İçgüdüsel Hürriyet ya da Aptal Puma Sendromu

Güncelleme Tarihi:

İçgüdüsel Hürriyet ya da Aptal Puma Sendromu
Oluşturulma Tarihi: Mart 24, 2003 10:55

İlk çağlardan bu yana, adına insan denilen şu dünyalı uzaylılar acaba en özgür hallerini ne zaman yaşadılar? İnsanlığın en hür olduğu vakit ne zamandı? Ya da öyle bir zaman oldu mu? ‘İnsanlık hiçbir zaman hür olmadı’ diyenler de var; kainatın en hür varlıkları olarak insanları gösterenler de...

Haberin Devamı

Ve bir de pek tabi, insanlık tarihinin çağlar ötesinden insana dıştan bakan görüşlerin yanında, onun kendi içindeki çağları yaşamasına bakanlar var. Yani doğumundan ölümüne kadarki kendi çağındaki, kendi hayatındaki hürrriyetine ya da esaretine bakanlar... Ne dersiniz, biraz beyin jimnastiği yapalım mı bu konuda? İnsan denilen varlık özgür müdür acaba?

 

BEN ÖZGÜR(MÜY)ÜM (?)

 

“Ben özgürüm” reklamlarındaki özgür kızımız Nil Karaibrahimgil, topluma bir mesaj veriyor. Reklamın tarihsel seyrini izlerseniz, özgürlük yolculuğunda, farklı zevklerle karşılaşıyor. Hatta şu aralar her genç kızın hayali olan “Tarkan’la bile buluşabilirsin” mesajı beyinlere kazınıyor. Alıp başını gidebilirsen, seni bekleyen fırsatlarla karşılaşabilirsin. Beyne kazılan mesajlar böyle.

Haberin Devamı

 

Tabi özgür kızımızın cep telefonu görüşmelerine para yetiştiremeyen anne babaların, özgür kızlarının hürriyetlerine getirdiği kısıtlamalar, bazen böyle bir özgürlük macerasının başlaması ile de noktalanabiliyor. Evdeki hürriyetlerin bittiği aşamada, dışardaki özgürlük macerası başlıyor sanki.

 

 

DÜŞÜNCE Mİ BİZİ ÖZGÜR KILAN?

 

Hür olmak insanı hayvanlardan ayıran en önemli unsurdur. Bilim insanları, insan-hayvan ayırımında, insanın öğrenme unsurunu ön planda tutuyorlar. Ama şimdi birkaç genetik oynama ve azimli bir çaba ile bazı şeyleri hayvanlara öğretebiliyorsun. Demek ki, öğrenmek insanı hayvandan ayıran en önemli özellik değil. Öğrenen hayvanların olduğunu biliyoruz.

 

Peki ya düşünmek? Öyle ya, bön bön trene bakarken “sarı kız”ın aklından ne geçtiğini bilen var mı? Ya da adına insan denilen sözüm ona akıllı mahlukların aksine, avına saldırırken “Aptal Puma Sendromu”na yakalanmayan pumaların o sürek avının ortasında ne düşündüğünü bilen var mı? Pumalar akıllı mahluklardır. Ve bir pumanın, bir tavşanla bir geyiğin peşinden koşma süreleri asla eşit değildir. Tavşanı kovalarken, onu yakalamak için sarf etmesi gereken kalori, yakaladığında alacağı üç bin kaloriyi geçecek gibi ise puma avını bırakır. Ve bu bir geyik için de aynıdır. Yani yakalamak için tüketeceği kalori, onu elde ettiğinde alacağı kaloriden az ise, bu hayvanlar avının peşini bırakır.

Haberin Devamı

 

İşin ahlaki yanına, (insan demeye dilimin varmadığı örneklere dalarak) hiç girmeyeceğim. Kendi hemcinsine tecavüz ederek öldüren, o bir anlık zevki uğruna bütün hayatını ve diğer birçok bütün hayatları karartan zavallılar için söyleyecek pek fazla bir sözüm yok. Ama eğer “Aptal Puma Sendromu”na yakalanmasalardı, hamile gelinin kolundaki bilezikleri çalmak için, kolu kestiklerinde elde ettiklerini sandıkları şeyin, kaybettikleri şeyler yanındaki devede kulak bile değil bit bacağı kadar bir şey ya da hiçbir şey olduğunu, ya da kaybettikleri çok şey olduğunu görmeleri gerekirdi.

 

Yani düşünce bizi hayvandan ayırıyorsa, hayvanların bile yapamadığı mendeburlukları kendi hemcinslerine reva gören insancıklara düşünen bir hayvan bile demek, en azından düşüncesi ile hiçbir düşüncenin hürriyetini kısıtlamayan hayvanlara bir hakaret olur ki, içimdeki Kızılderili Ruhu ile bunu kendime yakıştıramam.

Haberin Devamı

 

AKLIMIZA NE DEMELİ?

 

Peki akıl? Hür olduğumuzu belirleyen şey öğrenmemiz vedüşünmemiz değil ise, akıl insanı hayvandan ayıran bir özellik olabilir mi? Bunu anlamak için aklın tanımına bakmak lazım. Akıl için, “düşünme, anlama ve kavrama gücü” demişler. Ve lügatleri karıştırdıkça, deli dana hastalığına yakalanmış olanlarının bile, deli olmayan danaları yiyerek akıllı olduğunu ve aklını koruduğunu zanneden zavallılardan çok daha fazla düşünme, anlama ve kavrama gücüne sahip akıllı varlıklar olduklarını görüyorsunuz.

