapmıştı. Safed, Aclun ve Banyas bölgeleri Fahreddin Bey’in kontrolü altına girmiş, Bey’in oğlu da Beyrut ve Sayda sancakbeyi olmuştu.

Osmanlı yönetimi, devlete karşı herhangi bir faaliyete girişmediği ve vergisini de muntazaman ödediği müddetçe Maanoğlu’nun gücünün artmasına göz yumdu. Fakat, Maanoğlu ailesi, 17. yüzyılın başlarında imparatorluğun otorite boşluğuna düşmesi üzerine Lübnan’da bağımsız bir devlet kurmaya kalkıştı ve Canbolatoğulları ile beraber yönetime karşı ayaklandı.

Veziriazam Kuyucu Murad Paşa’nın Canbolatoğulları’nı mağlup etmesi üzerine zorda kalan Maanoğlu Fahreddin Bey, saraydan özür dileyip affını istedi. Af talebi kabul edildi ve Fahreddin Bey, Safed Sancakbeyliği’nde bırakıldı. Ama, Maanoğlu Sancakbeyliği’ni oğlu Ali’ye terkederek İtalya’ya kaçmayı tercih etti.

İtalya’da, aslında Lorraine Hanedanı’ndan geldiğini, ‘Toskana dükalarıyla akraba olduğunu’ söyleyerek itibar kazandı ve Avrupa’yı Türkiye aleyhinde faaliyette bulunmaları için kışkırtmaya başladı ama bu konuda yüz bulamadı. Üstelik yeniden affedildi ve beş yıl İtalya’da kaldıktan sonra, 1618’de topraklarına geri döndü. Maanoğulları, Fahreddin Bey’in dönüşünden sonra 1635’e kadar bölgedeki bütün rakiplerini devredışı bırakarak başlarına buyruk hareket ettiler.

Ama, isyancı Maanoğlu gene rahat durmadı. Müttefiki olan Canbolatoğulları’nın zayıflaması üzerine Avrupa’daki Hristiyanlar ile irtibata geçti. Bunun üzerine Hafız Ahmed Paşa kumandasında bir ordu sevkedildi.

Gelen orduyla başa çıkamayacağını farkeden Maanoğlu, askerlerin takiplerinden kurtulabilmek için Beyrut civarındaki Şuf Dağları’nın tepesindeki bir kayanın üzerine çıktı. Osmanlı birliklerine kumanda eden Küçük Ahmed Paşa, kayanın dibine inanılmaz miktarda odun yığdırıp dağı ateşe verdirdi, daha sonra sirkeyle kayayı yumuşattı ve askerler peynire dönen kayayı keserek, Maanoğlu’nu çocukları ve yanında taşıdığı hazinesiyle beraber ele geçirdiler.

Fahreddin, oğulları Mesud ve Hüseyin Beyler ile beraber İstanbul’a gönderildi ve iki ay sonra, 13 Nisan 1635’te idam edildi. Maanoğlu Fahreddin Bey’in maceralı hayatı, 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’da birçok araştırma ve romana konu olacak ve ‘Modern Lübnan’ın kurucusu’ kabul edilecekti.

SORULAR VE CEVAPLAR
Mehmet Nuri YILMAZ

Oruçla ilgili Kurani hükümleri anlatır mısınız?

Müştak YAVUZ/İSTANBUL

- Oruçla ilgili Bakara Suresi’nin 183. ve 184. ayetlerinde şöyle denilmektedir: ‘Ey inananlar! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye size de sayılı günlerde farz kılındı. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Oruç tutmada zorluk çekenler bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa, o iyilik kendisinedir. Oruç tutmanız eğer bilirseniz sizin için hayırlıdır.’ Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere:

1. Oruç, Müslümanların yerine getirmekle yükümlü oldukları bir ibadettir.

2. Oruç, bizden önceki ümmetlere de farz kılınmıştır. Yani, evrensel bir ibadettir.

3. Bakara 185. ayette de ifade edildiği gibi farz orucun tutulacağı günler ramazan ayının günleridir.

4. Bu günlerde hastalık yahut yolculuk sebebiyle oruç tutamayanlar, tutmadıkları gün sayısınca başka günlerde kaza ederler.

5. Orucu zorluk ve güçlükle tutabilecek olanlar, oruç yerine fidye verebilirler. Çünkü 185. ayette, ‘Allah size kolaylık ister, zorluk istemez’ denmektedir. Bu kategoriye girenlerle ilgili fakihler, yaşları ilerlemiş olanlar ile iyileşmesi mümkün olmayan hastalıklara yakalananları örnek gösteriyorlarsa da her mümin, vicdanına danışarak bu kategoriye dahil olup olmadığını kendisi tayin etmelidir.

Orucun sağlık açısından yararlı olduğunu söylüyorsunuz. Geçenlerde bir doktor, sohbetinde orucun faydası bir yana, zararlı olduğunu iddia ediyordu. Siz ne dersiniz?

Ahmet Y./EDİRNE

- Sayın okurum, Yüce Yaratıcı’nın emirlerinde ve yasaklarında bizim için faydalar vardır. Kuran emirleri ve yasakları incelendiğinde bu açıkça görülür. Dinimize, edebimize, bedenimize faydalı olan her şey emredilmiş, bunlara zarar verenler de yasaklanmıştır. Peygamberimiz, orucun sağlığımız yönünden önemini şu hadis-i şerifiyle beyan etmiştir: ‘Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz.’ Bu büyük insanın söylediği söz, tıp otoriteleri tarafından kanıtlanmıştır. Tıp dalında 1940 yılı Nobel ödülünü kazanan ünlü bilim ve fikir adamı Dr. Alexis Karrel, ‘L’Hamme, Cet Inconnu’ adlı eserinde, oruç sırasında organizmalarda depo edilmiş besin maddelerinin harcandığını, sonradan bunların yerine yenilerinin geldiğini, böylece bütün vücutta bir yenileme olduğunu anlatır. Orucun sağlık bakımından çok faydalı olduğunu söyler.