 

En azından deli olduğu ve bir müddet sonra öleceği kesinleşen hemcinsleri kesip, dellenmiş etleri piyasaya sürmüyorlar. Kendini akıllı zanneden et pazarlamacısı vicdansızlardan sıra gelmiyor belki de...

Haberin Devamı

 

Hastalığı ve doğuracağı afetleri bile bile, etleri piyasaya süren, bile bile satan ve yine kendi hemcinslerinin ölümüne bile bile seyirci kalan, adına “insan” denen acayip bir mahluk oluyor yine. Adına ticaret mi, girişim mi ne dedikleri bir girişimci ruh ile, insan insanı kazıklıyor, hasta ediyor, süründürüyor ve öldürüyor. Şimdi akıl bunun neresinde?

 

Üstelik akıl bir süreç işi. Bebeklerin beyni var ama aklı yok. Olsun. Ben akılsız beyinleri seviyorum daha çok. Onların o hesapsız beyinlerini seviyorum. İçi bir sürü önyargı ile doldurulmamış, insanın yaşamak için bir diğer insanı öldürmesinden başka bir yol olmadığına inandırılmamış halini seviyorum. Ve insan ırkının koskoca bir ömürde topu topu 3-5 yıl yaşayabildiği bu döneme ben “içgüdüsel özgürlük” adını veriyorum.

Haberin Devamı

 

BEN “İÇGÜDÜSEL” ÖZGÜRÜM!

 

Peki nedir içgüdüsel özgürlük? Bebeklerin özgürlüğü olarak belirttiğim, içgüdüsel özgürlüğün en temel özellikleri şunlardır: Bebekler, insan olduklarının farkında değildir. Belki de böyle olduğu için (ki bu insanlık alemi için bir lütuftur) en masum ve sevimli hallerini o dönemde yaşarlar.

 

Büyüyüp insan olduğunu fark eden hemcinsleri, onun doyurulmaz, gem vurulmaz arzu ve istekleri olduğunu da öğrenir çaresiz. Ve yaşamak için yok etmeyi. Adı insandır, ama o düşman der, Iraklı der, Amerikalı der, Yahudi der, Müslüman der, başlatır katliamı. Yaşamak için öldürmek. Barış için savaş gibi bir şey. Ya da hürriyet için esaret? Biraz tuhaf değil mi?

Bebeklerin bir başka özellikleri, hürriyetlerinin farkında olmamaları. Yani hürriyetlerini içgüdüsel olarak yaşarlar. Oyuncakla oynarlar. Ve bütün oyuncaklarla oynama hürriyetlerinin olduğu zehabına kapıldıklarında, hemencecik kendilerine verilmeyen oyuncakları elde edemediklerine üzülseler de, bebekler, hürriyeti sindire sindire yaşarlar.

 

Ağlama hürriyeti vardır, onların. Susma hürriyeti, heceleme, emekleme, düşe kalka yürüme ya da yürüyememe hürriyetleri vardır. Ve bu hürriyetlerinin farkında olmadıkları için, bebeklik dönemini can yakmadan, insan ırkının en masum dönemi olarak geçirirler. Genetik klonlama yerine, bir gen bombası ile bütün insanlığın genlerini üç yaşındaki bir bebeğin gen yapısına dönüştürmeyi ne kadar da isterdim. Amerikalı bebeklerin, Iraklı bebeklerle aynı evde büyüdükleri bir dünya. Amerika’da Irak’ın, Irak’ta Amerika’nın yaşandığı bir dünya. Evet, evet böyle bir bomba bulmalıyım.

 

Bebekler, risklerin farkında değillerdir. Daha doğrusu, gördükleri sanrılarla, burnunun ucundaki nükleer silahların doğuracağı riskleri görmezden gelip, düşünen bir adamın doğurabileceği risklerle şizofren bir hayat süren büyükleri gibi değillerdir. Riskleri görseler de, yaşarlar. Yürümek isterler. Düşecekleri bellidir. Ama yürürler ve düşerler. Düşme riskini ortadan kaldırmayı düşünmezler. Babalarından istedikleri çikolatanın akşam kendilerine getirilmeme riskini ortadan kaldırmak için, Buşizm etkisinde kalıp, babalarını değiştirme senaryosu kuramazlar. Ya da ben özgürüm reklamı seyredip Kapadokya’da bir Tarkan buluşması için evi terketmezler.

 

Onların özgürlüğü, içgüdüsel bir hürriyettir. Şimdi bazı bilim adamlarının çıkıp, içgüdüsel hürriyetin sadece ve sadece hayvanlarda olduğunu, adına insan denilen bu öğrenen ve düşünen akıllı varlıkların bilinçli bir hürriyete sahip olduklarını söyleyeceklerini bile bile yazdım bu yazıyı.

 

Kendi egoist dürtüleri uğruna en yakınından en uzağına kadar bütün hürriyetleri kısan ve kısıtlayan bir bilinç. Planlı, akılcı ve insani duyguları ile geleceğimizin kültür ve sanat hazinelerini yok eden bir bilinç. Torunlarımıza anlatabileceğimiz geleceğe ait anekdotların bile içine eden bir bilinç. Ve bütün bunlara insan, hürriyet, barış, dostluk ve kardeşlik takılarını ekleyebilen bir zihniyet.

 

Ben böyle zihniyetin…

 

Haa, unutmadan, ondan sonra da orta yere çıkıp, ben özgürüm, ben insanım, ben, ben, ben muhabbetleri yapmayalım artık. Zira kara kaplı kitapta şunlar yazıyor özgürlük için:

Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi iradesine, kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumu.

Ben özgürmüşüm... Hadi ya!

 

Münir Arıkan

Düşünce Öğretmeni - NLP Trainer

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!