Yine pek çok Batılı tıp bilginleri, ‘İslam dünyasının en yararlı kurumlarından biri oruçtur. Oruç bedenin hem fiziksel, hem ruhsal dinlenişidir. Dokuları temizler, birikmiş toksinleri, zehirleri atar. Müslümanlar böylece her yıl bir ay bedenlerini dinlendirirler’ görüşüyle bu tespite katkıda bulunmuşlardır. Bu konuda yazılmış birçok eser de mevcuttur. Bizde de birçok tıp bilgini aynı görüşü paylaşmaktadır. Şunu da ifade etmek gerekir ki, biz orucu Allah’ın emri olduğu için tutuyoruz. Perhiz veya sağlık düşüncesiyle değil.

İman, namazdan üstündür

İMAN,
namazdan üstündür. Çünki namaz, beş vakitte farzdır; iman ise süğrüp giden bir farz.

Namaz, bir özürle kılınmayabilir, geciktirilmesi cáizdir. Burada da imanın namazdan bir üstünlüğü var, çünki iman hiçbir özürle bırakılamaz, geri atılamaz. Namazsız imanın faydası vardır; imansız namaz ise fayda vermez, ikiyüzlülerin namazı gibidir.

Her dinin namazı bir başka çeşittir, fakat hiçbir dinin imanı değişmez. Namazın şekilleri, kıblesi, başka şeyleri değişebilir, daha başka farklar da vardır, dinleyenin zevkine, özleyişine göre meydana çıkar. ‘Hiçbirşey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın, fakat onu ancak bilinen miktarda indiririz’. Dinleyen, hamur yoğuranın önündeki hamura benzer, söz de suya. Hamura, ne kadar su gerekirse o kadar su dökülür

Tezazu gösterip kendinizden 'Fkir' diye bahsetmeyin, sizi 'Fakir Bey' sanırlar

TEVAZU,
bir zamanlar herşeyde olduğu gibi müzikte veya bestecilikte de şarttı. Müzisyenin sesinin güzelliğini, bestesinin orijinalliğini veya sazını çok iyi icra ettiğini söylemesi ayıptı, zira böyle yaparsa ‘kendini beğenmiş’ damgası yerdi.

Biz, böyle yetiştik.

Bugün, durum tamamen değişti. Artık sahneye çıkan hemen herkes ‘Ben sanatçıyım’ diyor ve dinleyiciler, sanatçılıkları aslında hiç varolmayan bu kişilerden sanat bekliyor, yaratıcılıklarının daha doğmadan öldüğünü farketmiyorlar. Eskiler benlikten mümkün olduğu kadar kaçar, ‘ben’ dememeye çalışırlar, hattá ‘yaptım’, ‘ettim’ gibi benlik ifade eden sözcükleri bile kullanmazlardı. Şimdi ise ‘Bu şarkıyı iki ayda yaptık’ dediğimizde muhatabımızın ‘Kiminle yaptınız?’ gibisinden insafsız bir sorusuyla karşılaştığımız oluyor ve cevap olarak, ‘Bakkalla ve kasapla yaptık’ demek zorunda kalıyoruz.

Bendeniz, eskilerin ‘fazla mütevazı olma inanırlar’ sözünü fazlasıyla yaşayanlardan biriyim ve tevazunun çoğu zaman yanlış anlaşılır hále gelmiş olmasından dolayı da üzülüyorum. Bestelerimden biri sebebiyle yaşadığım bir örnek: Birkaç sene önce, Düzce’de yaşayan bir doktor arkadaşımızı çoluk çocuk muayenehanesinde ziyaret ediyorduk. Çaylar içildi, sohbet koyulaştı ve arkadaşımız eserlerimizden birinin notasını eline alıp ‘Notada ‘beste’ sözcüğünün yanında adınız yazıyor ama ‘güfte’ kısmı boş bırakılmış. Şarkının sözleri kime ait? Güftenin şairi kim?’ diye sordu.

Sözünü ettiği şarkı, son derece popüler bir parçamızdı. Elimi göğsüme koyup ‘Sözler, fakirindir’ cevabını verdim. Doktor arkadaşım ‘Haaa, anladım!’ diyerek eline kalemini aldı ve notanın üzerine bir güzel ‘Sözler: Şair Fakir’ yazdı. İşte, tevazu yüzünden günümüz insanının düştüğü durum!

Halep dolması

PATLICANLAR
tepeleri kesilip soyulur, içleri siyah kabuğa kadar iyice oyulur ve tuzlu bırakılır. Yağlı koyun kıymasına patlıcanların çıkartılan içinin bir kısmı, çiğ pirinç, soğan, tuz, biber, nane ve safran yoğrularak iláve edilir ve patlıcanların içine doldurulur, kesilen tepeleri de üzerlerine kapatılır. Alt tarafına kemik dizilmiş olan bir tencereye yerleştirilir, koruk suyu iláve edilir ve kor üzerinde suyunu çekene kadar pişirilir. (‘Melceü’t-Tabbáhin’den).

Hoşgeldin ramazan

Ramazanla ilgili her şey internette, www.hurriyetim.com.tr/ ramazan
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!